Sema Dolunay


Hasan Sabbah’tan Günümüze Din ve Siyaset

Hasan Sabbah’tan Günümüze Din ve Siyaset


     Uyuşturucu, suikast, devlet yönetimi, din bu kelimelerin her biri farklı muhtevaya sahip olmakla birlikte tarihe ve günümüze baktığımıza birbirleriyle ilişkili örümcek ağına benzer bir tablo ile karşılaşıyoruz.  İç içe geçmiş, anlaşılması zaman alan belki de tüm boyutlarını kavrayamadığımız ilişkiler örüntüsü. Dünyada ve ülkemizde de güncelliğini hiç kaybetmemiş bu konuyu tarihi referanslardan yola çıkarak anlamaya çalışmak belki de doğru bir başlangıç olacaktır. Geçmişe gittiğimizde hatta Orta Çağ’a kadar ulaştığımızda karşımıza bu çağın en sıra dışı kişiliklerinden olan Hasan Sabbah çıkar. Peki, kimdir Hasan Sabbah? Onu sıra dışı yapan hikâyesi nedir?

Hasan Sabbah, Büyük Selçuklu Devleti Döneminde 11 ve 12. Yüzyıllarda yaşamıştır. Âlim olan Babası onun eğitimiyle yakından ilgilenmiş ve o günün şartlarında donanımlı bir öğretim müfredatı almasını sağlamıştır. Bu sayede Kelam, fıkıh, felsefe, mantık, matematik gibi alanlarda köklü bilgiye sahip olmuştur. Gençlik dönemine kadar ailesinin bağlı olduğu İmamiyye Şiasına bağlı kalmış Fatımi daisiyle karşılaştıktan ve onun fikirlerinden etkilendikten sonra da İsmailiyye mezhebine dâhil olmuştur. Daha sonraki süreçte bütün İran’ı dolaşarak bu mezhebin propagandasını yapmış ve kendisine taraftar toplamıştır. Faaliyetlerini takip eden Selçuklu veziri Nizamülmülk onu yakalamaları için görevlilere emir verdiyse de o kaçmayı ve Alamut kalesine yerleşmeyi başarmıştır. Alamut Kalesi İran’da Hazar Denizi’nin güneyinde Kazvin şehri sınırları içinde yer almaktadır ve çok geniş bir vadiyi üstten gören kayalık bir alan üzerine yapılmıştır. Sarp ve dolambaçlı bir yapıya sahip olduğundankaleye erişilmeside son derece güç olmuştur.Kartal yuvası anlamına gelen Alamut’ta, Sabbah tarihin bilinen ilk suikastçılarını yetiştirdiği gibi burayıİslam’da Kur’an ayetlerinin görünür anlamları dışında daha derinde farklı anlamları olduğu inancına dayalı Batınilik akımının da üssü haline getirmiştir.Böylece dini ve siyasi teşkilatlanmayı gerçekleştiren Sabbah’ın Alamut Kalesi’nde uyuşturucu, suikast üzerine kurduğu bu örgüt zamanının en önemli devletlerinden olan Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılmasında da etkili olmuştır.

 Bâtınilercinayeti sistematik ve siyasi bir silah olarak kullanan ilk grup olmuştur. Peki, Sabbah suikastçılarını nasıl eğitiyordu? Asıl önemlisi insan öldürmek gibi her dinde günah olan bir eyleme fedailerini ikna etmeyi nasıl başarıyordu?

      Müritlerine eğitim ve öğretimi yasaklayan, onları cahil bırakan Sabbah böylece kendini bilgiye ulaşmada ana kaynak haline getirmiş, müritlerinin kendisine bağlılığını ve güvenini kazanmış, fedailerine düşmanlarının öldürülmesinin dini bir görev olduğunu telkin etmiştir. Sabbah ‘a göre Allah akıl ile değil bir imamın rehberliğiyle tanınabilirdi. Akıl Allah’ı tanımak için yeterli olsaydı herkes aynı fikirde birleşirdi. Bu telkinlerden etkilenen müritleri Sabbah’ın bu söylemlerinde derin ve gizli hikmetler olduğuna inanıyorlardı. Telkin metoduyla birlikte haşiş (esrar) de kullanmaya alıştırdığı müritlerine cennet vaat ediyor ve onları her emrini yapmaya hazır hale getiriyordu. Bu nedenle Sabbah’ın fedailerine Haşhaşiler de denilmiştir. Yapılan telkinlere kayıtsız, şartsız inanan, kendilerini bekleyen cennete dolayısıyla sonsuz güzelliklere kavuşacağına tereddüt etmeyen fedailer uyuşturucunun da etkisiyle suikast yapmaya gönüllü olmuşlardır. Kurduğu bu düzen sayesinde iyi bir teşkilatçı ve propagandacı olan Sabbah Siyasi, dini, sosyal hayatta etki alanı oluşturmuş, yetiştirdiği suikastçılar ve işlettirdiği cinayetlerle hem Büyük Selçuklu hem de Sünni İslam anlayışı için tehlike oluşturmuştur.

        12. yüzyıldan günümüze mukayese edilmeyecek kadar çok şey değişti. Ancak değişmeyenler de var. Uyuşturucu ile elde edilen para ve güç bu sayede ölümü bile göze alan bağımlı fedailer, din-siyaset ilişkisi, din üzerinden algı oluşturma ve başarılı bir propaganda ile kitleleri kişisel menfaatlerinizin bekçisi haline getirmek. Tarihten ders alınabilseydi aynı hataları yüzyıllar sonra bile tekrarlamak mümkün olur muydu?