Ülkemizde lüks içinde yüzenler ve çöpten ekmek toplayanlar hep olmuştur. Bu durum yadırganamaz. Ancak zengin -yoksul ile birlikte orta sınıf da çoğunluğu oluşturacak şekilde bu sistem içinde yakın tarihe kadar varlığını korumuştur. Ekonomik ve sosyal yönden sağlıklı bir toplumdan söz edebilmek için zengin- yoksula ilaveten orta sınıfın da varlığı zaruridir. Hem de en azekonomiksınıfın yarısını oluşturacak şekilde olması gerekir.
Günümüz Türkiye gerçeğine baktığımız zaman orta sınıfın tükenme noktasına geldiğini, geriye zengin ve yoksul denen iki kesimin kaldığını görüyoruz.
Zengin denen katmanın çoğu tıpkı Kürşat Ayvatoğlu gibi iktidardakilere yaklaşarak, layık ve ehil olmadıkları makam ve mevkilere gelerek elde ettikleri haksız kazançla lüks içinde yüzme becerisini - sözüm ona- gösteriyor. Asım’ın nesli olma iddiası ile çıkılan yolda hasılat: Dini terminolojiyi iyi kullanansahtekar bir nesil…
Bu durum yeni değil. Her dönemde o ya da bu şekilde vardı ama yadırganır, ayıplanırdı. Ancak, AKP iktidarları döneminde bu halin ayıplı işler olmaktan çıktığına, meşrulaştığına şahit oluyoruz.
Bir siyasi partinin özeti olma niteliği kazanan lise terk, 27 yaşındaki büro çalışanı bir gencin lüks yaşamı, ileri ki zaman diliminde geriye dönüp baktığımızda bir siyasi dönemi anlamamıza /anlatmamıza yetecektir. Bu dönemde pek çok yandaşın emsalsiz varlığa kavuştuğu gibi; silik, sevimsiz,‘ene’ci, halkın değerleri ile kavgalı bukalemunların da rüyalarında göremeyecekleri sadakat temelli pek çok unvanları elde ettiklerini izliyoruz.
Ülkemizde, alın teriyle çalışan insanların hakkını alamadığı bir sistem inşa edildiği için avantacı dünkü çocuklar hesabı verilemeyecek kadar çok mal artışına sahip olurken, ne çalışan bir doktor maaşının karşılığını alabiliyor ne bir avukat ne de bir hakim…
Gelir dağılımında adaletin olmadığını, zengin- yoksul arasındaki mesafenin gün geçtikçe daha çok açıldığını görüyoruz. Halbuki o makas açıklığı ne kadar azalırsa halkın refah payı o kadar yükselecektir.
Haksız kazançla elde edilen lüks yaşam, çoğu iktidar mensupları ve iktidar kuyruğuna yapışanlar tarafından sürdürülürken, diğer tarafta halkın çöpten ekmek toplayarak verdiği ayakta kalma mücadelesi...
Zenginin daha zengin fakirin daha fakir olduğu bir sistemde orta tabaka erimiştir. Halbuki 2002 yılında zenginin daha az zengin olduğu, yoksulun orta sınıfa yaklaştırıldığı bir sistem inşası için yola çıkılmıştı. Yani alt ve üst sınıfı orta direğe yaklaştırmak iddiası ile …
Önceden “orta direk” diye bir şey vardı. İnsanlar “durumu çok iyi olanlar, iyi olanlar ve iyi olmayanlar” diye tanımlanırdı. Türkiye’de orta direği oluşturan esnafın siftahsız kepenk kapatarak çökme noktasına geldiğine; eğitimli sınıfın ise her geçen gün enflasyon altında ezilerek ekmeğinin küçüldüğüne şahit oluyoruz. Dolayısıyla sıklıkla Özallı yıllarda kullanılan orta direğin kaybolduğu, zengin ve fakir diye insanların ayrıldığı dönemi yaşıyoruz.
Çalışmak isteyenlere iş verebilmek hükümetin asli görevlerinden iken, “Herkes kendi işini bulsun!”demek işsizlik sorununu çözmüyor. Anne- babaların üniversite bitiren ev gençlerine bakmak zorunda kalıyor olması ekonomik durumu anlatmaya yetiyor, artıyor.
İki yüz bini aşkın dükkanın hükümet desteği görmemeye bağlı kapanması, orta direğin çöküşünün fotoğrafıdır. Orta direği çöken ekonomik ve sosyal yapının hayatiyetini devam ettireceğini düşünmek hayalperestliktir.
Vergi mükellefi olmayan Suriyelilerin bütün ihtiyaçlarını gidermek için 40 milyar dolar harcayan T.C. hükümeti, yıllardır vergisini aksatmadan ödeyen esnafın pandemi geçene kadar kirasını dahi ödeyemedi.Suriyelilere var olan kaynak, kendi esnafı ve enflasyon altında her gün ekmeği biraz daha küçülen emekli, işçi, çiftçi, memur için yok oluyorsa bunun adı başka bir şey olsa gerek.
Halkın gerçek sorunlarına kör ve sağır olan iktidar mensupları işsizliği, açlığı ve yoksulluğu ve de iktidar değirmenine su taşıyanların anormal zenginleşmelerine imkan tanımış; 15 Temmuz hain darbe girişimini Allah’ın lütfu olarak değerlendirmiş; Montrö Anlaşması ile Atatürk’ün anahtarını beraber götürdüğü Boğazları, Kanal İstanbul saçmalığı ile tartışmaya açacak konuma getirmiş ve Boğazlar konusunda fikir beyan eden en yetkin isimleri darbe iması ile suçlamıştır.
Netice olarak, “Her şey Türkiye için” den “Her şey benim için”e gelinmiştir.