İktidara muhalif her kesimden sözcülerin söylemlerini, iktidarın argümanları ile ispata çalışması, sadece siyasetin diliyle açıklanacak bir durum olmasa gerek. Ülkede kıyamet bile kopsa bu sarmaldan niye çıkılamıyor? Çoğu zaman anlamakta zorlandığımız bu durumun derinine inince esasen kökeninde ideolojik bagajların olduğu tarihi bir hakikatle karşılaşıyoruz.
İktidarın kuşattığı ve sınırlarını çizdiği alan içinde nasıl ve ne dozda bir muhalefet yapılacağı konuşuluyorsa ki evet, burada tek suçlunun bu otoriter yönetim anlayışı olduğu sonucu mu çıkmalıdır? Tam da burada adına ister oto sansür, ister gönüllü bir tavır olarak düşündüğümüz bir karartma ile karşılaşıyoruz. İktidarın “dona bele lastik” kabilinden her meseleye buladığı yerli-milli söyleminden muhalefetinde payını aldığı malum. Yakında yerli-milli bir muhalefeti inşa edeceklerini dillendiren iktidarın neyi murad ettiğini tahmin etmek zor değil.
Siyasi mühendisliklere hız kazandıran bu konjonktürün baş çeken aktörü elbette iktidar partisinin Sn. Gn. Başkanıdır. Yıllardır yok saydığı hatta zaman zaman gayri milli ilan ettiklerinin kapısını çalmasını, destek arayışına girmesini acaba sadece iktidar devamlılığına yönelik hamleler olarak mı görmeliyiz? Önümüzdeki süreçte iktidarın, yerli milli muhalefet dizaynına yönelik neler yapacağını anlamak için bu hamlelerin sürekliliğini takip etmek gerekecektir.
Aslında siyaset kurumu, dar bir kadro ile devletin merkezi Ankara ve sermayenin merkezi İstanbul’un dar koridorlarında topluma yön veren onu şekillendiren geleneksel yapıdan, toplumsal muhalefetin siyaset kurumuna yön verdiği bir yapıya evirildi. Sosyal medyanın, yediden yetmişe her bir toplum kesiminin fikir beyan ettiği bir alana dönüşmesi bu evirilmenin ana etkenlerinden olmuştur. Bunu gören siyasi hareketlerin kamuoyunda ve millet nezdinde itibar ve güç kazandığını görmemiz gerekiyor. Belki de bu yüzden olsa gerek, eski dar kadro ve siyaset kurumunun derinleri, iktidar eliyle bu özgürlük alanını ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.
Gelelim muhalif kesimlerin sözcülerine ve yön verenlerine…
Yıllar var ki muhalefet, bu halk cahil, bu halk bir şeyden anlamaz diyerek ülkenin kötüye gidişinden kendilerini hep azade tuttular. Burada sonradan birçoklarının dile getirdikleri özeleştirilerle belli mesafeler alınsa da medyada, akademide, siyasette ve başka alanlarda hala benzer “elitist” görüşlerin hâkim olduğunu görüyoruz. İktidarın, muhalif kesimlere elitist yakıştırmaları ile kendine siyaset alanı yaratması ve tabanını konsolide etmesi bu yüzdendir. Muhalif kesimden kimilerinin artık birer suni gündemden ibaret başörtüsü, ezan, cami vs tartışmalarının ötesine geçmeyen söylemlerinin kimin işine yaradığını anlaması gerekmez mi? Politik doğruculukla yılların akademik tartışmalarının kamuoyunun önünde yapılmasının kime ne faydası var?
Faydasının olmadığını, yaşanan bunca tecrübeye rağmen anlaşılmadığını düşünmüyorum. Burada bir ideolojik körlükten bahsetmek kanımca bizi doğru bir neticeye götürecektir.
Ülkede bir iktidar sorunu olduğu açık ve net. Peki, tek suçlu onlar mı? İktidarın argümanlarına hapsolmuş ve bir türlü o alandan çıkamayan muhalefet anlayışında bir sorun yok mu? Herhangi bir eleştiride önce RTE’ye temenna ve saygı seremonisi sunan ardından da söyleyeceğini söyleyen iktidar sözcüleri bir yanda, iktidarın her politikasını eleştirmediklerinden hareketle güya makul bir muhalefet yaptıklarını ispat etmek için gerçekçi olmayan iktidar politikalarının arkasında duran muhalifler diğer yanda…
Ayakları yere basmayan bu tarz muhalefetin toplum kesimlerinden karşılık bulmadığı anketlere yansımıyor mu? Niçin koalisyon iktidarından umudu kesen halk kesimleri bir türlü muhalefet partilerinde saf tutmuyor? Böl, parçala yönet taktiği ile tüm muhalif kesimleri ayrı kompartımanlarda tutmayı başaran iktidar elitlerinin büyük ölçüde başarılı olduğu su götürmez. Aynı trenin içinde farklı odalarda, herkesin kendi mahallesinin sesine, acısına kulak verip diğerlerini görmezden gelen bir muhalefet, tam da bu iktidarın arzu ettiği şeydir. Bunu göremeyen, bu açmazdan çıkamayan bir iktidar karşıtlığının tek yürek olması, birlik içinde olması ve iktidar alternatifi olması kuru bir hayaldir.
Mesela iktidarın bir konudaki politikası, bazı muhalif kesimlerin ideolojilerine uygun düşüyorsa bir bakmışsınız iktidarın kayığına binivermişler. Bazen çok açık destekle bazen utangaç bir tavırla da olsa bu destekler günün sonunda otoriter iktidar anlayışının meşruluğuna zemin hazırlıyor.
İktidar, bazen kendi tabanına yakın muhalif kesimlere, bazen taban tabana zıt olduğu kesimlere yönelik geliştirdiği politika ve uygulamalarla her durumda karlı çıkmasını bilmektedir. Ayasofya meselesinde kendi tabanına yakın muhalifleri yanına alırken mesela mavi vatan konusunda ulusalcı ve diğer muhalifleri safına çekebilmektedir. O ulusalcı ve Kemalistler ki güya iktidara en çok muhalif görüntü verirken bir bakmışsınız iktidarın kurşun askeri gibi davranabilmektedirler. Tabi argüman belli; “Milli meselelerde göğsümüzü kabartan! ve ABD ve AB emperyalizme karşı amansız savaş veren iktidarın yanında olmak bir vatan savunmasıdır.!” Kimsenin itiraz edemeyeceği mesela Azerbaycan ve terörle mücadelede konularında nerdeyse tüm muhalif kesimlerin yanında durmasını sağlayabilmektedir. Ama aynı iktidar, milletimizin kahir ekseriyetinin hassas olduğu Uygur Türklerini görmezden geliyor, hatta bu konuda Çin Hükümetini destekleyen bir tavır gösterebiliyor. Peki, bu insanlık dramı karşısında niye sadece belli kesimler ses yükseltiyor da toplumun geri kalanı sessizliğe bürünüyor. İşte sözünü etmeye çalıştığım ideolojik körlük burada da karşımıza çıkmaktadır.
Ülkemiz hapishanelerinde yüzlerce, binlerce dürüst, haysiyetli ve onurlu insan çile çekmektedir. Tek suçları(!) çoğunlukla iktidarın o gün cari politikalarının karşısında olmaktan öteye geçmemiş bu insanlara kim sahip çıkıyor, kim seslerine ses oluyor? Bildiniz, kim hangi mahalleye yakın ise o mahallenin temsilcileri… Zaten iktidarın tam olarak istediği şey de bu değil m?
Haklı olanın yanında durmak yerine farklı olanın karşısında durmak bir ideolojik körlük değilse nedir?
Geçmişin jakoben ve devletin sahibi biziz diyen anlayış, hiçbir zaman aklı başında bir muhalif kesim istemedi. Onlar için ideal “muhafazakâr-dindar” kitle; istendiği zaman askere giden, vergi veren, savaşan, asla gerçek manada sorgulamayan ve hamasetle kolayca maniple edip yönetebilecekleri halk kitlesi idi. Daha basit ifade edecek olursak (ne kadar öyle bilinmese de) bu elit kesim esasen “cami cemaati“! Denen ve suya sabuna dokunmayan bir toplum kesiminden asla rahatsız olmamıştır. Dindar kesime mesafeli duran hatta onları birer düşman gibi gören 28 Şubat gibi dönemlerde mesela başörtülü bir askerin annesi kışlaya bile sokulmazdı ama kışlanın en görünen yerinde mutlaka bir cami olurdu. Onların rahatsız oldukları şey, bu kesimin çocuklarının okuyarak düşünen, sorgulayan ve zamanla kendi benliklerini, kimliklerini keşfetmeyle başlayan farkındalıktı. Geçmişe oranla etkisi azalan bu anlayışın sahipleri, (ajandaları değişmemekle birlikte) büyük bir kurnazlıkla bu iktidarın çeperlerine yapışarak onun hoşuna giden söylem ve eylemleri ile yeniden mevzi kazanmışa benziyor. Gelecek Partisi Lideri Sn. Ahmet Davutoğlu’nun kısa bir süre önce iktidarın, 28 Şubat zihniyetin vesayeti altında olduğunu söylemesi bu açıdan kayda değerdir. Sadece 28 Şubat zihniyeti değil, bence bu iktidar ve temsilcileri kendi zihni açmazlarının da vesayeti altında ki konunun bu tarafı daha çok tıbbın alanına girmektedir…
İdeolojik körlük ve yarattığı travmalarla ilgili olarak, geçmiş uygulamalar konusunda en ciddi özeleştiri yapanlardan biri hiç kuşkusuz CHP Lideri Sn. Kemal Kılıçdaroğlu olmuştur. Sn. Davutoğlu’nun vesayet eleştirisinden rahatsız olanlarla Sn. Kılıçdaroğlu’nun özeleştiri ve empati göstergesi açıklamalarından rahatsız olanların esasen aynı değirmene su taşıyan farklı ideoloji mensupları olduğu kanaatindeyim.
CHP liderinin, temsil ettiği siyaset geçmişine yönelik yapıcı özeleştirileri ve sonrasında “dostlarımızla birlikte kazanacağız’ ifadesi hedefe varmış olmalı ki, özellikle iktidar destekçilerinin gerçek CHP bu değil itirazlarına konu olmaktadır. Bu hususta söylenecek çok şey olmakla birlikte ironi içeren bu oksimoron tavrı ilerleyen zamanda daha geniş yazmak arzusundayım.
Ülkemizin her geçen gün artarak büyüyen bu belirsizlik ve acı sarmalından kurtulması kolay olmayacak gibi. Fakat umutlu olduğum husus, birilerinin burun bükerek yaklaştığı yeni neslin gümbür gümbür bizim gibi dinozorların esiri olduğu “izm’lerden” azade yerimize geçiyor olmaları.
Ne kadar zorlansa da adına, Z veya Y kuşağı denilen gençler haklı olanın yanında olacakları gibi farklı olanın da karşısında durmayacaklar. Toplumsal muhalefetin karşısında durmamak gerektiğinin en çok farkında olan kim ise ülkenin kısa ve orta vadede geleceğinde söz sahibi olacak olanlar da onlar olacak.
Ve muhalefet artık anlamalı ve bilmeli ki Sn. Erdoğan’ın şahsında vücut bulan iktidar zihniyeti ve tüm bu yaşanılanlar bir sebep değil tam tersine bir sonuçtur. Geçmişin travmalarını iyi bilen, onları kullanan, ajite eden ve siyaseten yönetime taşıdıklarını bir şekilde besleyen bu kodları anlamadıkça muhalefetin halkı kendi saflarına çekmeleri hayalden ibarettir.