Namık Açıkgöz


Bir Eşref Yeşilyurt Vardı

Bir Eşref Yeşilyurt Vardı


Onun mevkii ve makamı yoktu!...

Onun parası ve serveti yoktu!...

Onun bu dünyaya ait hiçbir zenginliği yoktu!...

Ama onun geniş ve büyük bir yüreği vardı!...

Hiç uzatmadan onu ifade edecek tek söz “Çağın dervişi”dir.

Dervişlik “bir lokma bir hırka” sözü ile ifade edilir; onun bir lokması da yoktu, hırkası da…

Olanı vermek her kişinin işiydi, olmayanı vermek er kişinin!... O “er kişi” idi!...

Eşref Yeşilyurt!...

Ankara’da bir öğretmen… Din Dersi öğretmeni… Asıl işi öğretmenlik ama bir ara bürokraside görevi de var ama o daha çok cemiyetçi biri.

Eşref Yeşilyurt ağabeyi Ankara'ya geldiğim günlerde, 1976 Ekim başlarında tanıdım.

Üniversite tahsili için Ankara'ya vardığımda, İstanbul'dan rahmetli ağabeyim Halil Açıkgöz (Halil Aga) de geldi ve Eşref Ağabeyi Millî Eğitim Bakanlığı Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü'ndeki odasında ziyaret ettik. Meğer bu sıradan bir ziyaret değil, bir 'teslim edilme ve teslim olma' imiş.

Teslim oluş, o teslim oluş!...

Sonraki zamanların hepsinde Eşref ağabey oldu hayatımda.

17 Aralık'ta Şeb-i Arus için Konya'ya gidecektik; kalacak yer ve törene giriş konusunu Eşref ağabey halletti. 2 gün zarfında rahmetli Mehmet Emiroğlu amca ile tanıştık. Törenden başka, Eşref ağabeyin delaletiyle sohbetlere de katıldık. Sonradan ANAP'tan milletvekili ve bakan olan bir kişiyi evinde ziyaret ettik. Ev, kenar mahallede topraktan bir ev idi. O evden bir bakan çıkmıştı ve Eşref ağabey de o toprak evlerden gelen biriydi. O bakan Ali Talip Özdemir idi.

1976 sonu 1977 başı fakülte devamlı kapandığı için Eşref ağabey bize Ankara'da vekil öğretmenlik buldu. Boğaziçi mahallesinde daha çok Yozgatlıların oturduğu bir mahallede arkadaşım Mehmet Sarı ile beraber.2 ay kadar vekil öğretmenlik yaptık. Beşevler’den o mahalleye trenle gidip geldik. Hayatımdaki ilk tren yolculuklarım bu vesileyle oldu. Banliyö treniydi ama olsun varsındı… Sonunda trendi ya!...

O yıllarda her hafta sonu, Şehit Adem Yavuz sokaktaki Yurdocağı Derneği'nde sohbetler olurdu. Edebiyat, tarih, din, tasavvuf, musiki, mimarî alanlardaki sohbetler ufkumuzu açmamıza vesile olmuştu. Orada ne güzel insanlar tanımama vesile olmuştu Eşref ağabey!... İşte bu toplantılardan sonra, Eşref ağabey ile pideciye giderdik. Utanır ve masraf olmaktan kaçınırdık ama o “Yiyin gençler!... Ülkenin güçlü gençlere ihtiyacı var!...” diye diye bizi doyururdu. (Arada Baki Bilgin ağabeyle Kızılay’dan Beşevler’e kadar yürür Tandoğan Meydanı’nın oralarda bir yerde akşam yemeği yerdik ama o havuç dilimi tatlıdan yemeden masadan kalkmazdık.)

Eşref ağabey o yıllarda bekâr idi (Sonra Aysel abla ile evlendi.) ve Ülkücü Köylüler Derneği Genel Başkanı idi. Bir yandan dernekçilik yapıp derneğin gazetesini Türkiye’ye dağıtırken, bir yandan da Anadolu'dan gelen garip gurebâya kol-kanat geriyordu. Bir ara Kurtuluş'taki Konya Yurdu'nu üs olarak kullanmıştı. Dernek ve ağırlama işlerini oradan yapıyordu.

Olanı paylaşmak ve vermek kolaydır; Eşref ağabey olmayanı paylaşır ve verirdi. Allah onu hep dertlilerle karşılaştırdı; daha doğrusu o hep dertlileri aradı buldu. Fuzûlî diyor ya:

'Men isterem belâyı, çü ister belâ meni'... (Ben isterim belayı; çünkü bela da beni ister.)

Eşref ağabeye dertli ona gelmezse, o dertliye giderdi!...

Çünkü Eşref ağabey, elestbezminde verdiği “belâ: evet” sözünü unutmayan ve hayatının her saniyesinde o ikrarına göre hareket eden bir insandı.

Ne iyi bir insandın ve ne iyi bir derviştin sen Eşref Ağabey!...

Ben bu insanı tanıdım Allah'a şükür...

Tanıdım ve onun beslendiği billur pınardan sular içtim.

Makamın cennet olsun... Sevenlerinin başı sağalsın...

HU diyelim erenler demine HUUU!...

***

Zaman Allah’ındır… Zamanda olan her şey de ondandır… Onun zamanı olan Mayıs ayında, emaneti ona teslim eden iki büyüğümüz oldu… 5 Mayıs’ta Emine Işınsu Öksüz, 17 Mayıs’ta Eşref Yeşilyurt!...

Ah Mayıs!...

Gök Mayıs, gökçe Mayıs!..

Yüreğimizi yaktın!...

Arka arkaya iki ölüm yazısı…

Mehmet Kaplan hoca mı demişti?

“Bağrımı Karacaahmet Mezarlığı gibi hissediyorum.”