Canboray Soykan


Söylem, Algı ve Son Hadiseler

Söylem, Algı ve Son Hadiseler


Söylem ve algı

Söylem ve algı iki önemli sözcük, hayatlarımızı ve hayatın akışına bakışımızı etkileyen iki önemli kavram. Ortaya koyulan bir söylemin meydana getirdiği izlenimler, kırılmalar, etkileşimler devamlı olarak tekrarlandığına algıyı şekillendirebiliyor. Bu şekillenme de genelde maruz kalınan söylemin düşün dünyasının, ideolojilerinin yansımalarından gelişiyor. Sonra da söylem altında gizli propagandaya devamlı maruz kalan birey tüm olan biteni bu algıyla okumaya başlıyor.

 

Lobotomiyi anımsamak

Bu alışkanlık sürekliliği sağlamlaştırdığında da birey kontrol edildiğinin farkına dahi varmadan kontrol edilmiş oluyor, hür iradesiyle kontrol altına alınmış oluyor. Psikiyatride ilaç endüstrisinin ve tedavi yöntemlerinin bugünkü kadar belirginleşemediği günlerde yapılan bir operasyonu hatırlatıyor bu bana, lobotomiyi anımsatıyor. Bireyin tüm uyaranları işlemlemesini, anlamlandırmasını ve böylece tüm bilişsel işlemlerin gerçekleştirilebilmesini sağlayan, en üst dizey bilişsel performansı mümkün kılan prefrontal korteksin çıkarılmasıyla uygulanıyor lobotomi.

 

Neticeleri harika lobotominin

Bu tedavinin maksadı söylediğim gibi terapi yaklaşımlarına kati suretle yanıt vermeyen hastaları kontrol altına tutup hayata karıştırabilmek. Beyindeki hormon dengesini düzenleyecek transmitterleri ilaç olarak uygulanamadığı 1930’lu yıllarda uygulanan bu operasyonun başarı oranı oldukça yüksek. Operasyonun ardından bireyler yeniden hayata karışabiliyor, bir ruh sağlığı kliniğinde ya da hastanesinde tecrit altında kalmaktan kurtulabiliyor. Kurtulabiliyor çünkü prefrontal loblarını kaybeden birey tüm bilişsel faaliyetlerden soyutlanıyor, kim olduğunu dahi bilemiyor.

 

Bireyi maşanın demirinden farksız kılmak

Yemek verirseniz yiyen, su içirirseniz içen pek mülayim bir arkadaşa dönüveriyor birey. Bizim sokaktakıPleysi bile daha az sorgulayıcı oluyor olana bitene karşı. Ağzı var, dili yok oluyor; biliyorsunuz bizim toplumda el üstünde tutulur böyleleri. İdarecileri hep böylesinin yolunu gözler, eline geçirse pamuklara sarar bir de. İşte bu yönüyle lobotomiyi anımsatıyor bana söylemle algının arasındaki ilişki. Bireyi yavaş yavaş maşanın demirinden farksız kılmak, bir cam güzelinin yerleştiği saksıya benzeştirmek…

 

İşte bu yüzden var İletişim Başkanlığı

Söylem ve algı arasındaki ilişkiye baktığımızda bir kesi atmadan, cerrahi bir müdahalede bulunmadan yeterince çalışırsanız bireyi ota çevirmenin sırrını da çözebilirsiniz. İşte bu yüzden koca koca karargahlar dikiyor zat-ı alileri ve paralar harcıyor o koca koca karargahlara adına ’İletişim Başkanlığı’ diyerek. Adı Sevgi Bakanlığı da olabilirdi maazallah, bunları da görebilirdik. Aa ne dedim ben ? Tam olarak böyle sonuçlara yol açıyor söylemle algının kombinasyonu aslında. Sevgi Bakanlığı olabilme ihtimali zihinde dolaşıyor ve bunun gerçekleşmesindense İletişim Başkanlığı yeğdir deyiveriyor insan.

Hedeflenen algı nemidir ?

Zat-ı alileri her zaman söylem kurgulamak ve algı yönetmekte iyiydi. Etrafında bu işi bilen uzmanları tutmayı başardı her zaman. Özellikle 2016 senesinden bugüne geldiğimizde planlı, programlı, kasti şekilde bir algı yerleştirilmeye çalışılıyor; bunun için de her türlü söylem geliştiriliyor. ‘’Biz masumuz, bizi aldattılar. Biz olmasaydık memleket ne haldeydi. Bütün dünya bize düşman, ezana düşman. Öyleyse en yerli ve en milli biziz. Bizi gönderirseniz bu ülkenin başına neler gelir, neler !’’ İşte pompalanan söylemin ardında bu algı menzili yatıyor. Tüm dünyayla mücadele ediyormuş atmosferi yaratarak ve milli duyguları sömürerek akılcı merkez siyaset zeminini bulunamaz kılmak stratejisi bu. Böylece zaten eğitim düzeyi, sosyoekonomik düzeyi düşük olan tabana; onları mobilize edecek milli duygular morfiniyle sürekli diri tutulmaya, sürekli cihan harbi içindeymişiz de bu hükümet düşerse Türkiye işgal edilecekmiş gibi ipe sapa gelmez fikirler zihinlerine sokularak iktidarı sürdürebilme gayesi yaşatılıyor. Bir de bununla beraber muhalefetin farklılıkları dolayısıyla bir araya gelemeyecek olması ümidine de tutunularak bütün plan, bütün strateji bu amaca ulaşabilmek üzere yürütülüyor.

 

Tezkere, faiz kararı ve personanongrata hadisesi arasındaki bağıntı

Özellikle seçilmiş bir kılıf bu minare için, şunun şurasında 100 sene evvel dünyanın önde gelen güçlerine karşı var olma mücadelesine girişmiş bir toplumu afyonlamak için özellikle seçilmiş bir kaftan bu. Toplumun yakın hafızasında düşünüldüğünden diri bu tecrübeler, geri çağrılması düşünüldüğünden daha kolay. Bu öyle bir gerekçe ki ülkede iktidarın sorumluluğunda meydana gelen ya da gelebilecek tüm fenalıklara karşı kapatıcı olabilir. Aç yatıyor olabilirsiniz, istediğiniz gibi yaşayamıyor olabilirsiniz, özgürce konuşamıyor olabilirsiniz, iyi eğitim almıyor olabilirsiniz, dünyanın farklı coğrafyalarındaki insanlara göre insani olmayan şartlarda yaşıyor olabilirsiniz, ay sonunu getiremiyor olabilirsiniz, ekonomik bağımsızlığınızı elde edemiyor olabilirsiniz, istediğiniz gibi giyinemiyor olabilirsiniz, istediğiniz gibi aşk yaşayamıyor olabilirsiniz, istediğiniz kitabı okuyamıyor olabilirsiniz. Bunlar hatta ve hatta bunlardan fazlası pek ala yaşanıyor olabilir, pek ala üstünüze çullanıyor olabilir ümitleri yutan havalar. Ama günün sonunda camiinizde ezan sesleri yankılanıyorsa, ‘gavurlar’ mabedinize el uzatamıyorsa, kız kardeşin gelinliği bayrak göklerde şanlı şanlı dalgalanıyorsa, hele bir de alnı secdenin tozuna bulanan bir lideriniz varsa; sizden huzurlusu yoktur. Dünyanın rengine kanmamalısınızdır, batı sizden daha zengin olsa da, daha güçlü olsa da, batıda insanlar daha mutlu olsa da onlar iç dünyalarındaki boşluğu dünyevi heveslerle dolduran kurtarılacak ruhlardır. İşte yaratılmak istenen topluma giden algı budur. Bu kokuşmuş düşün dünyasını topyekun bir anlayışla reddederken, hiçbir iktidarın vazifesinin topluma ideal bir form diretmek olmadığını bir kez daha yinelemek istiyorum.

Söylem, algı ilişkisini çok temel boyutta irdeleyip; zat-ı alilerin son 5 senedir dirayetle sürdürdüğü söylemle nereye varmak istediğine değindik birlikte.

Değindik çünkü tam da şu yazıyı yazdığım anlarda yine bu algıyı yerleştirme çabasında bir dizi hamle gerçekleştiriliyor.

Meclise getirilen tezkere mesela…

10 Büyükelçinin personanongrata ilan edilmesi hamlesi mesela…

Tezkerenin muhalefetten de onay almasının ardından gelen merkez bankası kararı mesela…

Bu üç hadise birbirine nereden eklemleniyor dersiniz ?

Sadece algı yönetme çabalarıyla birbirine eklemleniyor.

Nasıl ?

İktidar ve onun değneği olan organizasyon anketlerdeki fenalıkların farkında, onlar için vaziyetin parlak olmadığını okuyabilecek kadar tecrübeli liderleri var halen.

Geçtiğimiz hafta kaleme aldığım yazımda hazırladıkları seçim kanunu taslağına dair notlar paylaşmıştım, anımsarsınız.

İktidar artık eskiden elde ettiği zaferlerin bir hayalden de uzak olduğunu idrak edebildiği için farklı bir kurgu dizayn etmeyi deniyor.

Bu kurguda seçim kanundaki değişiklik sayesinde en az oyla en çok milletvekili kazanmanın hesabı yapılacak, muhalefet de güçlü bir birlik yapamazsa oyların çoğunu alsa dahi sistem gereği bu meclise yansımayacak.

Ama sadece bir kanun değişikliği bunu mümkün kılabilmek için yeterli değil.

Değil çünkü artık hayvan terli, gidişat fena, hem de çok fena…

İktidara olan güven tulum çıkardığı bazı bölgelerde tuzla buz olmuş dövülüyor.

İş böyleyse, yeni bir motivasyon kaynağına ihtiyaç varsa, taban sağlam bir kamçıya ihtiyaç duyuluyorsa ne yapılacak ?

Yeni bir başarı öyküsü ya da yeni bir Türkiye vizyonu ortaya koyacak hiçbir done kalmadıysa elde ne yapılacak ?  -Ki geride kaldığımız 5-6 senedir zaten böyle bir vizyonun v’sinin kırıntısı kalmadı -

Her zaman ne yapıldıysa, o tekrar edilecek !

Tekrar edilecek fakat bu kez daha da hiddetli, daha da ihtiraslı, daha da inatçı olunacak !

Papaza pilav yapılacak bir daha, bir kez daha tıkılacak ağzına kaşıkla o pilav !

Farkında mısınız tezkere meclise, Merkez Bankası tarafından verilen o skandal karardan önce getirildi.

Tesadüf müdür ki ?

Elbette değil !

Tezkereyi meşru kılmak için muhalefet aktörlerinden bir olur aldı ve Merkez Bankası fecaat kararı bu olurdan sonra açıkladı ki yarın öbür gün muhalefet köşeye sıkıştırılsın.

Suni vatan, millet edebiyatının arasında muhalefet aktörleri çıkıp da ekonomi konuşmaya kalkarsa dönüp onlara koyun can derdinde, kasap et derdinde yanıtı verilebilsin.

Eee neticede Kurtuluş Savaşında da cephede kuru ekmek yiyorlardı, değil mi ?

Bu da bir istiklal harbi değil mi ?

Hemen ardından 10 büyükelçinin Kavala’ya dair açıklamaları ve personanongrata kararının alınması…

Tesadüf müdür ki ?

Elbette değil  !

Hayin batı içişlerimize müdahale etmeye kalkıyor, bu ne hadsizliktir canım !

Hemen kainatın efendisi reisimiz onlara haddini bildirsin de görelim !

Meydana gelen felaket diploması krizinin, Viyana Sözleşmesinin 41’nci maddesine atıfta bulunularak daha sakin bir hatta çekilmesini nasıl veriyor medya ?

Nasıl bir söylem kurgulanıyor ben bu yazıyı yazdığım dakikalarda görüyor musunuz ?

Teşekkürler Erdoğan !

Teşekkürler kalleş batıya haddini bildirdiğin için !

Yüzümüzü yere eğdirmediğin için teşekkürler !

Bu vatana uzanan eli kırdığın için teşekkürler !

Batı geri adım atmış, özür dilemiş, yalvarmış…

İşte o pilav yine kavruluyor, yine kavruluyor !

Zat-ı alilerinin sunacağı yeni bir şeyler kalmadığı için uzun zamandır oynadığı oyunu yine, yeni, yeniden kurgulamanın peşinde !

İşte reisin stratejisi;

  1. Medyaya çök.
  2. Vatan, millet edebiyatıyla bezeli bir söylem yarat.
  3. Düzmece bir istiklal harbi atmosferi algısını sağlamlaştır.
  4. Tabanının milliyetçi duygularını kamçıla, kamçıla, kamçıla.
  5. Bu şekilde sağ tarafı olduğu kadar konsolide et, toparla.
  6. Merkez siyaset zeminini yok et, kutuplara it toplumu.
  7. Muhalefetin farklılıklarına dinamit koy, birleşmemelerine çalış.
  8. Eski siyasi kavgaları hortlat, rövanşizm korkusu pompala.
  9. Kötü giden her şeyi hayin batının üzerine atıver.

Zat-ı alileri yaşlandı, çöktü ama o siyaseti iyi bilen bir lider. Bunu tartışmaya açmak dahi talihsizlik olur.

Millet İttifakı bileşenlerini bu iş bitti, biz kazandık, ceketimizi assak alırız modunda görüyor ve onlara titreyip kendilerine gelmelerini salık veriyorum.

Muhalefetin hazırlıksız yakalandığı bir senaryoda bu eski oyunun ters kontakla çalışacağı tutar, sonra ezilir gideriz devlerin altındaki çimenler gibi.

Muhalefet çok yönlü çalışmalarına hız kesmeden devam etmeli ve iktidarın olmadık işlerine meşruiyet katacak her çıkıştan, her adımdan kaçınmalı.

Yeni iklimin gereği, doğru adımları atarak tüm bu denemeleri boşa çıkararak oyunu kurmalı ve sandıktan galip ayrılmalı.

Artık yenmez bu pilav ve artık neşter vurulmazprefrontal loblara.

Gamzede olduk aynı yerden vurula vurula.

Yazıktır bu topraklara, yazıktır umutlara.

Nihayetsiz müteakibe takat yetmiyor zira.

Yetmiyor, yetmiyor…