Ortaöğretimi yeni bitirenler arasında bir yüksek öğretim programına yerleşenler azalıyor. Yükseköğretime talep mi azalıyor yoksa arz mı yetersiz?
Son yıllarda yükseköğretim sistemimizdeki yeni birgelişme dikkati çekmektedir. Bu gelişme üniversiteye yerleşen ortaöğretim mezunları sayısında 2015 yılından beri süregelen azalmadır. Tedbir alınmadığı takdirde üniversite kapısında bekleme sorunu diye betimlenen sorun çözülmesi zor bir hal alacaktır.
2007 yılında YÖK başkanlığına atandığımda yükseköğretimde çözüm bekleyen sorunlardan birisi üniversite eğitimi talep eden ve üniversite sınavında bir programa yerleşememiş öğrencilerin sayısının fazlalığı ve yıldan yıla birikme eğilimi idi. Kolay bir sorun değildi. “Her ile bir üniversite” açmanın sorunu çözeceğizannediliyordu. Sadece binalarının yapılması birkaç yıl alıyordu. Esas mesele alel acele açılan okullara öğretim elemanı bulmaktı. Bu ise bina yapmaktan çok zor ve uzun zaman gerektiren bir işti.
Ülkemizde yüksek eğitim almış insan sayısını artırmak için 1990’lardan beri üniversite sayımızda son derece dikkat çeken artışlar olmuştur. 1992’de 53 olan devlet yükseköğretim kurumu sayısı 154 artışla 2021’de 207’ye ulaştı.1993’te 1.213.445 olan yüksek öğretim kurumlarına girmek isteyen öğrenci sayısı 2020deyarıdan fazlası açık öğretimde olsa da 8.240.997olmuştur.Bu sayılar yükseköğretim sistemimizin fiziksel olarak görülmemiş bir ivmeyle büyüdüğünü göstermektedir.
Bu büyümeye rağmen ülkemizde 25-34 yaş aralığındaki genç yetişkinlere bakıldığında %41’inin ortaöğretim mezunu bile olmadığı görülür. Bu yaş grubunda yüksek eğitimli olanlar ise %35’tir. OECD’de yüksek eğitimlilerin oranı %45’tir. Aslında ülkemiz, son 10 yılda 25-34 yaş aralığında yükseköğretim mezunlarının en fazla arttığı ülkeler arasında yer almaktadır; 2010 yılında %17 olan yükseköğretim mezunu oranı, 2020’de %35’e yükselmiştir.
25-64 yaş grubuna bakıldığında ülkemizde 25-64 yaş aralığındaki her 5 yetişkinden 1’i yükseköğretim mezunudur. Bu şaşırtıcı değildir çünkü 25-64 yaş aralığında ortaöğretim mezunu dahi olmayan yetişkin oranı Türkiye’de %58 iken OECD ortalamasında %21’dir.
OECD ülkeleri ile aleyhimize olan farkı kapatabilmek için üniversite sayılarımızı artırdık ve tabii öğrenci sayımızda arttı. 2020 itibariyle yukarıda verildiği gibi yüksek öğretimde 8.240.997 öğrenci bulunmaktadır. Böyle yüksek bir sayıya kısa zamanda ulaşan üniversite öğrencisi sayısı bundan sonra daha az ivmeyle büyümek durumu ile karşı karşıyadır. Bunun nedeni üniversiteyi besleyen ortaöğretim düzeyinde öğrencilerin yükseköğretime yönelişlerindeki azalma eğilimidir. Özellikle 2015 yılından beri ortaöğretimden yeni mezun olup üniversiteye yerleşenlerin sayısında bir azalma görülmektedir. Bu eğilim aşağıda Yurdakul vd.(2021) tarafından hazırlanan tabloda çok belirgindir. 2012 yılında 2015 yılına kadar ortaöğretimdenyeni mezun öğrencilerin sayısı tedricen artmıştır. 2015 yılında %53,4’e varan öğrenci yüzdesi 2021 yılında 26,8’e düşmüştür. Lisans ve önlisans öğrencilerine ayrı ayrı bakıldığında yükseköğretime katılanlarda azalmanın önlisans seviyesinde daha fazla (%13) lisans seviyesinde ise daha az (%10,7) olduğu görülür.
2015 ve 2021 yılları arasında yeni ortaöğretim mezunlarının üniversiteye kaydında görülen bu azalma önemlidir ve açıklanmaya muhtaçtır. Her ne kadar böyle bir azalmanın üniversitenin yükünü hafifleteceği düşünülse bile yükseköğretim talep eden öğrenciler ve ülkemiz açısından böyle bir azalmayı faydalı kabul etmek mümkün değildir.
Ortaöğretim mezunu öğrencilerin üniversiteye yerleşmesini etkileyen faktörlerden birincisi kontenjanların artmaması,buna karşılık üniversite eğitimi için başvuran öğrenci sayısının devamlı yükselmesidir. Bu durumöğrenciler için üniversiteye yerleşme şansının azalmasıanlamına gelmektedir. Son yıllarda üniversite kontenjanları artmamakta hatta talep olmaması nedeniyle bazı dallarda kontenjanlar azalmakta veya tamamen kaldırılmaktadır.
Ortaöğretim mezunu öğrencilerin üniversiteye yerleşmesini etkileyen faktörlerden ikincisi YÖK’ün izlediği yerleştirme politikalarının yanlışlığıdır. Çeşitli dallara getirilen barajlar bunun en güzel örneğidir. YÖK belirli alanlarda görülen başarısızlığı okullarda değil okullara kabul edilen öğrencilerde aramaktadır. Bu nedenle ortaöğretimde başarılı öğrenciler baştan seçilmeye çalışılmakta ve başarının böyle elde edileceği düşünülmektedir. Dilekçe yazamayan avukat örneğinde kabahat sadece avukatta değil o’na öğretim veren kurumdadır. Yeterli düzeyde eğitim almayan bir öğrenci mezun edilmemelidir. Bir şekilde mezun olanlar varsa onlarda mesleğe başlamadan önce o mesleğe ait kurulca yapılacak sınavı almak zorunda olmalılar. Baraj nedeniyle istediği bölümü kazanamayan adaylar ya bir sonraki sınavı beklemekte veya puanının yettiği başka bir bölüme kaydolmaktadır. En önemlisi belirlenen yüksek baraj nedeniyle o alanda çalışmak isteyen adaylar üniversiteye girememekte ve çoğu kez kontenjanlar boş kalmaktadır. Önceden kontenjandaki boş kalmaların taşra üniversitelerinde olduğu düşünülürdü. Şimdi en eski ve köklü üniversitelerimizde bile kontenjanın boş kalması sorunu yaşanmaktadır.Örnek olmak üzere yüksek öğretime yerleşme oranı,açık öğretimde dahil olmak üzere, Atatürk Üniversitesinde %42 ve Anadolu Üniversitesinde %54,5’tir.(Yurdakul v.d. 2021)
Tablo 1. Ortaöğretimden yeni mezun olan öğrencilerin üniversiteye yerleşme yüzdeleri
Üçüncü neden “mezuna kalmak” tır ki son zamanlarda sıkça kullanılmaktadır. İstihdam ve gelir açısından istediği bölümü kazanamayacağını düşünen ve başka bir bölümü düşünmeyen ortaöğretim mezunları üniversite giriş sınavını bir sonraki seneye bırakmaktadırlar. Özellikle evrensel salgın döneminde sıkça kullanılan yönelimlerden birisi mezuna kalmak olmuştur. Ülke ekonomisinin daraldığı dönemlerde daha önceden iyi iş yapan sektörler de üretim yavaşlamakta ve bu işkollarında istihdam azalmaktadır. Ülkemizde inşaat sektörü böyle alanlardan birisidir. İnşaat sektöründeki yavaşlama gençlerin İnşaat Mühendisliği Bölümlerini tercih etmemesine yol açmakta ve bu nedenle kontenjanlar dolmamaktadır.
Dördüncü neden, ülkemizde son zamanlarda gözlenen genç işsizliğinin(%25,6) yeni ortaöğretim mezunlarının üniversite okuma motivasyonlarını azaltmasıdır. Ailesinin ekonomik imkanları iyi olanküçük bir grup aile işletmesinde çalışırken bir kısmı da işi olmadan evde oturmaktadır. Bizim ev gençleri literatürde ise NEET denilen bu gençler ne eğitimde ne de istihdamda olan gençlerdir. (Coşkun ve Çelik, 2021)
Son neden, sayıları kesin olarak bilinmemekle beraber bir kısım gencin üniversite eğitimi için ülke dışına çıkmalarıdır.
Bütün enerjimizle kontenjan yaratmaya çalışılan günlerden kontenjanları dolduramadığımız günlere gelindi. 2015 yılından günümüze ortaöğretimden yeni mezun olanların üniversiteye yerleşmelerindeki azalma TürkiyeEğitim Sisteminin önemli sorunlarından birisi haline gelmiştir. Bu eğilim son yirmi yılda hem üniversite eğitimine olantalep ve arzı arasındaki farkı büyütmektehem de büyük fedakarlıklarla yaratılan kontenjanların boş kalması ülkemizi kaynak israfına sürüklemektedir. YÖK’ün bu konuyla acil olarak ilgilenmesi ülke menfaatine olacaktır.
Yusuf Ziya Özcan
Gelecek Partisi
Eğitim Politikaları İzleme Kurulu
Kaynakça:
Coşkun, F. B. ve Çelik, Z. Ne Eğitimde Ne İstihdamdaki Gençlere (NEET) Dair Politika Analizi. 16 Haziran 2021. https://www.ilkeanaliz.net/2021/06/16/neet/
Yurdakul, S. Yıldırım, B. ve Şahin, S.A. (2021) Yükseköğretime bakış 2021:İzleme ve Değerlendirme Raporu. Ankara: Eğitim-Bir Sen Stratejik Araştırma Merkezi.