Mustafa Alimoğlu


Azdırılan ve Bezdirilen Milliyetçilik

Azdırılan ve Bezdirilen Milliyetçilik


Milliyetçilik, mana ve idea olarak esasen toplumu birleştirmesi, ülke çıkarlarını evrensel değerlerle buluşturması gereken bir kavram iken, son yıllarda, daha çok iktidar eliyle milletimizi ayrıştıran, kutuplaştıran ve düşmanlaştıran bir yapıya evrildi.

Milliyetçilik adı altında içeride otoriter

Bu iddia ile yola çıkanların günün sonunda elde edeceği tek netice, ülkesine ve halkına yaşatacağı acı ve ıstırap dolu bir gerçekliktir. Tarih bu aksiyonların misalleri ile doludur.

Ülkesine ve halkına huzur, refah ve barış vaat etmek bunu gerçekleştirmek, bilgi, beceri ve özgüvenli olmayı gerekli kılar. Halbuki devamlı surette iç-dış düşman tezini işleyerek kısa ve kolay yoldan halkı sevk ve idare etmenin bu birikimlere ihtiyacı yoktur.

Bu argümanlarla yola çıkanların, içerde tahkim ettikleri otoriterliği devam ettirme adına, baştan itibaren karşı cephede konumlandırdığı düşmanlara savaş açmaması zamanla imkansız hale gelir.

Koalisyon bileşenlerinin bugün kolay yolu tercih ederek her daim düşman üreten, yasaklayan ve farklılıkları yok sayan tavrını, bu manada düşünmek  gerekir. Zira yapmak, inşa etmek, refah ve zenginlik üretmek, bilimle, tecrübeyle ve birikimle olur.

Peki bu hasletler olmadığında çözüm olarak ne yapılıyor? Evet, geçmişte örneklerini gördüğümüz şekliyle yoksunlukları, yetersizlikleri kamufle etmenin en kestirme ve kolay yolu seçiliyor. Bir başka ifadeyle zücaciye dükkanına dalan bir fil gibi kabalık ve hoyratlık siyasetinin çaresiz bayağılığına demir atılıyor.

12 Eylül öncesinde milliyetçilik mücadelesinin  her sahadaki savunucuları, yapılan yanlışların, yitirilen canların (sağdan ve soldan) ideolojilerine ne kadar zarar  verdiğini görmediler mi? Milliyetçiliğin (ülkücülük) 12 Eylül darbesi sonrası çek-senet argümanlarına konu edilmesi karşısında bu camiada bir hayal kırıklığı oluşmadı mı? Belli bazı milliyetçi (ülkücü) isim ve gurupların, mafya yapılanmaları ile anılıyor olması, toplumun milliyetçilik kavramına bakışını nasıl şekillendirdi?

Yıllar geçmiş lakin değişen hiçbir şey olmamış gibi. Son zamanların türedi yeniyetme figürlerinin, slogandan öteye geçmeyen ideolojik heyecanları, eski kafa devletlular için eskinin alışkanlıklarına bir pencere mi açmalıdır? Yaşadığımız bir dejavu mu, yoksa öğrenilmiş bir çaresizlik mi?

Koskoca bir idea, sokak kavgalarının, pusu atmaların, tehdit dilinin, sermaye sahiplerine jandarmalık yapmanın ve “vurun len söyletmen” yeniçeri zihniyetinin kısır hoyratlığından kendini niçin kurtaramaz?  Eğitimsizlik bu karmaşanın en başat sebebi ise “milliyetçilik tüccarları” da bu yangına su yerine benzin taşıyan itfaiye erleridir.

Milliyetçilik düşüncesi, tüm bu kavram karmaşalarından ve yanlışlardan azade kalmak yerine paratoner misali bütün bu negatiflikleri üstüne çekmek için neredeyse özel bir çaba bile sarfeder oldu.

Geçmişin geleneksel asker, savaş seferberlik olgularından hareketle şekillenmiş toplum sosyolojimiz, hiza-istikamet ve yanaşık düzen alışkanlıklarını terk edeli çok oldu. Hala eskinin kafasını yaşayan devletluların “Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer.” tadında devam ettirmeye çalıştıkları siyaset anlayışının pek de alıcısının kalmadığı ortada.

Geçen yüzyılın fikir tartışmalarının bile fersah fersah gerisinde, lider-teşkilat-doktrin sıkışmışlığı içinde bocalayan bir ideolojinin çağımız gerçekleri ile ne derece bir yakınlığı olabilir?

Milliyetçilik (adına büyük dava denilerek başka her şeyin tali olduğuna inandırılan milliyetçiler-ülkücüler)  vatan savunması ve rejim bekçiliğine sıkıştırılan bu sarmaldan çıkmadığı sürece, eli sopalı fikirsiz sadece emir eri gibi davranan bir yapıdan öteye geçmeleri imkansız.

Mesela bir milliyetçi liderden, kanaat önderinden  milletine refah, huzur sağlayacak herhangi bir bilimsel ve ekonomik bir teklif niçin duymayız?

Ülkesini, milletini çok sevdiğini söyleyen bu milliyetçiler, milletinin bireysel hak ve özgürlüklerini genişletmek yerine niçin daha çok kısıtlamak isterler?

Mesela bu zevat, bu milletin kadınları çocukları katledilirken, tecavüze uğrarken niçin seslerini hiç yükseltmez, yeri göğü inletip bunların son bulması için çaba göstermez?

Alınmayan tedbirler yüzünden iş kazalarında hayatlarını kaybeden, madenlerde göçük altında kalan, parası olmadığı için okula gidemeyen, düzgün eğitim alamayan çocuklarımızın hakkını hukukunu savunmak niçin bir milliyetçinin derdi- davası olamıyor?

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Lakin bu konulara dahi ideolojinin siyah gözlüklerini takarak bakan önyargılardan kurtulmadıkça, özeleştiri  kültürünü kazanmadıkça bu sarmaldan çıkmak hayli zor görünüyor.

Her ne kadar başka uluslar gibi kendi toplumunun da farklı kesimlerini düşman görmeye  meyilli ve görece bencil olduğu algısına açık olsa da, bidayette milliyetçilik kavramına yön verenlerin muradı insani ve dahi evrenseldi. Bu manada;

Türk milliyetçiliğinin duayen ideologlarından Yusuf Akçura,

“Demokratik milliyetçilik, hakka dayalı ve sırf savunma amaçlıdır; gasp edilen hakkı almaya ve gasp edilmek istenen hakkı müdafaaya çalışır.

Emperyalist milliyetçilik ise saldırı amaçlıdır, diğerlerinin hukukuna bile tecavüzü caiz görerek kendi milliyetini takviyeye çalışır.” diyerek milliyetçilik kavramının evrensel ve demokratik yanına vurgu yaptığını özellikle hatırlatmak isterim.