Namık Açıkgöz


Birkaç Kuşağı Romanla Emziren Anne: Emine Işınsu

Birkaç Kuşağı Romanla Emziren Anne: Emine Işınsu


Emine Işınsu Öksüz ( 17 Mayıs 1938- 05 Mayıs 2021, saat 06:45 civarı), Cumhuriyet dönemi edebî şahsiyetlerinden Halide Nusret Zorlutuna’nın kızı. Babası asker Aziz Vecihi Zorlutuna. Emine Işınsu, Çocukluğundan itibaren edebî bir muhitte yaşamış.

Bizim kuşak Emine Işınsu’yu 1970’lerde tanıdı. Okuduğumuz ilk romanı Azap Toprakları idi. Sonra Ak Topraklar, Çiçekler Büyür, Sancı, Tutsak, Canbaz gibi romanlar geldi. Bu romanların fikrî yönümüzü tahkim ettiğini hissediyorduk ama daha sonra anladık ki bu romanlarda fikrî veya ideolojik yön, sadece birer arkaplandan, fondan ibaretmiş. Asıl anlatılan “insan” imiş. Hüznüyle, sevinciyle, kıskançlığı, sadakati, ihanet, fedakarlığı, ihtirası ile insan… İlk basılan romanı  (1966) olduğu halde, ideolojik körlüğümüzden dolayı,  biraz geç keşfettiğimiz Küçük Dünya’yı okuduğumuzda fark ettik ki Emine Işınsu, insanî derinliği romanlarının ana ekseni yapıyor.

Azap Toprakları( 1970)’nda Batı Trakya Türklerinin maruz kaldığı mezalimi anlatırken, sadece zulmün toplumsal boyutunu değil, zulme maruz kalanların insanî yönünü, fedâkarlıklarını, sevgilerini, umutlarını da anlatırmış. Çiçekler Büyür (1978)’de Bulgaristan Türklerinin yaşadıkları zulmü anlatırken de benzer bir insanî derinliğin tercümanı imiş. Ak Topraklar( 1971), basit bir tarihî roman değil, 12. yüzyıl insanı perspektifinden bütün zamanların insanını değerlendirme imiş. Tutsak(1973)’ta sadece Irak Türkmenleri anlatılmıyormuş; zaaflarıyla ve meziyetleriyle bir insanlık trajedisi dile getiriliyormuş.

Tabii bizim kuşak için en önemli 2 romanı Sancı ( 1974) ve Canbaz (1982) idi. Çünkü bu iki romanda da bizim kuşakla iç içe geçmiş bizden önceki kuşağın hikâyesi anlatılıyordu. Yani bu iki roman da 1968-1975 arası dönem romanı idi. Sancı’da 23 Kasım 1970 günü Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’nda canice katledilen Ertuğrul Dursun Önkuzu’nun hikâyesi anlatılıyordu ama mesele basit bir “ideolojik kavga” olmaktan da öte, Anadolu insanının sosyal etkisinin gittikçe artmasını, hikâyesi olmayan insanların hikâyesini anlatma idi. Emine Işınsu, o dönemin olaylarını, basit bir “gençlik hareketi” olarak değil sosyal değişimde sözü olmayanların sözünün olmaya başlaması ve buna engel olmaya çalışanların kavgası olarak anlatır.

Canbaz romanı da bir dönem romanıdır ve İlhan Kesici (Romanda “İlhan Kasapoğlu”) merkezli bir kurgu söz konusudur. Sancı’da olduğu gibi, bu romanda da ideolojik arka plan değil, roman kahramanlarının durumu önemlidir.  ODTÜ mezunu bir gencin sosyal ilişkileri, Türk solunun durumu; kapitalizme eleştiri ve sermayedarın öldürülmesi, bütün yönleriyle 1970 sonları Türkiye’sinin bir izdüşümüdür.

Bizler bu romanları daha çok ideolojik arka planı üzerinden okuma yaparak hata ettik. Yukarıda da dediğim gibi ben Küçük Dünya’yı okuduktan sonra bu romanların insanî derinlik açısından okunması gerektiğini anladım. Bereket Küçük Dünya’yı Canbaz’dan önce okumuştum ve Canbaz’ı okurken ideolojik bakış açısı hatasına düşmedim.

Bir Yürek Satıldı (1967) ve Bir Milyon İğne (1967) adlı piyeslerini okuduğumda da Işınsu’yu artık sadece fikrî yönüyle değil, insanî derinlik yönüyle de okumaya başlamıştım. “Bir milyon iğne, bir milyon kere battı çıktı beynime” cümlesinin çıldırtıcı hüznünü ve şaşkınlığını hâlâ yaşarım.

Sonra diğer romanları geldi. Özellikle tasavvufî şahsiyetlerin biyografik romanları olarak görülebilecek Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri (2003, Yunus Emre), Bukağı (2004, Niyazi-i Mısrî), Bayram (2005, Hacı Bayram). Tasavvufî şahsiyetlerin biyografik romanları, Emine Işınsu’nun son eserleri oldu.

1982 ilâ 2005 arasında Kaf Dağı’nın Ardında (1988), Alparslan (1990), Atlı Karınca (1990), Cumhuriyet Türküsü (1993), Nisan Yağmuru (1997), Havva (1999) adlı romanları yayınlandı. Bunlardan başka İki Nokta (1965, şiirleri)  Ne Mutlu Türkün Diyene (1969), Adsız Kahramanlar (1975), Bir Gece Yıldızlarla (1991, Hikâyeler) ve Dost Diye Diye (1995, denemeler) adlı kitapları vardır.

***

Emine Işınsu ile ilk defa 1977 yılında Ankara Yükseköğretmen Okulu Seminer Salo’nunda tanıştık. Eserlerini okumuş ve 1976 Eylül’ünde edebiyat tahsil etmek için Ankara’ya gelmiş biri için çok heyecanlı bir tanışma idi.  Sonraki yıllarda irtibatımız değişik mahfillerde beraber olmaktan ibaret aldı ama çıkardığı Töre dergisinin sıkı takipçisi idik.

1990’larda sevgili Yağmur Tunalı, Küçük Esat’ta kiracıları olmuştu. Onlar da aynı apartmanda oturuyorlardı. Ankara’ya her gelişimde sevgili Yağmur’a uğrardım ve arda Emine hanımlara da giderdik. Fotoğraflarımı karıştırırken gördüm; 6 Ekim 2010 günü  Ankara’daymışım ve rahmetli Dr. Turgut Alsırt ağabeyin Altay Vakfı’nda bir sohbetinde Emine Işınsu ablamızla beraber olmuşuz. Bundan birkaç yıl sonra da bir akşam yemeğinde onların devlathanesinde bir araya gelmiştik. Zaten takip eden yıllarda da rahatsızlandı ve son yıllarda bu dünya ile iletişimi tamamen koptu ve Yunusların, Hacı bayramların, Niyazi-i Mısrîlerin anlattığı “ölmeden evvel ölmek” sırrına da ulaştı.

Emaneti teslim ettiği gecenin akşamında sevgili Yağmur Tunalı, Mehmet Güntekin’in korosunun icra ettiği “Tekbir”i dinletmek istemişti; inşallah dinlemek nasip olmuştur.

***

Acı hakikati söyleyeyim…

Emine Işınsu’yu en iyi okuyan bizler bile onu başta yanlış anladık. Onu daha çok ideolojik bakış açısıyla okuduk ve maalesef pek çok yönüyle gerçekinsanı anlatmasını ön plana çıkaramadık. Bu yüzden toplumun tümüne mâl edemedik. İdeolojik bakışlar, ondaki insanî duyarlılığı arka plana itti.

Emine Işınsu, 1970’lerin Türkiye’sini anlattığı romanlarıyla ve bu romanlarındaki insanî derinlikle edebiyat tarihine mâl olmuş bir edebî şahsiyettir. Ayrıca dış Türkler meselesini de gene insanî derinlik açısından yazan tek romancıdır.

Ruhu şâd, mekânı cennet olsun. Değerli eşi İskender Öksüz, evlatları ve sevenlerinin başı sağolsun.

Altay Vakfı 06.10.2010