“Ahh bu dinin bir sahibi olsa, bir başı olsa böyle mi olur” diye hayıflanan bir vaizin, hançeresinden soluksuzca sıralanan bağırışı önüme düşünce bir an oturup düşündüm. Daha sonraki sözlerinden derdinin halifelik olduğunu anlıyoruz. Lakin halifelik konusuna burada girmeyeceğim. Teferruatı hakeden bu konuyu burada noktalıyorum ve vaiz efendinin sözleri ile gündeme gelen diğer konuya yani tanınmış bir müzisyenin şarkı sözlerinden aparılan bir ironik teşbihe verilen muazzam hassasiyete! ve tepkiye geçiyorum.
Milletin pahalılıktan, işsizlikten çaresizlikten canının burnuna geldiğini belirtmeme gerek yok sanırım. İşte tam da bu durumda, mevcut iktidar elitinin her zaman yaptığı şey karşımıza çıkıveriyor. Yakıcı gündemi değiştirmek için müflis tüccar tadında eski şarkı sözlerini, film repliklerini karıştırarak bir şeyler bulmuş edasıyla ortalığı velveleye vermek söz konusu tamtamcı ekibin alamet-i farikası.
Benim merak ettiğim ; hırsızlığa, yolsuzluğa, adam kayırmacılığına ve her türlü istismara ses etmeyen, hatta bazılarının fetva bile verdiği bu kitlenin ne ara bu kadar “dindar” olduğu? Esasen bu gibilerin niyetini en iyi hakikii ve samimi Müslümanların bildiğine şüphe yok.
Biliyor bilmelerine de, bu güruhun ipe sapa gelmez hamaset ve tekfircilik iftiralarından öyle yılmışlar öyle sinmişler ki “it ile dalaşmaktansa çalıyı dolaşıyorlar”
Günün piyango talih(siz)lisi tanınmış bir müzisyen sanatçı. Anlaşılan, belli guruplar iktidara alan açmak için gündem değiştirmek adına eşeledikleri toprak altından kemik bulma işine soyunmuş.
Bu Adem ile Havva meselesi de hayli ilginç. Adem-Havva kıssasında esasen
İslam dahil tüm dini anlatılarda; Yaratıcının yapma dediğini yapan günah işleyen ve aynen literatürdeki ifadeyle “cahillik” yaptıkları için cennetten kovulan ilk insan anlatılır. Bu kıssa bugün Adem ile Havva’nın bazı çocukları için bir goygoy ve tekfir meselesi haline getirildiyse şapkayı önümüze koyup bir güzel düşünmek gerekir.
Bu din nasıl bir din ki hem sahibi ve koruyucusunun Allah olduğuna iman ediliyor hem de sıradan bir ölümlünün her hangi bir sözü hatta yakıştırması ile tarumar olacağından korkuluyor. Ahh bu dinin bir sahibi olsa, bir başı olsa böyle mi olur diyen vaiz efendi ve benzerleri lafa geldi mi de dinin sahibi Allah’tır hatırlatması yapabiliyor. Ben de buradan soruyorum: Hangisi kardeşim!
Kalpler benim elimde, iman etmesi ve etmemesi benim iznim ve külli irademle olur sen sadece bir tebliğcisin diyen Allah yanılmış olamaz sanırım. Tabi meselenin bu kadar basit olmadığının farkındayım. Demokrasi, batı tarzı medeniyet, fikir ve inanç özgürlüğünün ulaştığı boyut, temel insan hakları gibi modern toplum değerlerinin bizi getirdiği yol, inanç ve kutsalların dokunulmazlık labirentine giden tek bir çıkmaz yol ile son buluyor..
Bu öyle bir çıkmaz yol ki; söz ve fikirler beyhude kalıyor, diyalektik sadece amaca hizmet eder hale geliyor, estetik sınırları çizilmiş karbon kopyalara dönüşüyor, sanat ve bilim hakeza. Nasıl oluyursa bu kutsallık zırhı hep belli konularda belli kesimlerin tekelinde bir manivela. Dindar bir insan mesela dini inancı aleyhinde söylenen bir söze; bilmiyordur, anlayamamıştır Allah affetsin, Allah hidayet versin diye çelebice bir tepki verirken sanırım yazının başında ifade ettiğim dinin sahibi ve koruyucusu Allah’tır inancını hazmetmiş bir tevekkülle hareket ediyordur. “Din(i)dar” birinin böyle bir durumda vurun lan söyletmen, linç edin inletmen tepkilerinin kaynağının din olup olmadığının değerlendirmesini ise ilahiyatçılara bırakıyorum.
Dini bir konuda söz söylemek başka birsey, herhangi birinin söylediği ve yaptıklarının dine uygun olup olmadığının sigaya çekilmesi başka birsey. Mesela Yunus Emre gibilerin beyitlerinde dile getirdiği ve çoğu zaman Enel Hak aforizmaları gibi teşbihler ile yaratıcı ve yaratan arasındaki inanç ritüellerinin tasavvuf çatısı altında harmanlanarak ifade edilmesi Ebussuud gibilerin tekfir fetvalarına konu oldu. Yunus Emre’yi kafir ilan eden ve Müslüman çoğunluğun saygı duyduğu bir Şeyhülislam geçmişimiz var.
Maalesef bu meseleler yeni degil. Yüzyılların tartışmaları bunlar. Çoğu zaman, geçmişe ait tarihi- dini anlatılar da çok yanıltıcı. İlimde sanatta vesaire o çokça övünülen medeniyet mimarı kişilikler dini birer sembol olarak algılanmış hatta dini literatür ve inanç sayesinde bu buluşlara imza attıkları anlatılagelmiştir. Bunun doğru olmadığını biliyoruz. Malum olduğu üzere İbn Sina, Farabî, İbn Rüşd gibi isimlerin sahip olduğu popülariteyi Rönesans sonrası Batı toplumunun onlara verdiği kıymete borçluyuz. Müslümanlar bu konuda iyi birer sınav vermemiştir. İbn Sina'nın evi Gazneli Mahmud tarafından yağmalanmış, İbn Rüşd'ün kitapları dönemin emirince yakılmıştı. Çoğu küskün öldü.
Medeniyet tarihimiz, maalesef anlatılanın aksine bireysel başarıların üstüne katma değer sağlayamamış. Üstüne bir şey koyamamış, tekamül edememiş. Malum olduğu üzere, icatlar sadece bir anlık keşifler değildir. Bidayetinden itibaren üzerine katkı verilerek insanlığın ortak değerine dönüşür. Önemli olan son kertede bu icadı keşfedene o ortamı hazırlamak ve bu geleneğe sahip çıkmak yaşatmaktır. Yoksa sonbaharda hazan vurmuş yaprak gibi ortada kalıveriyoruz. Tek çiçekle bahar gelmiyor.
Şehir efsaneleri ile harmanlanmış bir dizi tarihi yanılgı, bizim gibi toplumları her daim kaf dağının ardındaki Anka kuşu masallarıyla oyaladı. Ambalajlanan “gerçek İslam” özlem ve güzellemeleri hayal edilerek uyutuldu. Deveyi yardan uçuran bir tutam ot misali bu tür söylemlerin ne zaman sonu gelecek diye beyhude ve çaresizce bir soruyu Münevver hassasiyeti adına sormak istiyorum.
Ve elbette insanlık ve medeniyet şahikası olarak hayalini kurduğunuz, ne ifade ettiği, hangi pratiğe kapı açtığı, sadre şifa hangi meseleye katkı verdiği- vereceği bir türlü anlaşılamayan bu dini yorum anlayışı ile toplumun ne hale geldiği ortada. Samimi, hilm ve ihlaslı dindarların sizlerden niçin kaçtığını sorgulamayı hiç düşünmüyor musunuz? Din aynı din, kur’an aynı Kur’an. Yapılmak istenilenin ne olduğu aşikar. Esasen insan ve toplumların özgür ve bağımsız yaşamasını sınırlamak ve bunu yaparken de kutsalıma dokundurtmam argümanına sığınmak sizin kaçış planınız. Bunu açıkça ifade eden de bizzat sizlersiniz. Hatta bu argümanlariniz sadece özgürlükleri degil insanların hayatlarına da kast edecek şekilde verilen gözdağları ile orta yerde duruyor. Bu din(İ)darlara sormak lazım: Bu mu sizin medeniyet tasavvurunuz.?
Görece ele geçirilen devlet aygıtı sayesinde elde edilen o yüksek özgüven sayesinde “köpeksiz köyde değneksiz gezmenin” verdiği rahatlık içinde olan kibirli bir kitle var. İçlerinde gizleyemedikleri habis düşünceler, aslında samimi, hilm ve hakiki iman sahibi Müslümanlara ne yapmamalarını ve kimlerle olmamaları gerektiğini öğretiyor. Bu da bir kazanım. Zor, pahalı ama sonuçta bir kazanım.