Birey olmak sorumluluk getirir
Birey olmak ve birey olarak kendi öz varlığına dair kararlar alabilmek güzel ama güzel olduğu kadar da sorumluluğu beraberinde getiren bir olgu. Öyle ki bugün Türk toplumu olarak yaşadığımız sorunların saç diplerine göz atmaya kalktığımıza halen birey olma sürecinin idrakinde hamlık olduğunu görmek pekala mümkün.
Bireyselliği idrak etmek bizim için bir tık daha zor
Bireyselliği idrak etmek, bireyin önemini kavramak yüzyıllar boyunca tebaa olmuş ve kısıtlı bir zümrenin gücü elinde bulundurduğu bir devletin malı sayılan bir toplum için bir tık daha zor. Aydınlanmayı, aydınlanma günlerini de her zaman belli lokomotif figürlerin ittirmesiyle mümkün kılabilen bir toplumuz biz ayrıca; bu da bir gerçek.
İleriye devinimi her zaman belli figürler başlatır
Aydınlanmayı, ileriye devinimi her zaman belli figürler başlatır ve iticiliğini üstlenir ama bu ittirici gücün etkisiyle bu hareket toplumun tüm tabakalarında mayalar, sınırlı bir azınlık haricinde toplumun ortak talebi haline gelir. Öyle ki bu talep artık nefes almak gibi, göz kırpmak gibi temel bir refleks olma düzeyine varır ve yol alınır.
Türk aydınlanmasını Fransız İhtilaliyle kıyaslamak hakkaniyetsizlik olur
İşte bizde bu süreç biraz farklı işledi tarihe baktığımızda bunu açıkça görebiliriz, daha önce ki yazılarımda da vurguladığımı anımsıyorum; bu yönüyle Türk aydınlanmasını tipolojik olarak Fransız İhtilaline ya da Birleşik Krallık’ta monarşinin erki paylaşmaya razı gelmesine benzetmeye çalışmak hata olur. Ama bu da demek değil ki Türk aydınlanmasının varmasını istediğimiz kıyıcık, farklı pusulanın ucunda.
Türk aydınlanmasının varacağı kıyıcık
Aynı şekilde bu sürecin sorgulayabilen, sorunlara akılcı yanıtlar yaratabilen, insanca yaşamayı şiar edinmiş, kutuplaşmadan var olabilmeyi becerebilen, bireyin anlamını içselleştirmiş, devletin bireylere sahip olmadığını aksine bireylerin devleti mümkün kıldığını idrak edebilmiş, demokrasiyi hayatına her yönden iliştirmiş, farklıyı zenginlik olarak görebilen, hür dünyanın kokusunu arayan, esnek formda ilkeleri koruyan, toplumsal ilerlemeyi hedefleyen bir topluma bizi götürmesini ümit ediyoruz.
Sabit fikirlilik bizi ‘harbi’ değil ‘eski’ kılar
Bu yolculuk hiçbir toplumda kolayca gerçekleşmedi, kolayca gerçekleşmediği gibi bir nihayete de sarılmadı. Çünkü bu yolculuğun, bu sürecin, bu geçişimin sonu hiçbir zaman olmayacak. Bireyler ve toplumlar var olduğu sürece her daim değişim orada olacak. Değişim orada oldukça da söylediklerimiz, yazdıklarımız, yaptıklarımız, kabullerimiz yıkılacak kumdan kaleler misali. Söylemlerimiz değişecek, işaret ettiklerimiz, fikirlerimiz değişecek ve böylece bireyden; bireylerin değişiminden korkmamamız gerektiğini iyice öğreneceğiz. Yalnız değişimin koyutlarını kavrayacağız, değişimin sorgusunu, hesabını sağlamca yapacağız. Temel ilkelerin korunumu dışında yüzyıllar boyunca aynı düşüncelerin etrafında peydahlanmanın bizi ‘harbi’ değil ‘eski’ yaptığını bileceğiz mesela.
Neden ve nasıl umutluyum ?
Tüm bu mevzuları niye anlattım öyle uzunca biliyor musunuz ? Ben bu serüvende çok çarık eskittiğimizi, artık mühim bir eşiğin tümseğini aşındırdığımızı görüyorum artık. Hayat pahalılığı insanları mahvediyor, babalar evlatlarını okula gönderemediklerinden yutkunamıyor; anneler bebeklerinin kursaklarını sütle ıslatamıyor. Gençler, biz gençler dünyanın farklı bölgelerinde akranlarımızın rahatça sürebildiği yaşam kalitesinin gölgesini kovalıyoruz, koştukça şişiyor dalağımız, davul gibi karnımız. Öyle lüküs hayatı koyun az beriye, üniversiteye gideceğimiz kentlerde barınacak yer bulamıyoruz; bulamadığımız gibi suyu bulandırmakla suçlanıyoruz. Güzel değil mi ? Olacak tabi bu kadar. Hayaletin gölgesini kovalamak kolay mı öyle ?Öteye bakalım deseniz çiftçilerin mahsulleri daha tarladayken ziyan oluyor, bereketin yeşili bozkırın kurağında boğuluyor. Anadolu’nun kirpiklerinin ucunu kavuruyor mavisi çalınan kuraklık. Salgın sebebiyle kapatılan esnafların içinde Meksika dalgası yaptığı bataklığı ne yapacağız ? Güçlü devlet ayağına orada burada faça çeken efendiler, memlekette yüz binlerce esnafı salgın döneminde onları bekleyen hazin sonun insafına terk ediyor bir akçe karşılıksız destek vermiyor.Sırta zımbalanan buruşuk mideler yetmiyor, özgürlüklerin de, adaletin olan güvenin de hırızması çıkarılıyor; en güçlü biz olacağız masallarının morfini salınırken kılcalların en ipliklerine. Farklı seviyor, renkten renge giriyor diye renkler tasmaya asılıyor; farklı renklerin şah damarında salınan kan dahi lütuf görülüyor. Kara bir dövmeden geçip; ihtiyar bir nasır gibi ya da münasebetiz bir doğum lekesi gibi kökleşiyor bu ağırlık, karanlık. Nefes aldıkça çöküyoruz, çöktükçe nefes alamıyoruz.
Bunlar olup biterken zat-ı alileri kendisini ve saray eşrafını övmekle meşgul.
Bunlar olup biterken zat-ı alileri halen dünün siyasi kavgalarını hortlatıp dehşet dengesi kurmanın hesabını yapıyor.
Bunlar olup biterken zat-ı alileri ülkede vaziyetin ne kadar da iyi olduğuna dair maniler okuyor ekranlarda.
Ölülere imam bulunamadığından vesaire bahsediyor da yok ki haberi ölümün yalnızca biyolojik bir dizi hadisenin altın vuruşu olmadığından.
Ölülere kefen bezi bulunamadığından vesaire bahsediyor, düşlerini infaz ettiği milyonların karşısında zorla dikilirken.
Düşler ölünce damlar mı kan ?
Ya da sarılır mı kefene düşler ?
Her ölümde kan düşmez yere ve her ölüm görünmez göze, uzanmaz bir göze.
Ama umutluyum ben yeşilim, çok hem de !
Çok yeşilim, kesemde tohumlarım !
Mazoşist değilim, hayır.
Hayır, bu toprakların çilesi kaçırmadı aklımı.
Hayır ya da zevk almıyorum beton dolmasından ciğerlerimin.
Hayır delirmedim, henüz adımı biliyorum ya işte !
Umutluyum çünkü bu serüvende bir kırılma noktasını kavrıyor olduğumuzu düşünüyorum.
Bu talihsiz tecrübelerin, bu bedbaht günlerin herkese ve hepimize dersler verdiğini düşünüyorum.
Siyah yahut beyazın birinde diretmenin, olur olmadık işlerle uğraşmanın bedelini ödediğimizi düşünüyorum.
Grinin, dengenin önemini pek iyi anlamaya başladığımızı; daha da iyi anlamanın yolunu tuttuğumuzu düşünüyorum.
Alamet-i farikanın politikacılarda değil, toplumsal olarak aldığımız aksiyonlarda ve geliştirdiğimiz perspektifte gizlendiğini kapmaya başladığımızı düşünüyorum.
Diş çıkarır gibi öğrenilir, sindirilir bazı kavramlar, bazı olgular ve bazılarının anlaşılması daha sancılıdır; yirmiliğin sancısı gibi tıpkı.
AKP Dönemi bu toplumun demokrasiyi içselleştirme sürecinin yirmilik dişi sancısıdır, sancılıdır, hatırlaması dahi acıtır ama bütünleyicidir, tamamlayıcıdır.
Dinecektir sancı, üç vakte kalmadan dinecektir.
Umutluyum.
Yeşilim.
Öğrendiğimizi hissediyorum, ikmalde de olsa bu kırığı kurtaracağımız ümidine sarılıyorum.
Yeşilim, kesemde tohumlarım, umutlarım, filizlerim, dallarım, yapraklarım, şarkılarım, masallarım…
Umutluyum, evet.
Umutluyum…