Bundan tam 73 yıl önce dünyanın gözleri önünde vatanları ellerinden alınmış olan mazlum Filistinliler yine gündemde. O yıldan beri,bir yanda adım adım, uyduruk tarihî masallara dayanaraktopraklarını büyüten bir ırkçı ve dinci Yahudi Devleti İsrail, diğer yanda giderek Kutsal şehir Kudüs’ü de kaybetmek üzere olan bir Filistin!.. 2017 Aralığında ABD’nin Kudüs’ü, İsrail’in Başkenti olarak tanıması ve Büyükelçiliğini oraya taşıması, yeni bir dönüm noktası oluşturmuştu. İç siyasete ilişkin hesaplarla da olsa,İsrail’in bu defaMescid-i Aksa’da namaz kılan cemaate saldırmasıyla başlayan olayların, 2014’deki gibi bir katliama yol açacağından korkuluyor. Arap âlemi sessiz, Dünya sesiz, biraz İran, ama özellikle Türkiye bütün varlığıyla âdeta ayakta… En son, Filistin’in attığı roketlere karşı İsrail tarafından başlatılan hava saldırılarında en az 20 kişinin öldüğü haberleri, gerilimi iyice artırdı. Allah korusun, yarın neler olacağı, hangi katliam haberleri geleceği bilinmez.
Birlik ruhunu giderek tamamen kaybeden İslâm dünyasının son yıllarda geldiği noktayı, sadece Filistin’in başına gelenlerle de ölçemeyiz. ABD-İsrail işbirliğine karşı İslâm dünyasında âdeta kaderine terkedilen, Arap kardeşlerinin bile himayesini kaybeden bir Filistin gibi, Müslüman Türk dünyasında da Kızıl Çin karşısında yalnız bırakılan bir Doğu Türkistan var. Birincisi İsrail tarafından adım adım işgale uğrayan vatanının geri kalan parçasını elde tutma mücadelesi verirken, ikincisi en son 1949’da Kızıl Çin işgalinden tamamını kaybettiği öz-vatanında, soykırım yoluyla tamamen eriyip yok olmama çabasında. Her ikisi de mağdur, her ikisi de mazlum!... İlginçtir, her ikisi de son yıllarda kendi soydaşları, “millet-daşları” tarafından ihmal edilmiş olmanın, görmezden gelinmenin burukluğunu yaşıyorlar. Filistin’in, ABD-İsrail ittifakının yarattığı korkuyla Arap kardeşlerince kendi kaderine terkedildiğini söylemiştik; ne yazık ki, Doğu Türkistan’ın da dünyayı tehdit eder hâle gelen Kızıl Çin’in yarattığı endişe ile Türk kardeşleri tarafından kendi kaderine terkedildiği ortada. Yani açıkçası, her ikisinin de dertleri aynı, kaderleri bezer, fakat maalesefmevcut şatlarda fazla ümit vermiyorlar.
Ama ne ilginçtir ki, Filistin sanki daha şanslı görünüyor. Çünkü Filistin’in, en azından soydaşı değilse de dindaşı olan, bir zamanlaronunla aynı Devlet-i âliye’nin çatısı altında barınan ve aynı medeniyet değerlerini paylaşan Türkiye, BM kürsüsü dâhil hemen her düzlemde Filistinli kardeşlerine, halkıyla ve hükûmetiyle sahip çıkıyor. Bunun “insanî siyasetten mi”, “İslâmî siyasetten mi”, yoksa daha çetrefil sebeplerden mi kaynaklandığını “baktığın zaman (?)” hemen her şeyi bir çırpıda “analiz eden”, şu meşhur “ekran allâmesi” uzmanlara bırakıyoruz.
Türkiye’nin, Filistin dâvası ile Doğu Türkistan dâvasına sahip çıkma gayreti bakımından öylesine açık bir fark söz konusu ki, birincisi için ağlayan, gözyaşı döken, onlar için o topraklara koşup giderek mücadeleye katılan dünün “devrimci-sosyalistleri”nden, bugünün “fedâkârİslâmcıları”na kadar, samimi Türkler var. Keza, Türkiye’de ağlamakla kalmayıp Cuma namazı çıkışlarında protestolar yapan, geniş caddelerde yürüyüşler düzenleyen, meydan mitinglerinde haykıran, İsrail B.Elçilik ve Konsolosluklarını kuşatan, topyekûn FİLİSTİN DÂVASI için ayağa kalkan kitleler var. Oysa DOĞU TÜRKİSTAN hepten sahipsiz! O kadar ki, bırakınız bütün bir millet olarak ağlamayı ve ayağa kalkmayı,
Türkiye'de yaşayıp da D.Türkistan'daki toplama kamplarında ve hapislerdeki yakınlarından son dört yıldan beri hiçbir haber alamadıkları yakınlarına yapılan işkenceleri, ırza tecavüzleri, ölümleri; binlercesi “propaganda merkezi” veya “eğlence yeri”ne dönüştürülmüş câmilerin acıklı hâllerini; Kur'an okunması, oruç tutulması şöyle dursun Ramazan'da sırf zulüm olsun diye Müslümanlar arasında düzenlenen alkol içme yarışlarını protesto için, iki yıl önceki bir Ocak ayında karda-kışta Istanbul'dan Ankara'ya kadar yürüyüyüş yapan kafile, Kızılcahamam'dan daha beriye geçirilmedi ve polis arabalarına doldurularak Istanbul'a döndürüldü. Keza, geçtiğimiz Şubat-Mart aylarında hem İstanbul'da Çin Başkonsolosluğu, hem Ankara'da B.Elçiliklerinin önünde yine D.Türkistanlı aileler, Çin'i protesto için günlerce bekleştiler, ama polislerimiz etraflarını kuşattı ve tek bir yetkilimizden Çin zulmü aleyhine tek bir kelime edilmedi.
Biz Maraş merkezde, Türk Ocağı olarak geçtiğimiz yıl, yani 2021 yılı Ocak ayında, sayısı 100 civarında STK ve Meslek Odalarının da katılım vaadiyle Kızıl Çin aleyhine bir protesto yürüyüşü düzenledik. Müftilik meydanından Özel İdare iş merkezine kadar sokakların alamayacağı kalabalıklar katılır zannettik. Dışardaki Doğu Türkistan Millî Meclis Başkanı Seyit Tümtürk Beyin de katıldığı programda, 1.000 civarında insanla yürüdük. Bizim dışımızda K.Maraş Tarih ve Kültür Platformuna mensup bir miktar Dernek yetkilisi ile sağ olsunlar İHH'lılar'la birlikte İNSAN ve MEDENİYET VAKFI temsilcisi arkadaşlarımız iştirak ettiler. Oysa her teşkilattan 100 kişi katılsa, en az 10.000 kişi olmalıydı. Ama buna bile şükür dedik!..
Dahasını söyleyelim; K.Maraş B.Şehir Belediyesi iki yıl önce, K.Maraş ile Çin'in Yivu Şehri arasında Çinli yetkililerin de katılımıyla 'Kardeş Şehir ÖnProtokolü'nü imzaladı; Türk Ocağı olarak Sayın Başkan ve Meclis üyelerine mektup yazarak uyarmamız ve bazı STK'ların da karşı çıkması üzerine şimdilik nihaî protokolü durdurdular.
En son habere gelince;D.Türkistan'da yapılan zulümlerin soruşturulması hususunda beyanat veren ve Meclis'e Ataştırma Önergeleri sunan bir kısım partilerin tutumlarına tepki gösterdiğini öğrendiğimiz Çin Halk Cumhuriyeti, galiba anlaşmalı Sinovak aşısının teslimini geciktirmiş olmalı ki, Sayın Sağlık Bakanımız geçtiğimiz hafta şu beyanatta bulundu: Çin ile aramızdaki hassas konuları kaşıyarak ilişkilerimizi bozamasalar da hasar verdikleri kesin!...
'Hassas konuları kaşımak!..', öyle mi???
Zâlim Çin, Müslümanlığı ilk seçtiğiniz topraklarda, ata yurdumuzda yaşayan Doğu Türkistanlılara olmadık işkenceler etsin, erkekleri toplama kamplarına gönderilmiş evlere sözde 'kardeş aile' uyduruk projesiyle Çinli erkek görevliler yerleştirsin, namuslara el uzatılsın, Allah-din- Kur'an, bütün mukaddesler çiğnensin, sen bunları hem de Dünya ölçeğinde protesto edeceğine, susmakla bile kalma, bir de bütün bu rezilliklere karşı çıkanları kınamaya kalkış!... 'Bu hassasiyet', insanlığın hangi kitabında yazıyor acaba? Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz Türkiye’deki kardeşlerine, asla cevap veremediğimizşu soruları soruyorlar: Türk ve İslâm dünyasının bu suskunluğu Doğu Türkistan'daki kardeşlerinizin yok olmasına sebep olursa, Müslümanların ve Türklerin kardeş olduğuna nasıl inanacağız? Bizler Müslüman değil miyiz? Üstelik aynı tarihin, medeniyetin sahibi, hem de soydaş değil miyiz? Hepsinden önemlisi, İNSAN değil miyiz bizle?
Son söz; Filistin için ayağa kalkan Türkiye'yi alkışlıyor ve biz de Mescid-i Aksa'ya saldıranları, oradaki Müslüman Filistinlilerin canına kastedenleri, katliam yapan alçak İsrail'i sonuna kadar lânetliyoruz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin İsrail aleyhine aldığı kararların ve yapılan resmî açıklamaların hepsinin altına biz de imzamızı atıyoruz. Dindaşları ve soydaşları olan Müslüman Arapların, Filistinli kardeşlerinin gördüğü zulüm karşısında suskun kalmalarını ise hayretle karşılıyor ve kınıyoruz!...
Ama aziz Türkiye’mden, aynı hassasiyetin en azından yarısının olsun, yıllardan beri dünyanın gözü önünde öz-yurtlarında zulme uğrayan, işkence gören, kendi evlerinde, toplama kamplarında, hapishanelerde namusları çiğnenen, düpedüz soykırıma uğrayan Doğu Türkistanlı Müslüman Türkler için de gösterilmesini bekliyoruz.
Yoksa bütün bu yapılanları anlamak asla mümkün değil; herkesi ve her kuruluşu en başta ellerini vicdanlarına koyarak samimi davranmaya dâvet ediyoruz.
'HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR!..'
HER NEREDE YAPILIRSA YAPILSIN, 'ZULME RIZA ZULÜMDÜR!..'
YAŞASIN DÜNYANIN HER NERESİNDE OLURSA OLSUN, HAKSIZLIK VE ZULME İÇTENLİKLE KARŞI ÇIKANLAR!..
ZELÎL OLSUN DÜNYANIN HER NERESİNDE VARSA , BÜTÜN BU ZULÜMLERE SUSKUN KALANLAR!...