Ümit Yardım


24 Haziran 2021 AB Devlet/Hükümet Başkanları Konseyi Zirvesi ve Türkiye; Boş Viteste İlişkiler…

24 Haziran 2021 AB Devlet/Hükümet Başkanları Konseyi Zirvesi ve Türkiye; Boş Viteste İlişkiler…


AB-Türkiye ilişkilerinin bugünü ve geleceği bakımından önem taşıyan en üst düzey forumlardan  biri olan AB Devlet/Hükümet Başkanları Zirvesi 24/25 Haziran 2021 günlerinde yapıldı. Her ne kadar  en başından itibaren,  Türkiye ile ilişkiler konusunda alınacak Kararlarla ilgili hiç  bir iyimserliğimiz yok idiyse de, AB’nin  Türkiye’ye bakışının bir kez daha ve en yalın şekilde ortaya konulması bakımından yine de kayda değer ipuçları veren bir  Zirve   oldu.   Zirve’den   önce “Uluslararası Düzen’de Haziran 2021 Dalgalanmaları ve Türkiye Üzerine Etkilerine Dair Bazı Notlar”  başlığıyla kaleme almış olduğumuz makalede  de vurguladığımız gibi “İlişkilerin bugünkü durumuna bakıldığında, bu AB Zirvesinin, AB-Türkiye ilişkileri bakımından büyük değişikliklere gebe olmadığını, malumun ilamı gibi sonuçların ön planı çıkabileceğini söyleyebiliriz”  beklentisi ortaya  çıkmış oldu. (http://www.sosyalbilimlervakfi.org/2021/06/uluslararasi-duzende-haziran-2021-dalgalanmalari-ve-turkiye-uzerine-etkilerine-dair-bazi-notlar)

Zirve Sonuç Bildirisi’nden de anlaşılacağı üzere, toplantıda  hararetli dış politika maddelerinin yanısıra Covid19’la mücadelede dayanışma, AB’nin ekonomik toparlanması gibi konular da kapsamlı şekilde değerlendirildi. AB liderleri, uluslararası güçbirliğinin salgına karşı gerekli olduğunu dile getirirlerken,  DSÖ’nün Kasım 2021’de  Covid-19’la ilgili  özel   bir zirve düzenleme kararını da memnuniyetle karşıladılar. Salgınla mücadele  bağlamında ekonomi enstrümanlarının canlandırılması kararı da şüphesiz toplantının önemli sonuçlarından bazıları. Yeni Nesil AB Fonu bu anlamda 750 milyar avroluk bütçesiyle çok büyük bir kaynak teşkil ediyor ve salgınla mücadelenin yanı sıra yeşil dönüşüm, dijital değişim vb. ile  eğitim, sağlık gibi alanlarda modernizasyonu hedefliyor.  

Son dönemlerde  AB liderleri toplantılarının sürekli  gündeminde yer aldığını belirttiğimiz Türkiye ile ilişkiler konusunda AB’nin bugünkü genel tutumu  “Açık veya imalı tehditler de içeren  telkinlerde bulun, bekle, gör” çizgisinin ötesine geçemiyor.  AB ne Türkiye’den vazgeçebiliyor, ne de ilişkilere sistematik ve uzun vadeli bir perspektif kazandırabilecek stratejik adımlar atabiliyor. Aynı zihin karışıklığı ve belirsizliğin Ankara bakımından da geçerli olduğu ise şüphesiz. Son dönem açıklamalarının genel mahiyeti özetle  bu durumu yansıtıyor.  Mesela son Mart 2021 Zirvesinin Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de attığı adımlardan duyduğu memnuniyeti vurgulaması, bu adımların kalıcı olmasının ve Türkiye’nin uluslararası hukuka uymasının beklendiğinin belirtilerek bu gelişmelere göre ilişkilerde birtakım işbirliği açılımlarının doğabileceğinin, aksi takdirde ise AB’nin elindeki araçlarla gerekli tedbirleri (yaptırımlar) alacağının kaydedilmesi gibi benzeri mahiyetteki hususların 24/25 Haziran Zirvesinin ruhuna da   hakim  olduğu görülüyor. Ancak bu durum   AB-Türkiye ilişkiler sürecini takip edenler için pek de şaşırtıcı gelmiyor.

                            

Nitekim son Bildiri’de;

i.Konsey’in Doğu Akdeniz’de istikrarlı ve güvenlikli bir ortamın  ve Türkiye ile karşılıklı  yararlı işbirliği tesisinin AB için stratejik önemde olduğunu ve D.Akdeniz’de azalan  gerilimin memnuniyet verdiğini    belirtmesi,  Türkiye ile aşamalı, orantılı  ve geri çevrilebilir işbirliğine hazır olunmakla birlikte bunun daha önceki zirvelerde belirlenmiş şartlara bağlı olduğunun,

ii. AB’nin Kıbrıs konusunda ilgili BM Güvenlik Konseyi kararları esasında siyasi eşitliğe dayalı iki bölgeli  iki toplumlu federasyon tesisine tamamen bağlı olduğunun,

iii. Türkiye’deki insan haklarının ve hukukun üstünlüğü durumunun kaygı verici olduğunun, siyasi partiler, insan hakları savunucuları  ve basının hedef alınmasının Türkiye’nin demokrasiye saygı hukuk düzeni ve kadın hakları alanındaki yükümlülüklerine aykırı olduğunun, bütün bu alanların iki Taraf arasındaki diyalogun ana unsurlarını teşkil ettiğinin

kaydedilmesi  bilhassa dikkat çekmektedir.

Öte yandan; yine dış politika bölümünde, örneğin Rusya’ya karşı ihtiyatlı, hatta tehditkar bir dilin hakim olması, Libya ile ilgili bölümde ülkeden bütün paralı ve yabancı güçlerin ivedilikle çekilmesi çağrılarında bulunulması da, dolaylı şekilde bile  olsa AB dış politikası bağlamında  Türkiye’nin    üzerinde durması gerekli konular arasında bulunuyor.

Türk tarafından yapılan açıklamalardan görüldüğü üzere bilhassa  “AB’nin, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi gibi  olumlu gündeme işlerlik kazandırabilecek somut adımları atmaması,   bazı ülkelerin AB-Türkiye ilişkilerini istismar etmesi (bu ülkelerin bilhassa Yunanistan, GKRY olduğundan şüphe yok) Kıbrıs konusunda tek taraflı davranması ve KKTC’nin eşit haklarını  tanımaması…” olmak üzere çeşitli  hususlar Ankara’yı rahatsız etmiş ve tepki göstermesine yol açmıştır.

Gerçekten de bu sonuçlara bakıldığında, (çoğu kez olduğu  gibi)  Türkiye’nin AB için stratejik önemine işaret  ve Suriye bağlamında bazı takdir ifadeleri dışında olumlu değerlendirilebilecek bir yaklaşımın görülmediğini söylemeliyiz. Benzeri bir doğal ve haklı tepkinin de Kıbrıs bağlamında  KKTC’den geldiği  keza görülüyor.

Adadaki iki kesimin statü ve meşruiyetleri eşitlenmeden güya çözüm arayışlarına girişilmesinin, güncelliğini yitirmiş BMGK kararları referans alınarak ortaya tutum konulmasının adadaki gerçeklerle uyumsuz olduğu, bu siyasetin siyasi ve hukuki gerçekler esasında gözden geçirilmesi ve yeni bir AB tutumunun  belirlenmesi gerektiği bu tepkilerin temelini teşkil ediyor.

Gerek en başta  AB, gerek Türkiye  ilişkilerin ve işbirliğinin bugünü ve geleceği konusunda sağlam bir irade ve yol haritasını samimi, yapıcı ve gerçekçi bir anlayışla ortaya koymadıkları  takdirde  maalesef  önümüzdeki dönem Zirvelerinde de benzer sonuçların  çıkması kaçınılmaz olacaktır. Böyle bir senaryonun söz konusu  olması halinde  ise yüzyıllar öncesinden bugünlere uzanan ve bugün derin bir krizden geçmekte olan   köklü ilişkilerin geleceğinden umutlu olmak için  yeterli  ve ikna edici  gerekçeler de maalesef  bulunamayacak.  Böylece 21/22 Ekim 2021 AB Liderler Zirvesine kadar ilişkiler boş viteste gitmeye devam edecek…