1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasıyla Soğuk Savaş son bulmuş , Soğuk Savaş’ın bitişiyle beraber Batı Bloğu’ndaki ülkeler askeri harcamalarını hızla kısmaya başlamıştır. Sırf bu yüzden global çapta bir çok silah ve savunma şirketi zarara uğramıştır ancak en nihayetinde çağa ayak uydurabilmek için ABD‘nin o yıllarda yeni bir gelişmiş , teknolojik savaş uçağına ihtiyacı vardır. Tüm bu maliyet sorunları Amerika Birleşik Devletleri’ni tek bir çözüm yoluna itmiş ve bu şekilde Çok Amaçlı (Multi-Role) savaş uçağı ortaya çıkmıştı. Uçak hem istihbarat görevlerinde, hem bombardıman ,hem yakın hava desteği, hem de hava önleme operasyonlarında kullanılacaktı. Diğer bir sebepte ticari faktörlerdi. ABD NATO müttefiklerinin kendini Sovyet tehditinden koruyabilmeleri hem de uçak şirketlerine para kazandırmak için F-16’ları kullanıyordu. Günün birinde eskiyecek olan bu teknolojinin yerine F-22 Raptor’ların Pentagon’un prensipleri sebebiyle dışa satımı yapılamadığından F-35 gelecekti. Tüm bu gereksinimleri karşılamak, ucuz ve güçlü bir savaş uçağı geliştirme amacıylaJoint Strike Fighter (Müşterek Taarruz Uçağı) Projesi başlatıldı.
Açılan ihaleye Boeing ve Lockheed Martin katılmış ve ihaleyi Boeing X-32’nin tasarımı beğenilmediği için ihale Lockheed Martin X-35 ‘e kaldı. Yine maliyetler sebebiyle ABD uçağı geliştirmek ve üretmek için ortaklar aradı. Konsorsiyuma Türkiye , İtalya ,İngiltere , Hollanda, Avustralya , Kanada ,Danimarka ve Norveç dahil edildi. Başlangıçta düşünülen başka ülkelerde vardı. Hindistan ve İsrail gibi ülkeler gizlilik kriterlerini ihlal ettikleri gerekçesiyle konsorsiyuma dahil edilmemişti. Özellikle 2000 yılının başlarında İsrail’in ABD’den aldığı insansız hava aracı teknolojisini Çin’ e satması o dönem ABD-İsrail arasında krize sebep olmuştu. Bir başka sebep ise ABD 2000 yılı öncesi Irak’ta kurulan koalisyonla beraber gerçekleştirdiği hava harekatlarından ciddi bir ders çıkarmış ve muhtemel yeni harekatlarda kendisiyle uyumlu sadık müttefikler aradığından özellikle ülke sayısı 9 ile sınırlandırılmıştır. Türkiye 2003 yılına kadar ABD’nin başını çektiği 23 farklı hava harekatına katılarak ABD ile en çok hava harekatına katılan 3. Ülke olmuştur. Bu sebeple de Türkiye’nin F-35 projesine katılımı birkaç başka ülkeye göre daha kolay olmuş ve projeye 1. Seviye ortak olarak dahil edilmiştir.
Proje geliştirme aşamalarından sonra nihayet 2002 yılında başlatıldı. F-35’lerin 3 farklı modeli üretilecekti.1.’si F-35 A modeli: Bizim de dahil olduğumuz tüm müttefiklerin alacağı geleneksel modeldi. 2.’si F-35 B modeli : Bu model ABD ve İngiliz donanması için geliştirilen modeldi. 3.’sü olan F-35 C modeli ise sadece ABD donanması için özel olarak geliştirilecekti. ABD F-35 projesinde kendinden başka diğer kullanıcıların görev bilgisayarına erişimi , uçağın donanım ve yazılımına erişimini sınırlamıştı. Yani mutlak hakimiyet ABD’nin elinde olacak ve uçakların nerelerde kullanıldığından ABD’nin haberi olacaktı. Türkiye ve İngiltere bu duruma itirazlarını belirtmişti. Devam eden krizlerden ötürü uçakların teslim tarihi on yıl ileri atılmak zorunda kalındı. Ayrıca ABD’nin yine motor konusunda tekelci tavrı ayrı bir krize yol açmış İngiltere ve Türkiye yine bu duruma karşı çıkmıştı. İngiltere ayrı bir motor üretmek ve isteyen ülkenin kendi motorundan da alabilme fırsatını istemişti.Daha sonra bu çeşitli sorunlar bir şekilde çözüldü.
F-35 içinde bulunan karışık elektronik sistemleri ve çift motoru yüzünden yapımı zor bir uçaktı ve bu teslim tarihinin ertelenmesinin diğer bir sebebiydi. F-35 B modeli dikine iniş kalkış yapabilmesi için uçağın arka kısmına bir,kokpit kısmının arkasına bir tane olmak üzere iki motor bulunduruyordu. Tek uçak içerisinde iki motor içinden çıkılması güç , karışık bir durumdu. Bizi ilgilendiren F-35 A C-TOL (ConventionalTake-OffandLanding) her normal savaş uçağında bulunan geleneksel iniş kalkış özelliğine sahipti. Pilotun kaskındaki vizör pilotun başının hareketlerine uyum sağlayarak baktığı yeri görebiliyor ve uçağın etrafındaki kameraların vizöre bağlantılı olmasıyla vizörde 3d görüntü oluşturuyor. Yani uçağa yakın hava desteği harekatlarında dünyanın en iyi savaş uçağı deme cüretini gösterebiliriz.
F-35’ler her ne kadar bombardıman yakın hava desteği gibi uzaktan yapılan harekatlarda başarılı olsa da projenin başında söylenen Multi-Role kavramını destekleyebilen bir savaş uçağı değil. İsrail bugün F-35’leri uçağın sahip olduğu ileri stealth karakterini kullanarak Suriye hava savunma sistemlerini yarıp sürekli Rejim kentlerine hava saldırısı düzenleyebiliyor ancak asla hava önleme olarak başka bir düşman avcı uçağına karşı önleme amacıyla kullanamıyor. Keza ABD F-35’leri donanmada F-18 Hornet’ler, hava kuvvetlerinde F-22 Raptor’lar eşliğinde kullanıyor. Uçağın SU-57 , MİG-29 gibi Rus avcı uçaklarına karşı yakından hiçbir şansı yok. Yani aslında baktığımızda F-35’ler birer ileri teknolojili bombardıman uçakları oldu diyebiliriz.
Türkiye F-35’leri hava savunma sistemleri ile beraber kullanmak istemişti. Bu bağlamda ABD’den Patriot Hava Savunma Sistemleri istendi ancak teknoloji transferi konusundaki isteklerimiz yüzünden ABD Patriotlar’ı vermekten vazgeçmişti. Aslında krizin kilit noktası bu olaydır. Bizim F-35 projesinden çıkmamızı özellikle İsrail gibi ülkeler canı gönülden istiyordu. Hatta İsrail Amerika’nın meclisinde bu amaçla lobi faaliyetleri yürütüyordu.
Dışişleri Bakanımızın devam eden S-400 krizini çözmek için ortak çalışma grubu kurulması adına ABD’den teklif geldiği yönündeki açılamasıyla yeni bir yıla girdik. Devam eden bu krizin kim ne derse desin eninde sonunda çözüleceğine inanıyorum. Türkiye’nin bu coğrafyada en büyük düşmanı hiç kuşkusuz Rusya’dır. Yine ABD’nin de Rusya’ya karşı Orta Doğu’da en büyük müttefiki Türkiye’dir. Geçmişte de buna benzer büyük krizler olmuştur. Yine aynı şekilde diğer NATO üyesi olan Yunanistan elinde bulunan S-300’lerden ötürü ağır yaptırımlara maruz kalmış ancak bugün konuşulan ortak çalışma grubu gibi bir çözüm ile kriz çözülmüştür. Her ne olursa olsun belki bir belki beş sene sonra bu kriz de bir şekilde çözülecektir.