Ümit Yardım


Yolsuzluk..Çürümüşlük…Demokrasi…İnsan Hakları...

Yolsuzluk..Çürümüşlük…Demokrasi…İnsan Hakları...


(9 Aralık Dünya Yolsuzlukla Mücadele Günü Vesilesiyle)

 

Yolsuzluk, demokrasi’nin gerilemesi/ otoriterliğin yükselişi, çürümüşlük … Her geçen gün daha da ağırlaşarak toplumları, ülkeleri kemiren, insanlığın ve uluslararası sistemin temel meselelerine dönüşen bu konuları,  BM Genel Kurulu’nun  2003 yılında 9 Aralık’ı   Dünya  Yolsuzlukla Mücadele Günü olarak kabul etmesi    vesilesiyle  bir kez  daha hatırlamakta  yarar olabilecektir.  Dünyamızın  bugüne kadar  yüzyüze kaldığı siyasi, iktisadi, ahlaki, sosyal, insani vb. çürümüşlükler tarihinden  bahsedilecek  olsa  herhalde yolsuzluklar da en başta akla gelecektir.

Çeşitli araştırma ve raporlar yolsuzlukların vardığı aşamanın vahametini  en açık ve  yetkili şekilde ortaya koyuyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun bu konularla  ilgili araştırma birimlerine göre, yolsuzlukların hacmi  her yıl  dünya ekonomisinin % 5 kadarına (yaklaşık 3.6 trilyon USD) maloluyor. Uluslararası Yolsuzlukla Mücadele Eşgüdüm Merkezi’nin 2018 Raporu da  çürümüş ve yolsuz yönetimlerin  her yıl 20-40 milyar tutarında bir varlığı ülkelerinin dışına kaçırdığını belirtiyor. İşte yolsuzluklar böylesine bir yıkımdır.  İnsanın, grupların, çetelerin; diğer   insanları, devleti, ortak insanlık kaynaklarını, toplumu ve her değeri  kendi menfaatleri için her yöntemle soyması ve  sömürmesi. Bütün ahlaki değerlerin çürümüşlüğü.  Bu anlamda, BMGS Guterres’in  yolsuzluğun “halkın ve kamunun güvenine büyük  bir ihanet” olduğu tanımı da doğru bir ifade oluyor.  Yolsuzluklar eşitsizliği de derinleştirmektedir. Sonuçta, bu talan ve  sömürü alanıyla mücadelede başarı sağlanamadığı takdirde ülkeler içinde ve bölgesel/ küresel eşitsizliklerle mücadele  de başarısız kalacaktır. 

Yolsuzluk  hemen her şekilde görülebiliyor, her alanda gerçekleşebiliyor. Sincice, aslına bakılırsa da, çoğu kez  açıkça, pervasızca ve  göz yumulduğu, hesap sorulmadığı  için   bu kaynaklarda hakkı/emeği olan toplumun gözü önünde. Her ortamdan istismar edilebiliyor, en  trajik durumlar bile yolsuzluklar için imkan  gibi görülebiliyor. Nitekim, bütün insanlık  yıkıcı Covid 19 salgınıyla mücadele ederken bu amaçla sağlanan birtakım fonların bile istismar edilebildiğini bizzat BMGS Guterres’in eleştirilerinden anlıyoruz.

Yolsuzluk her yerde bulunuyor dedik. Gerçekten de öyledir.  Zengin fakir ülke ayrımı da göstermiyor. BM Uyuşturucu ve Suç  Ofisi (UNODC) araştırmalarında,  örneğin Afganistan’da sadece 2008 yılında  rüşvet hacminin 2.5/3  milyar doları bulduğu, Afrika’dan her yıl 50 milyar doları bulan meblağların kıta dışına kaçırıldığı  söylenirken, diğer bazı kaynaklarda da,  gelişmiş  İngiltere’de de sadece sağlık alanında yolsuzluk, sahtecilik vb. hacminin maliyetinin  yılda 1.27 milyar poundu  (5 bin yeni ambülansın veya 40 bin hemşirenin maaş karşılığı olarak hesaplanıyor)  bulduğu da  belirtiliyor. Özetle, paranın bol olduğu zengin ülkelerde yolsuzlukların hacmi de artabiliyor.

I.Yolsuzluk, Demokrasi ve İnsan Hakları/ Küresel Demokrasi Zirvesi; Yolsuzluk konularını incelerken, son dönemlerde, yolsuzlukla mücadele, demokrasi ve insan hakları gibi, ilk bakışta birbirlerinden farklı  görülebilecek alanların  giderek daha fazla şekilde iç içe geçtiklerini ve bir bütünlük içinde zikredilmeye başladıklarını da  görmekteyiz. Bu durum bize göre yararlı  bir süreçtir ve sorunlarla kollektif   mücadele anlamında da güç birlikteliğini  artıracaktır.  Nitekim,  BM’nin,  yolsuzluğu bütün dünyayı, insanlığı, ülkeleri yıkıcı şekilde etkileyen kompleks bir sosyal, siyasi, hukuki ve  ekonomik  olgu olarak nitelendirmesi de bir anlamda bu yakınlığa işaret  ediyor ve yolsuzluk bu haliyle demokratik kurumları yıpratan, insan haklarını ihlal eden, ekonomik kalkınmayı engelleyen ve yönetimleri istikrarsızlaştıran bir sorun olarak görülüyor.

Bu üçlünün  son dönemde daha yaygın şekilde ve bir arada  dünya gündemine gelmesine zemin teşkil eden  güncel gelişmelerden birisi de ABD Başkanı Biden’ın seçim öncesi taahhütleri arasında  yeralan ve bugün (9 Aralık 2021) başlayan   “ Küresel Demokrasi Zirvesi” oluyor.  Ana başlıkları otoriterliğe karşı direnç,  insan haklarına saygının güçlendirilmesi ve  yolsuzlukla mücadele olan bu  Zirve’ye hükümet, özel sektör, insan hakları, basın, siyaset, sanat, kültür, sanat vb. temsilcilerinden oluşan geniş çevrelerden temsilciler  katılıyorlar. Bilindiği üzere, Türkiye ise  Zirve’ye davet edilmemiş durumda ve sonuçta da katılmıyor. ABD’nin evsahipliğindeki bu  Zirve’ye davet edilmemiş olmamızın pek  önem taşımadığı yönünde görüşlerin olabildiğini de görüyoruz. Olabilir, zira  konu farklı perspektiflerden her türlü yoruma açıktır. Rusya ve Çin  gibi, keza davet edilmeyen ülkeler de, ABD’nin bu girişimini eleştiriyor ve bu mahiyette bir demokrasi havariliğine soyunması olarak gördükleri zirveyi  ilk günden bu yana sorguluyorlar.  Ancak yine de üzerinde düşünülmesi gereksiz bir konu olduğunu söylemek de herhalde doğru olmayacaktır. Herşeyden önce Rusya ve ÇHC gibi  ülkelerle Türkiye’nin  uluslararası konumları, bu meyanda ABD ile ilişkileri   farklıdır. Öte yandan, hangi ülkenin, hangi kuruluşun veya  kimin girişimiyle olursa olsun, Türkiye’nin bu tür forumlarda yeralması küresel görünümü bakımından da yararlıdır. Aksine bir durum ise Türkiye’nin uluslararası sistemdeki konumu bakımından farklı ve arzulanmayan soru işaretlerini de beraberinde getirecektir.  Sonuçta,  Türkiye’nin neden davetli olunmadığının  bu çerçevede özenle değerlendirilmesi  asıl öncelikli olan adımdır.

Mart 2021 tarihli ABD Ulusal Güvenlik Strateji Ara Dönem Rehberi, Kongre üyelerinin Biden yönetimini baskı altına almaya yönelik sıklıkla kaleme aldıkları telkin mektupları, Türkiye’nin Zirve’ye davet edilmemesi gerektiğini en başından bu yana savunan JINSA ve  Atlantic Council  gibi güç ve lobi unsurları  Türkiye ve otoriterleşme, demokrasinin zemin kaybı gibi hususları sıklıkla  yan yana kullanıyorlar. Dolayısıyla bu tür gelişmeler ele alınırken konuların bu boyutlarının da göz önünde bulundurulması her zaman yarar olacaktır.   Bahsekonu güçlerin bu türden faaliyetlere Türkiye’nin davet  ve katılımını engellemek suretiyle Türkiye-ABD ilişkilerine zarar vermeyi sürdürdükleri dikkate alındığında, bu forumlarda Türkiye’nin yeralmasının neden daha  doğru olacağı herhalde daha  iyi anlaşılabilecektir. 

II.Yolsuzlukla mücadelenin  küresel  düzeyde  giderek daha  fazla işlenen ve çeşitli uluslararası araştırma kuruluşlarına konu olmaya başladığını da görmekteyiz. Bunlar önemli  faaliyet ve  gelişmelerdir.

BM bu anlamda yolsuzluk, demokrasi ve insan hakları gibi alanlar arası ilişkiler itibariyle de  önemli bir rol oynamakta ve ağırlıklı bir eşgüdüm odağı  teşkil etmektedir. Bu çalışmalarının bugüne kadar etkin  sonuçlar getirip getiremediği  ayrı bir değerlendirme konusu  olsa bile, yolsuzluk gibi meselelerin  BM düzeyinde ele alınıyor olmasının önemi de göz ardı edilmemelidir. Nitekim BMGK’nun 9 Aralık gününü Dünya Yolsuzlukla Mücadele Günü ilan etmek suretiyle verdiği önemi göstermesi bile tarihi bir adımdır. Buradan hareketle,  BM bütün dünya’da yolsuzlukla mücadelede farkındalığı artırma çalışmaları yapıyor, programlar düzenliyor. BM başta Genel Sekreter  Guterres olmakla yıllardır uyarılarda bulunmaya da devam ediyor. BM Kalkınma Programı (UNDP) ile BM Uyuşturucu ve Suç  Ofisi (UNODC)  ise  bu faaliyetlerin öncülüğünü sürdürüyorlar.

BM’nin Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi (UNCAC) yolsuzluk ve çürümüşlükle  mücadeleye yönelik tek çok küresel  sözleşme (2005) ve buna  taraf  188 devlet  arasında Türkiye de yeralıyor. Yine   BM İnsan Hakları Savunucuları Özel Raportörlüğü (BM İHSÖR) de yolsuzlukla mücadele alanına destek veren kuruluşlar arasında bulunuyor. Özel Raportör M. Lavlor yolsuzlukla mücadele akımları ile   insan hakları savunucuları hareketlerinin birbirlerine yakınlaşmakta olduklarını vurgulayarak, yolsuzlukla mücadelenin de temelde bir insan hakları konusu olduğu, zira yolsuzluk ve çürümüşlüğün çoğunlukla insan haklarını hedef aldığı ve zarar verdiği yönünde dikkat çekici değerlendirmelerini zaman zaman  paylaşıyor. Benzer şekilde, BM İnsan Hakları Konseyi’nin de bu süreçlere katıldığını, örneğin,  Mart 2022 toplantısının yolsuzlukla mücadele ve  insan hakları akımları arasındaki ilişkilere dair  olacağını anlıyoruz. Tabii ki yolsuzluk gibi konularda farklı  uluslararası kuruluşların örtüşen/eşgüdümlü  faaliyetlerde bulunmaları olumlu ve güzel gelişmeler.

Benzer şekilde BM bünyesindeki Küresel İlkeler Sözleşmesi ise bağlayıcılığı olmasa da dünyanın en yaygın gönüllü sorumluluk projesi ve 160 ülkeden 10 bin kadar şirket ile 3 bin civarında şirket dışı imzacıyı aynı forumda buluşturmuş durumda. Sözleşme’nin 9 temel ilkesi bulunurken  2004 yılında yolsuzlukla mücadeleye dair 10. İlke’nin de  eklenmesi faaliyetlerine yeni bir boyut getirmiş oluyor. “İlke 10;  İşletmeler rüşvet ve haraç dahil her türlü yolsuzlukla savaşmalıdır”

 

Türkiye’nin de dahil olduğu  G20 bünyesinde 2020 Toronto Zirvesi’nde oluşturulan  Yolsuzluğa Karşı Çalışma Grubu, Dünya Bankası, OECD, BM Uyuşturucu ve Suç  Ofisi (UNODC), IMF, FATF gibi yapılar da yine  bu alanda faaliyetler gerekleştiriyor, aralarında işbirliği  gerçekleştiriyor.  Neredeyse bütün güçlü küresel forumların yolsuzlukla mücadeleye dair birimlerinin  bulunduğunu izliyoruz.

Bu anlamda Dünya Bankası, OECD, Dünya Ekonomik Forumu  gibi kuruluşların da keza yolsuzlukla mücadele alanında  benzeri yapıları, çalışma grupları bulunuyor. Bunlardan Dünya Ekonomik Forumu  yolsuzluklarla mücadeleye özel bir önem veriyor ve dünya’nın önde gelen iş dünyası yöneticilerinin 2004’de oluşturduğu PACI Grubu  (Yolsuzluğa Karşı Birliktelik Girişimi) da yolsuzluklarla savaşmayı ve şeffaflığı temel bir ilke olarak benimsemiş bulunuyor.

İslam İşbirliği Teşkilatı  uluslararası sistemin en yaygın  teşkilatlarından biri olarak   temel  belgelerinde, bu meyanda  Kuruluş Şartı’ nda, yolsuzlukla mücadeleye öncelikli hedefleri arasında yerveriyor. Son olarak, 28 Kasım 2020 Niamey Dışişleri Bakanları Konseyi Toplantısı’ nda onaylanan   Mekke Bildirisi (2019)’ nin  de yolsuzlukla mücadeleye özel bir vurguyla  bu konuda sorumluluk ilkesinin uygulanmasının ve dünyadaki başarılı uygulamaların desteklenmesi gereğinin altını çizdiğini görmekteyiz.

İnsanlık tarihinin en büyük, kapsamlı  ve güçlü askeri yapısı olarak tanımlanan NATO da yolsuzluklar konusuna ilgisiz olmadığını önemli zirve ve toplantılarında ortaya koymaktadır. Bu çerçevede, son olarak 14 Haziran 2021’de Brüksel’de yapılan Zirve sonunda  yayınlanan Bildiride “ Yolsuzluğun ve kötü yönetimlerin demokrasiyi, hukuku, iktisadi kalkınmayı zayıflattığının, dolayısıyla da güvenliğe tehdit teşkil ettiğinin, bu nedenlerle de NATO, müttefikler ve ortaklar için yolsuzluklarla mücadelenin önemli bir alan olarak sürdürüleceğinin” altı çizilmiştir.  

Sonuçta, siyasi, askeri, iktisadi vb. hangi alanlarda faaliyet gösteriliyor olursa olsun, yolsuzluklarla, demokrasinin güç kaybetmesi gibi tehditlerle  mücadelenin küresel sistemin bütün kuruluşlarının gündeminde her zamankinden daha fazla ve güçlü şekilde yeralmakta olduğu  görülmekte, bu da ileriye ve mücadelenin güçlenmesine yönelik iyimserlikleri artırmaktadır.

III.Bütün ülkeler gibi Türkiye’nin bu alanlardaki durumu, yolsuzlukla mücadelede etkin ve sonuç getirici adımların atılıp, atılmadığı bu ülkenin vatandaşları olarak hepimiz için öncelik taşıyor ve bunları her şeyden önce ülke insanlarının bugünü ve  geleceği bakımından   önemli görüyoruz. Dünyada herhangi bir ülkenin vatandaşlarının kendini yönetenlere karşı bu konularda  derin bir güvensizlik içinde bulunmaları mücadelede zaafiyet, hatta yıkımları hazırlayan faktörlerin başında gelmektedir. Bu bakımdan vatandaşlarının bir   ülkenin  yolsuzlukla, çürümüşlükle mücadelede kendisini yönetenlere  güvenmeleri başarı  için en belirleyici ön şartlardandır.

Sonuçta, bütün insanlık gibi,  ülkemiz insanları da  istismarcıların  hesap verdiği, kamunun kişisel çıkarlar için zarara uğratılmadığı, halkın  ortak malı olan birikimlerin  yağmalanmadığı, adaletin, hukukun hakim bulunduğu, bu konularda başka ülkelere gıpta ile bakmasına gerek kalmayan  bir dünyayı,    pırıl pırıl bir geleceği hakkediyor.

Bununla birlikte,  bu konularla ilgili çeşitli    kuruluşların değerlendirmelerine bakıldığında Türkiye’nin pek de parlak bir durumda olmadığı ne yazık ki  bellidir.

Bunlardan   Transparency Int.’ in  2020 analizlerine göre uluslararası şeffaflık kriterleri bakımından Türkiye son yıllarda çok hızlı bir düşüş yaşıyor. 2019’da 180 ülke içinde 91. sırada olan Türkiye son 5 yılda 25 basamak birden düştü ve bu haliyle OECD üyeleri içinde de sondan 2. durumda.  Bu konularda,  beklendiği gibi şeffaflık  kriterleri sıralamasında Danimarka gibi İskandinav ülkeleri ise ilk yerleri kimseye bırakmıyorlar. Başta gençlerimiz olmakla, insanlarımız da, şeffaflıkları, yolsuzlukla mücadelede kararlılıkları, bu toplumlarda bir Başbakanın bile  özel kahvaltı masrafını  resmi  bütçeden harcadığı iddialarından ötürü soruşturma geçirmesi gibi sayısız örnekler nedeniyle   bu ülkelere imrenerek bakıyorlar. Ve “ Biz de niye böyle olmuyor” diye soruyorlar, umutlarını, güvenlerini yitiriyorlar ve büyük bir beyin göçüyle başka ülkelere gidiyorlar.

Yolsuzlukla mücadelede kriterlerden biri de, bunların ortaya çıkarılıp  gerekli soruşturmaların açıldığı, hukukun devreye girdiği ve yargı sürecinin mi başlatıldığı  yoksa bu yolsuzlukların  üstünün mü örtüldüğü oluyor. Zaten ülkeleri birbirinden ayıran temel kriterler arasında bu boyut özel önem taşıyor  ve bu tür zaafiyetler de Türkiye’nin sözkonusu  şeffaflık listelerinin   altlarında   yeralmasının nedenleri arasında bulunuyor.

Yine, son olarak,  OECD’nin Mali Eylem Görev Gücü (FATF) ‘ın  Ekim 2021  kararıyla, Türkiye’nin önceki dönemlerde yapılan uyarıları yerine getirmedeki eksikliklerine  atıfla ve kara paranın aklanması gibi ciddi mücadele gerektiren konularda yetersizliğinden dolayı  izlenecek ülkeler kategorisi olarak bilinen Gri Liste’ye alınmasını hepimiz hatırlamaktayız.

Bu alanlarda,  AB Komisyonu’nun son   Türkiye Raporu da çeşitli uyarılar içermektedir. Sözkonusu Raporun  örneğin, “vatandaşlığa geçiş şartlarında yapılan son düzenlemelerle  son 3 yılda 16.653 yabancı yatırımcının TC vatandaşlığını aldığı, bu tür adımların yolsuzluk ve kara para aklamayla mücadele, güvenlik vb. alanlarında riskler teşkil ettiği, AB adayı bir ülke olarak vatandaşlık verme yetkisini kullanırken Türkiye’nin AB hedeflerinin tehlikeye atabilecek adımlardan kaçınması gerektiği” gibi hususlara yervermesi  de dikkat çekicidir.  Rapor bu konularda başkaca değerlendirmelere de yerveriyor.

Yine benzeri  raporlarda, “Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerinin gerektirdiği şekilde  yolsuzluklarla mücadele kurum/kuruluşlarını oluşturmadığı, bu alanda  bir strateji ve eylem planının olmayışının yolsuzlukla mücadelede kararlılık zaafiyeti oluşturduğu  ve  son tahlilde  yaygın bir yolsuzluğun mevcudiyetinin kaygı verdiği” gibi hususların da bulunması    maalesef  üzerinde düşünülmesi ve siyasi kararlılık gösterilmesi  gereken uyarılar oluyor.

Nihayet,  uzman bir isim tarafından geçtiğimiz  günlerde yapılan önemli bir analizde  yeralan “bir araştırmaya  göre Türkiye dünyada nüfusuna göre en fazla yurtdışına servet kaçırılan ülke durumunda. Yurtdışındaki hesaplarda bulunan Türklere ait paraların toplamının 200 milyar doların çok üzerinde olduğu yönünde ciddi iddialar var” yorumunu da dikkat çekici bulmaktayız. (https://ortakakil.org.tr/dis-iliskiler/yolsuzluk-algisi-cok-ciddi-ali-tigrel)

Aynı şekilde, bütün bu konularla ilgili olarak, geçtiğimiz Şubat ayında kamuoyuna açıklanan “Siyasi Ahlak Reformu; Temiz Siyaset Belgesi” başlıklı strateji belgesinin   başta yolsuzluklar başta olmakla çürümüşlüğü kapsamlıca tahlil eden, çıkış yollarını gösteren önemli bir çalışma  olarak büyük  önem taşıdığını ve   yol gösterici olduğunu vurgulayarak, herkese bu belgeyi  incelemelerini ve  değerlendirmelerini de tavsiye ederiz.  (https://gelecekpartisi.org.tr/partimiz/temiz-siyaset-belgemiz)

Yolsuzlukla mücadelede kararlılık ve başarı,  yeni bir Türkiye’nin ve  yeni  bir siyasi anlayışın sembollerinden   biri olabilir. Olmalıdır da. En başta ülkemizin geleceğini omuzlayacak genç nesiller olmakla Türkiye ve ülkemizin bütün  insanları bunu hakkediyor.