“Rusya’da sistem çöktü, ancak kendisi yerinde duruyor. Rus aydınları o ideolojiyi söküp attı” (Sezai Karakoç, Çıkış Yolu I, 1992)
Bugün artık tarih kitaplarında ve ansiklopedilerde yerini almış, ancak 1990’ların öncesinde pek de yıkılıp dağılabileceğine ihtimal verilmeyen, bu nedenle de başta batılı başkentler ve NATO olmakla çeşitli çevrelerde kendisiyle nasıl ve hangi stratejilerle mücadele edileceği üzerine yoğun kafa yorulan SSCB 30 yıl önce bu dönemlerde tarihe karışıyordu. Şüphesiz bu süper gücün dağılışını tek bir olayla bağlantılı görmek veya tek bir faktöre işaret etmek doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Bu bakımdan SSCB’nin dağılışı hakkında yorumda bulunurken epeyce uzun ve zincirleme faktörlerden, hatta etki ve sonuçları bugünlere kadar bile ulaşan bir süreçten bahsetmek daha gerçekçi olabilecektir. Bütün bu hususlara ilişkin detaylı kaynaklara ulaşmak bugün için epeyce kolay. Çok sayıda yazılı ve görsel literatür de mevcut ve sürekli yenileri de kitapçıların raflarında kendilerine yer buluyor.
Öte yandan, SSCB’nin yıkılış dosyasına bakarken ilk sayfadan, mesela 18-19. yüzyıllardan itibaren başlayarak tarihi okumanın yararlı olacağı da muhakkaktır. SB tecrübesine bir bütünlük içinde bakılmadığı takdirde sağlıklı sonuçlara varılmasında zorluklar olacaktır. Örneğin, M. Dijilas’ın kavramsallaştırdığı, SB’nin gelişim sürecinde ortaya çıkan Yeni Sınıf (Komunist Parti) analizlerini yıkılışın derinlikli yorumlarından biri olarak bilhassa tavsiye ederiz. “Dünyayı Sarsan On Gün” (John Reed)’ le başlayan ve neredeyse bir insan ömrü kadar süren bir yaşam öyküsüdür SSCB.
Bu değerlendirmelerimizi paylaşırken, SB’nin tarihi bir yıkımla dağılacağını onyıllar öncesinden gören istisnai bir isim olarak, geçtiğimiz ay vefat eden merhum Sezai Karakoç’u zikretmemiz bir hakkın tespiti bakımından gereklidir. Bir kez daha Allah rahmet eylesin diyoruz.
Ezcümle, dönemin SSCB lideri Gorbacov’un 25 Aralık 1991’deki tarihi istifası, KP’den ihraç edilmiş rakibi, takma ismiyle taşralı Yeltsin’in yıldızının giderek parlamaya başlaması ve yeni Rusya’nın liderliğine uzanması, Kızıl Ordu’nun can havliyle ve sonuçsuz kalacağı en başından belli olduğu halde son bir kez darbe girişimi çabası, Baltıklar, Kafkaslar ve Orta Asya’da yükselen bağımsızlık hareketleri/Halk Cepheleri ve diğer birçok tarihi olay ve gelişme SSCB’nin bahsettiğimiz dağılış sürecinin köşe taşlarından sadece bazılarını teşkil etmekteydi. Yeltsin’in tanklar üzerinde halka yaptığı konuşmalar, ülkeyi onyıllarca yönetmiş anlı-şanlı Komunist Partisi’nin yasaklanması, ordunun Parlamento’yu bombalanması vb. gibi olaylar da önemli, öte yandan nostaljik yönü de bulunan tarihi önemdeki gelişmeler olarak hafızalarda yerlerini almaktaydılar. Artık ülkede glastnost, perestroika, mafia, rüşvet, yeni girişimci sınıflar vb. türünden söylem ve olgular siyaset, iktisat ve sosyolojinin yeni gerçekleri olmaktaydı. Afrika’dan Asya ve Amerika’ya bütün dünyayı saran anti-kapitalist devrim rüzgarlarının yerini yaşamın hemen her boyutunda ABD dolarları almaktaydı. Siyasi/iktisadi sistem dağılırken ortaya çıkan uzun kuyruklar, elinde avucunda evinde ne varsa her türlü malı malzemeyi pazarda satmaya çalışan dar gelirliler, öte yanda halkın ortak birikimi olan işletme, fabrika, tesis gibi altyapılara el koyan yeni zengin oligarklar hep birden bu yeni gerçekliğin de sembolleri olmaktaydılar.
1990’ların başından itibaren ülkeye hakim olan değişim rüzgarları toplum ve yaşamın hemen her boyutunda görülüyordu. Sokak, meydan isimleri değişiyor, Sovyet bayrak ve flamaları, ordu malzemeleri, Sovyet propaganda posterleri zamanında taşıdıkları ruha ihanet edercesine artık pazarlarda, antikacılarda turistik objeler olarak satışa sunuluyor, Lenin, Marks gibi öncü isimlerin heykelleri parçalanıp, yerlere atılıyordu. Yönetim sistemi çöküyordu. Bununla birlikte, bu dönemi izleyen yıllarda bütün bu dönüşümün romantik toz dumanının kalkmasıyla birlikte, esasında, derin Rus zihni yapısının pek de değişmediğini, yeniden komunizmi ihya etmek isteyenlerden, Avrasyacılık gibi akımları canlandırarak yeni Rusya’ya tekrar büyük bir etki alanı doğurmak isteyen güçlere kadar hemen her kesimden aydınların, yazar çizerlerin, siyasetçilerin bütün canlılıklarıyla yine ayağa kalkacaklarını görecektik. “Rusya’da sistem çöktü, ancak kendisi yerinde duruyor. Aydınları o ideolojiyi söküp attı” (Sezai Karakoç) Özetle, Rusya bir taraftan çökerken bir taraftan da canlanıyordu.
Yine Sovyet sisteminden yeni Rusya’ya geçiş döneminde Yeltsin gibi, Yakovlev, Şatalin, (o zamanki adıyla) Leningrad Belediye Başkanı Sobçak vb. isimleri sıkça duyuyor, ülkenin geleceğine dair görüşlerini, attıkları siyasi, iktisadi adımları, hazırladıkları kurtuluş reçetelerini ilgiyle izliyorduk. Bugünün Rusya’sının güçlü lideri Putin ise daha henüz ortada yoktu ve ülkesinin dağılışını üzüntüyle izleyerek tarihte yerini alacağı günleri henüz St. Petersburg’da bekliyordu. Bizlerse komunizm karşıtı büyük mitinglerde, darbe girişimlerine karşı direnerek caddelerde barikatlar kuran gençler, kadınlar, hatta askerler arasında dolaşıyor, sohbet ediyor, kitlelerin çoğunun zihinlerinin karışık olduğunu ancak neredeyse hemen hepsinin ortak görüşünün artık ülkede bir değişim ve açıklık talebi olduğunu, özgürlük istediklerini izliyorduk. Tarihin bu en ilginç döneminde özgürlük talebinin ekmeğe galip geldiğini görüyorduk.
SSCB’de yeni dönemin kendine has gerçeklerini anlamaya gayret ederken bizzat içinden gördüğümüz ve yaşadığımız tarihi gelişmeler boyunca hemen her vesileyle Simone de Beauveoir’ u hatırladığımızı da söylemeliyim. “Hiç SSCB’ ni anlamaya çalışmayın. Anlayamazsınız” diyordu ve bu da doğruydu. Birçok özelliklerinin yanı sıra bu ülke büyük çelişkilerin de vatanıydı ve anlamak zordu.
Bugün artık SSCB’nin dağılışının üzerinden 30 yıl geçti. Etki ve sonuçları ise halen sürüyor. Artık yeni bir ülke, yöneticiler ve isimler var. Rus insanının ve yönetim anlayışının genetik/zihni özellikleri ise yukarıda da vurguladığımız gibi sadece yeni bir kıyafet içinde ana karakterini koruyarak sürüyor. Çöküşe en hassas makamlardan birinde, KGB’de, en yakından ve bizzat içinden şahit olan Putin’in SB’nin dağılışını asrın büyük trajedisi olarak nitelerken sadece duygusal bir yorumda bulunmadığını, yeni küresel sistemde Rusya’nın kendine yeni bir yer arayışının da ilk işaretlerini verdiğini bilmek gerekir. Herhalukarda SB’nin dağılması sonrasındaki dönemde NATO ve Batı bu eski süper gücün hakimiyet alanında giderek yayılır ve genişlerken, Moskova’nın da tepkisiz ve sessiz kalmadığını, ilk dağılmışlık yıllarının psikolojisini Putin’le birlikte hızla üzerinden attığını,yeni siyasi/askeri stratejilerle toparlandığını ve etki bölgelerini yeniden tesis ettiğini görüyoruz. Bazı yönlerden hantal ve çürümüş SB’nin yerini almış daha dinamik ve güçlü bir Rusya’dan bahsedilmesi bile mümkündür. BDT ve Müşterek Güvenlik Anlaşması Teşkilatı’nın doğuşu bu yeni gücün öncülüğündeki etkin bölgesel yapılanmalardan sadece bazılarını teşkil ediyor. Yeni Rusya’nın toplumsal düzlemde de yansımaları görülüyor. Ölümünden onyıllarca sonra bugün Stalin’in, çeşitli anket ve araştırmalarda geniş halk, aydın, siyasetçi vb. kesimler için Rus tarihinin en büyük isimlerinden biri olarak önplana çıkmasının da herhalde sıradan bir durum olarak görülmemesi ve bahsettiğimiz yeni Rusya’nın zihin yapısını gösteren ilginç örneklerden biri olarak kabul edilmesi gerekir.
Özetle; SSCB sonrasında ortaya çıkan 15 bağımsız devletten biri olan Rusya bugün asıl halefi olduğu SB’nin izinde Batıyla savaşını yeni bir uluslararası sistem içinde ve yeni dinamiklerle sürdürüyor. Örneğin, bugünlerde de, Ukrayna meselesi üzerinden NATO/ABD/Batı ile Moskova arasındaki gerginlikler azami düzeye yükselmiş durumda. İlginçtir, bugün Rusya’nın karşısındaki NATO ile AB’ nin üyelerinin kaydadeğer bir bölümü ise Moskova’nın eski müttefik ve yoldaşları. Tarihin ibretlik bir cilvesi olarak, bugün hasım kamplardalar. Yine üyelik için uğraşan Ukrayna, Gürcistan hatta Azerbaycan da bu hayallerine erişebildikleri takdirde NATO içinde eski SB ülkelerinin çoğunluğu teşkil ettiklerini bile görebileceğiz.
Yeni Rusya’nın içinde Putin yönetimi güçlü konumunu daha uzun yıllar koruyacak gibi görünür ve Batı cephesinde de Ukrayna odaklı bu gelişmeler yaşanırken Orta Asya ve Kafkasya Cumhuriyetleri ise kendilerine has dinamikler içinde bölgesel ve uluslararası sistemde yer bulmaya gayret ediyorlar. Geçtiğimiz ay İstanbul Zirve’sinde isim değişikliğiyle Türk Devletleri Teşkilatı’ na dönüşen kardeş halkların birlik zemini ise 30 yıllık post- SB döneminin en önemli ve tarihi süreçlerinden biri olarak geleceğe yürüyor. TDT’ nın sağlıklı, gerçekçi ve rasyonel kısa/orta/ uzun vadeli stratejilerle yoluna devamı halinde küresel düzenin en önemli aktörlerinden birine dönüşebileceğinden de kimsenin şüphe etmemesi gerekir.
İşte yaklaşık 70 yaşamış ve küresel sistemin en önemli aktörlerinden biri olmuş bir süper gücün-SSCB’nin- dağılış hikayesinden 30 yıl sonra akla gelen bazı düşünceler. Uluslararası sistemin ve tarihin bu önemli tecrübeyi anlayabilmesi için yazılacak daha bir çok hikayenin bulunduğunu da düşünüyoruz.
Bu vesileyle Enpolitik ailesine, okurlarımıza ve ülkemizin bütün güzel insanlarına Yeni Yıl-2022- için en iyi dileklerimizi sunuyoruz.
****