Mustafa Alimoğlu


Ne mi Söylüyor Yoksa Kim mi Söylüyor...

Ne mi Söylüyor Yoksa Kim mi Söylüyor...


Tutarlı, özgün ve ortak bir muhalefet dili oluşturmak, toplumsal muhalefetin ve ülkenin az da olsa umuda kavuşması adına tek çıkış noktası. 

Koalisyon iktidarının ya da esasen AKP’nin ötekileştiren ve kendi vatandaşlarından bile terörist üreten siyaseti, onların argümanları etrafında siyaset yapmakla bitmez. Bu yanılgıdan kurtulamayan muhalefetin her şeyden önce bir özeleştiri yapması gerekiyor.

Zira  yakın geçmişte kendi mamulleri olduğu kadar iktidarla da ortak oldukları birçok antidemokratik söylem ve uygulamalar yüzünden hatırı sayılır bir bagaja sahip oldukları su götürmez bir gerçek. Söz konusu bagajın çoğu zaman onları iktidar ile aynı söylem birliğinde buluşturduğunu da unutmamak gerekiyor.

Bu yüzden olsa gerek gerçek bir duruş gösteremiyor, bağımsız bir siyaset üretemiyorlar. Toplumu karşımıza almayalım, iktidarın kutuplaştırıcı siyasetinin tuzağına düşmeyelim diyerek bazen doğru hamleler atılmış olsa da, bir yerden sonra bu siyaset tarzı toplumsal muhalefet nazarında; “bunlar iktidarla beraber” algısına neden olmaktadır. İktidardan bezmiş ve umudunu kaybetmiş seçmenin niçin muhalefete yönelmediklerini, kararsız kaldıklarını bu minvalde değerlendirmek yanlış olmaz. 

Muhalefetin tüm bu kafa karışıklıklarından kendisini kurtarması, iktidarın (AKP) argümanlarını ve siyaset söylemini çöpe atmakta mümkün gözüküyor. İktidarın özellikle dış politika üzerinden ürettiği popülist uygulamalara onun yanında  saf tutarak destek veren muhalefet, inanmadığı bir şey için idare-i maslahat nevinden söz söyleyen ve hiç de güven vermeyen bir duruma düşmektedir.. Etrafta dönen bu ortaoyunundan kimsenin haz almadığı da yadsınamaz.

Esasen muhalefet, iktidarın popülist politikalarına yekten karşı durmak ya da yanında olmak yerine gerçek bir özgüvenle ve tutarlılıkla iktidarın çelişkileri ve aldatmaları üzerinden bir karşı siyaset dili üretmeli. Ve bunu tüm muhalefet hep beraber  ortak bir dil geliştirerek yapmalı. Bu konuda söz birliği içinde olmalı ki surda gedik açmak isteyen iktidara fırsat verilmemeli.

İktidarın, hacıyatmaz tarz-ı siyasetine protein sağlamamak için onların argümanlarını reddetmek iyi bir başlangıç olacaktır. AKP’nin her meselede ülke yerine kendi mutlu azınlığını öncelediğini, Türkiye Cumhuriyeti yerine partilerini merkeze aldığını, neredeyse her adımlarını aslında memleket için değil kendi bekaları için attıklarını, ülke içinde zora girdikleri zananda sahte dış politika uygulamalarına yöneldiklerini açık etmek şarttır.

Muhalif kesimlerin, AKP’nin içi boş hamaset siyasetine ortak olmadan behemehal özgün bir siyaset dili oluşturmak gibi bir sorumluluğu  vardır. Yoksa günün sonunda, benzer söylemlerle siyaset yaptıkları için seçmenin niye aslını tercih ettiğini düşünmek durumunda kalacaklardır.

Her ne kadar ötekileştirme ve kutuplaştırma siyaseti AKP’ye puan kazandırıyor ise de tam tersi bir yaklaşım olarak AKP’nin söylem ve uygulamalarına toplumu karşısına almamak adına ortak olmak, ses etmemek de yine AKP’nin işine gelmektedir. Bu sebeple tutarlı, özgün ve ortak bir muhalefet dili oluşturmak tek çıkış noktasıdır.

Kısa zaman önce bir yazımda değindiğim, haklı olanın yanında olmak yerine farklı olanın karşısında durmanın altında yatan gerçeğin ideolojik körlük olduğuna değinmiştim.

Türkiye siyasetinin bir başka gerçeği de, ne söylendiği ile değil kimin söylediği ile konumlanan bir ideolojik yaklaşıma sahip olmasıdır. Hatta biraz daha ileri giderek kimin, ne zaman söylediği ayrıntısına kadar da gidilmektedir. Tüm bu hengame içinde ne söylendiği güme gitmekte ve kimse meselenin esası ile alakadar olmamaktadır.

Dolayısıyla sözün bir değeri ve itibarı kalmamakta, sırasıyla olaylar

Muhalefet her fırsatta AKP iktidarının muhalefeti yok ettiğini, ifade hürriyetini kısıtladığını, yargı ve medyayı kontrol altına aldığını, insan hakları ve demokrasi konusunda ülkeyi kapalı bir rejime doğru sürüklediğini dillendirmektedir.

Peki tüm bu eleştiriler kimin söylediğinden bağımsız olarak gerçek mi yoksa haksız birtakım eleştiriler midir diye soralım.

Bir akıl yürütmeyle, muhalefetin haklı olduğundan yola çıkarsak mesela yine kimin söylediğinden bağımsız benzer şeyleri ifade edenler de doğru şeyler söylüyor diyebilir miyiz?

Peki diyelim ki tüm bu hakikatleri pek de haz etmediğimiz biri söylese... Hatta düşman bellediğimiz bir gurup da aynı gerçekleri dile getirse...

Mesela muhalefet, anayasal bir hak olan protesto ve gösteri hakkını kullanan üniversite öğrencilerinin dayak yemesini, terörist ilan edilmesini eleştiriyor ve yargının da iktidarın etkisinde öğrencilerin aleyhine kararlar verdiğini söylüyor ve eleştiriyor.

Mesela öldürmek kastıyla muhalif bir siyasetçiye saldıranlar, sırf koalisyonun etkili ortağı ile aynı ideolojiye sahip kişiler olması nedeniyle tahliye edildikleri söyleniyor. Muhalefet bu konuda iktidara eleştiriler yöneltiyor.

Evet diyelim ki muhalefet haklı ve fakat neden benzer söylemleri ifade eden bir başkasının karşısında ve dolayısıyla iktidarın yanında konumlanmak zorunda kaldıklarını izah etmek zorundadırlar.

“Yani, eğer, mesela, filhakika” gerçek tek ve soyut ise niçin buna bir kılıf giydirmek ve kimin söylediğine göre konum almak zorunda hissediliyor?

Tüm bu davranışları, çelişkileri, samimi olmayan işgüzarlıkları vatandaşların umursamadığı algısına mı güveniliyor.

Ey muhalefet bence vatandaşı o kadar da hafife almayın derim. Gerçeğin yüzü ne kadar keskin, soğuk ve acıtıcı olsa da günün sonunda onunla yüzleşmek ve gücüne ram olmak zorunda kalınır. Sahteliğin ve samimiyetsizliğin yüzü de ne kadar sıcak ve akışkan olsa da günün sonunda onun açık denizde su alan bir tekne olduğu gerçeğiyle tanışırız.

İktidarın umrunda olmasa da muhalefetin

Çernobil dizisindeki şu sözleri ilke edinme vakti geldi de geçiyor.:

“Her yalan söylediğimizde gerçeğe borçlanırız. Ve bir gün mutlaka o borçlar ödenir. Gerçek rahatsız ettiğinde yalan üstüne yalan söyleriz, ta ki yalanın orada olduğunu hatırlamayıncaya kadar. Fakat hala oradadır.”