Şükrü Kırboğa


Ulusal Göç Stratejisi 2

Ulusal Göç Stratejisi 2


Kurumsal Dağınıklık, Yozlaşma ve Bozulma

Dünya’da göçün yönetimi konusunda farklı uygulamalar olmasına karşın amaç ve hedeflerde benzerlikler olduğu dikkat çekmektedir. İster gönüllü ister zorunlu nedenlerle olsun, göç alan ülkelerin temel yaklaşımı gelen göçmenlerin toplumsal, yasal, kültürel ve iktisadi alanda uyumunu başarılı bir şekilde sağlamaktır. Bunun için farklı programlar ve uygulamalara öncelik verilmektedir.

Bu kapsamda göç esasında çok disiplinli ve çok taraflı konuları içerdiği için, farklı bakanlıklarının uygulama alanına girmektedir. Bundan dolayı düzenli olarak göç alan ve göç hareketlerinin odağında yer alan ülkelerde göçün yönetimi de başlı başına önemli meselelerin başında gelmektedir. Göçmenlerin uyumu ve entegrasyonu politikaları bazı ülkelerde Bakanlıklar düzeyinde koordine edilmeye çalışılırken diğer ülkelerde de Bakanlıklara bağlı birimler tarafından yönetilmektedir. Örneğin, Danimarka’da Göç, Mülteci ve Entegrasyon Bakanlığı, İspanya’da Çalışma ve Göç Bakanlığı, komşumuz Yunanistan’da da Göç ve İltica Bakanlığı olarak göçün yönetimi ve koordinasyonunu sağlanmaya çalışmaktadır. Türkiye’den ciddi şekilde göçmen alan Almanya’da ise entegrasyon ve uyum politikaları, her ne kadar birkaç bakanlık tarafından koordine edilse de bakanlıklar arasındaki ilişkileri ve koordinasyonu Federal Göçmen ve Mülteci Bürosu (BAMF) sağlamaktadır.

Öte yandan Türkiye’de ise en azından 2013 yılına kadar göçün yönetimi konusunda yasal bir boşluğun olduğu gözlemlenmektedir. 2013 yılında kabul edilen Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile kısmı olarak belirsizlik ortadan kaldırmaya çalışmasına karşın, ilerleyen yıllarda daha somut adımların atılmadığı ve Göç İdaresi Başkanlığı’nın kurulmasıyla sürecin adeta kendi haline bırakıldığı gözlemlenmektedir.

Genel duruma bakıldığında göç sorunuyla ilgili olarak farklı bakanlık ve birimlerin bazen birbirine tezat uygulamaları hayata geçirdiği gözlemlenmektedir. Örneğin, güvenlik, ikamet ve vatandaşlıkla ilgili konularda İçişleri Bakanlığı yetki kullanırken, eğitim Milli Eğitim Bakanlığı, çalışma izinleri Çalışma Bakanlığı, sosyal, psikolojik ve sosyal yardımlar konusunda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, sağlık alanında ise Sağlık Bakanlığı’nın yetkili kurumlar olduğu dikkat çekmektedir. Söz konusu bakanlıkların uyum, entegrasyon ve kamusal hizmetleri ise ya Genel Müdürlük yada daire düzeyinde yürütmektedirler. Örneğin göçmenlerin eğitimiyle ilgili politikaları Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü belirlerken, çalışma izinleri Uluslararası İşgücü Genel Müdürlüğü, sağlık alanında ise Göç Sağlığı Daire Başkanlığı temel politikaları belirleyen ve uygulayan aktörler olarak öne çıkmaktadır.

Bu bağlamda yaklaşık 4 milyon yabancıya ev sahipliği yapan ülkemizde göçmen politikalarını yürüten aktörler arasında da farklı uygulamaların hayata geçtiği dikkat çekmektedir. Oysaki göç ve göçmenlerin uyumu konusu güvenlik, ticaret, kültürel, toplumsal, sportif, gençlik, kadın, çocuk, eğitim ve şehircilik gibi oldukça geniş bir alanı ilgilendirdiğinden bunların birbiriyle koordineli bir birim tarafından yönetilmesi gerekmektedir.

Örneğin sosyal yardıma muhtaç çocuklu bir ailenin durumunu ele alacak olursak, söz konusu ailenin aynı anda eğitime, resmi çalışma izniyle iktisadi hayata katılma, sağlığa erişim gibi farklı bakanlıkları ilgilendiren meselelerinin bulunduğu açıktır. Ailenin sosyal yardımdan kurtulup Türkiye’de vergisini ödeyen ve ülkenin kalkınmasın katkı sağlayan bir aile olabilmesi için, bakanlıklar arasında güçlü koordinasyon olması gerekir. Ancak Türkiye’deki uygulamada bunu göremediğimiz gibi her bakanlık kendine özgü politikaları hayata geçirmektedir. Nitekim göç ve göçmenlerin yaşadığı sorunlar ve sıkıntılar pek çok bakanlığın kesişim noktasında olduğu için bakanlıklar arasında koordinasyonu sağlayacak güçlü bir birimin oluşturulması ve koordinasyon konusunda da yetkilendirilmesi gerekmektedir.

Maalesef kurumlar arasındaki koordinasyonsuzluk, keyfiyet ve hesap vermeme zamanla birimlerin yozlaşması ve bozulmasına yol açabilecek riskleri barındırmaktadır. Bu kapsamda doğrudan yaşadığımız birkaç olayı sizlerle paylaşacak olursak işin vahameti konusunda ve göçün neden bir birim tarafından koordinasyonunun sağlanması gerektiği daha iyi anlaşılacaktır.

 

Yukarıda vermiş olduğumuz örnekte sosyal yardımlara muhtaç bazı ailelerin çalışma izni olarak işe yerleştirilmeleri ve ülkeye vergi veren, çocuğunu okutan bireylere dönüşmesine dönük Uluslararası İşgücü Genel Müdürlüğü’ne doğrudan çalışma izni başvurusunda bulunmak için girişimde bulunduk. Tüm belgeleri tamamladıktan sonra Genel Müdürlükle görüşme için randevu aldık ve Bakanlığa ziyarette bulunduk.  Genel Müdürlük binasında yapılan resmi görüşmede söz konusu 2 ailenin mağduriyetini ve çalışma talebini ifade etmemize rağmen bize verilen “bir şirket ismi ve iletişim adresi” üzerinden başvuru yapılması durumunda izinlerin 15 gün içerisinde alınacağı aksi durumda talebin olumlu karşılanmayacağı ifade edildi. Genel Müdürlükten ayrıldıktan sonra ismi verilen şirketle yaptığımız görüşmede Türkiye’de çalışma izinleri prosedürünün kişi başı belirtilen ücretin kendilerine ödenmesi durumunda alınabileceği, belirtilen ücreti ödememiz durumunda çalışma izinlerinin kısa sürede alınacağı ifade edildi. Benzer bir diğer olayda ise Türkiye’ye yurtdışından döviz getiren ve ülkede istihdam yaratan bir derneğin 12 yabancı üst düzey çalışanına çalışma izni başvurumuz için Genel Müdürlükte yaptığımız resmi görüşme, hukuksuz bir şekilde bizden talep edilen parayı ödemeyi kabul etmememiz üzere, başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Her iki olaydan sonra Uluslararası İşgücü Genel Müdürlüğü’ne bir daha çalışma izni başvurumuz olmadı; çünkü kriterlerin ne olduğu üst düzeyde bizlere ifade edilmişti. Demokratik hukuk devletinde bu iddialar üst düzeyde açığa alınma ve etkin soruşturma ile sonuçlanması beklenmektedir. Ancak benzer iddiaların ticari ilişkinin ağının derinliğinden dolayı genellikle olayın kapatılması ile sonuçlandığına işaret etmektedir. Örneğin, 20 bin kişinin bu şekilde çalışma izni aldığı düşünülürse, kayıt dışı yolsuzluk miktarı da 20.000.000 dolar olmaktadır. Söz konusu paranın nasıl bölüştürüldüğü konusunda elbette herhangi bir bilgi sahibi olmamız mümkün de olamaz. Öte yandan bu durum kurumsal yozlaşma ve bozulmanın boyutunu ortaya koyan küçük örnekler olabilir; ancak mağdur aileler açısından hakikaten sosyal yardımlarla yaşamını sürdürme, çocuk işçiliği ve toplumsal çatışma anlamına gelmektedir.

Sonuç olarak ulusal göç stratejisinin başarısı için kurumlar arasında koordinasyonu sağlayacak, en üst seviyede yetkilendirilmiş bir birimin kurulması kaçınılmaz olmuştur. Aksi takdirde göçmenler ve yabancılarla ilgili uyumu ve entegrasyonu sağlamakla görevli kurumlarda yöneticilerin denetimsizliğinden kaynaklı yaşanan yozlaşma ve bozulmanın, iyi örneklere sahip birçok uygulamamızın ve fedakârlığın da başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açacağı açıktır.