Ümit Yardım


Rusya-Ukrayna Savaşı Sürerken Orta Doğu’da Yeni Bir Dönem Arayışları...

Rusya-Ukrayna Savaşı Sürerken Orta Doğu’da Yeni Bir Dönem Arayışları...


Ukrayna merkezli gerginlikler sürerken, 21 Şubat 2022 akşamı/gecesi bütün dünyanın gözleri bir kez daha Rusya-Ukrayna gelişmelerine döndü  ve  Kremlin’den pek de şaşırtıcı olmayan şekilde  peşpeşe gelen siyasi ataklara odaklandı. Bu atakların küresel ölçekte en meydan okuyucusu ise hemen üç gün sonra, 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya yönelik askeri harekatların başlaması oldu. Filhakika,    küresel sistemin güçlü aktörlerinin Ukrayna üzerinden birbirlerini ölçme ve hesaplaşmaları gelişmelerin ilgi ve dikkat merkezini teşkil ediyor. Ukrayna ülkesi ve halkı ise Rus işgalinin kurbanı oluyor.  Bölgedeki gelişmelerin nasıl bugünlere kadar geldiğine  dair  bazı  değerlendirmelerimizi çeşitli tarihlerde   yine bu sitede  paylaşmıştık.

(https://www.enpolitik.com/yazar/umit-yardim/ukrayna-gelismeleri-uzerine-ii-kievden-bakis-5541-kose-yazisi)

Putin’in  sözkonusu   siyasi/askeri  karar ve adımları  ile artık Avrupa’da yeni gerçekliklerin  oluştuğunu, ileride söz sırası diplomasiye geldiğinde bile, Rusya ile genel anlamda Batı (AB/NATO/ABD vb.) arasındaki ilişkilerde   yeni bir  soğuk savaş dönemine girileceğini, bu çerçevede  bir nevi yeni Berlin duvarlarının inşa edileceğini  düşündüğümüzü  çeşitli yorumlarımızda aktardık. Uluslararası sistem de bu durumdan doğrudan etkilenecektir. Siyasi, askeri, iktisadi, enerji, insani  vb. bütün alanlarda 21/24  Şubat 2022  gelişmelerinin yıkıcı  etki ve sonuçlarını önümüzdeki dönemde aşamalı olarak göreceğiz. Özetle, 21/24 Şubat 2022 günleri   özelde Avrupa genelde ise küresel sistem için yeni bir dönemin de eşiğini teşkil edecek ve tarihe bu şekilde geçecekler.

Halefi Yeltsin’den “Rusya’yı  koru. Sana emanet ediyorum” vasiyetiyle görevi  devralan ve ülkeyi  adeta  ikinci sınıf bir ülke olmaktan çıkararak tekrar çok güçlü, mümkünse küresel ölçekte  bir ülkeye dönüştürme  sözü veren  Başkan Putin bu mirasa sahip çıktığını, hatta çok daha ilerisine geçtiğini  onyıllar boyunca Rusya  içinde ve dışında (Kafkasya, Orta Asya başta olmak üzere) askeri, siyasi, iktisadi vb. bütün alanlarda gösterdi, her türlü senaryo için hazırlandı ve bugün de  bu stratejisini Ukrayna’da sahaya indiriyor. Başkent Kiev dahil neredeyse ülkenin geneline yakınında savaş ortamı var ve Rus güçlerine karşı direniş görülüyor. Siyasi yaşamı boyunca izlediği sloganı ise zaten açık ve bugünkü durumu çok iyi özetliyor.  “Kavga kaçınılmazsa ilk yumruğu sen vur” Bu tablo içinde,  Putin, Başkanlıktan   çok    Yeni Çar Putin ünvanını da fazlasıyla hakkediyor. 

A.Bununla birlikte, küresel ölçekte önemli bu gelişmeler yaşanırken gözlerden hiçbir şekilde   uzak tutulmaması gereken bir başka  bölge daha var. Orta Doğu. Esasen Orta Doğu gelişmeleri de  Türkiye bakımından benzeri ölçüde   önem taşıyor. Herşeyden önce  Türkiye Orta Doğu’nun tam merkezinde yeralan bir ülke.  Türkiye ile  yıllardır  gergin ilişkiler yaşadığı BAE, İsrail, Mısır, S.Arabistan  gibi ülkeler arasında  son dönemde bazı karşılıklı adımlar atılmaya başlamasıyla birlikte, ülkemizde  birtakım  kalem sahipleri hemen yeni dış politika açılımlarından ve  (güya) normalleşmeden bahsetmeye  başladılar. Şimdiden, henüz daha yolun başındayken bile,   bu açılımların başarılarından bile konuşulur oldu. Son yıllarda “Yeni Türkiye” nin bir özelliği olarak dış dünya ile bir gün kavga etmek, bir gün miting meydanlarını bu kavgalara aracı kılmak, işler ters gitmeye başladığında ise birtakım  revizyon çabalarına  yönelmek dış politikada ana  unsura dönüştü. Dış politikada bazı gelişmelere verilebilecek/verilmesi gerekli makul /doğal   tepkiler  ile  sağduyu/rasyonalite/gerçeklik arasında dengeyi bir türlü oluşturamamanın faturası bütün ağırlığıyla önümüzde duruyor. Ve bunun en başta halkımız ödüyor. Bugüne kadarki durum  her bakımdan kaybet-kaybet manzarası. Öte yandan, çeşitli yönlerden içeriğini eleştirdiğimiz ancak son tahlilde doğru ve gerekli olduğunu düşündüğümüz  bu  süreçler devam ederken  karşımızdaki  muhataplar da acaba böyle mi düşünüyor ve gelişmeleri Ankara’nın baktığı gibi mi değerlendiriyorlar sorusu kaçınılmaz olarak akla  geliyor. İşin en kritik yönü de  bu mesele zaten.  

Küresel sistemin   son yıllarına  bakıldığında, Başkan Biden’la birlikte ABD’nin Hint-Pasifik bölgesine yönelimi ana dış politika tercihlerinden birine dönüştürmesi   ve bu yeni stratejisini AUKUS, QUAD, ASEAN vb. yapılarla desteklemesi, ABD ve NATO’nun çekilmesi sonrasında Afganistan’da iktidar değişimi, Rusya’nın Orta Asya, Kafkasya atakları  ve son olarak da halen içinde yaşadığımız Ukrayna gelişmeleri  önemli gelişmeler  olarak zikredilmelidir. Bunlardan başka daha bölgesel ölçeklerde  birçok gelişme de Afrika’dan Asya’ya kadar dünyanın her yerinde yaşanıyor.

Yukarıda işaret edildiği gibi, bütün bu görünüm  içinde, son dönemlerde nisbeten  geri plana düşmüş gibi gözükse bile, en başta ülkemizin de bir parçası olduğu Orta Doğu’yu  hiçbir şekilde dikkat merkezinden kaçırmamak, bölgesel/küresel gelişmelerin odağının  bu coğrafya olduğunu  sürekli hatırlamak gerekir.  

B.Orta Doğu ekseninden kısa bir bakışla geçtiğimiz yakın döneme ve Türkiye’nin normalleşme çabalarına dair  neleri hatırlamalıyız. 

Son dönemlerde Türkiye’den birçok heyet Orta Doğu’nun çeşitli başkentlerini ziyaret ediyor veya bu ülkelerden gelenler Ankara’da ağırlanıyor. Telefon/ özel temsilci diplomasisi  işletiliyor. Çeşitli vesilelerle sempati mesajları da zaman zaman  teati ediliyor. İsrail liderlerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a İstanbul’da tutuklu İsraillilerin serbest bırakılması nedeniyle teşekkür telefonları gibi. Ancak bütün bu hareketliliğin arka planında  epeyce ciddi meseleler de bulunuyor.

*İsrail’le başlayalım. Türkiye-İsrail ilişkilerinin durumu  bugün olduğu  gibi gelecekte de   bölgenin en belirleyici faktörlerinden biri ve bu önemini de her zaman sürdürecek. Hatırlanacağı üzere,  Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinde en önemli kırılma noktalarını Bir Dakika, Mavi Marmara ve Türkiye’nin Hamas’la ilişkileri teşkil etti. İsrail yönetimlerin bu dönemde Filistinlilere yönelik insanlık dışı uygulamaları ise  kamuoyumuzda tepki doğurmakla kalmadı,siyaset yapıcılarının   kararları  üzerinde de belirleyici  olmayı sürdürdü.  Bu zemin üzerinden hareketle  başkaca   sorunlar da   ikili ve bölgesel ilişkiler gündemine yerleşti. Gerginlikler ve soğukluk, ikili/bölgesel  ilişkiler  tarihinin muhtemelen en dibe vurduğu noktalara ulaştı. 

 

Türkiye bu dönemde genel anlamda dış politika yalnızlığı içine yuvarlanırken, İsrail’ in ikili/bölgesel/küresel anlamda  önemli kazanımlar sağladığını izledik.

“Asrın Anlaşması; Refah için Barış Vizyon Belgesi”  İsrail merkezli   Orta Doğu projesi  yeni dönemin kilit adımı oldu. Sonradan gündemden düşşe de projenin  birçok unsuru ilerleyen dönemde uygulamaya geçirildi. 2020 başlarından itibaren, ABD-İsrail ikilisinin yanlarına bazı bölge ülkelerini de alarak, eskiden hasım kamplarda bulunduğu BAE, Bahreyn vb. ülkelerle (sonradan Fas, Sudan’ın katılımıyla) ilişkilerinde önemli adımlar atarken, İbrahimi Anlaşmalar da bölge tarihinin en kritik aşamalarını teşkil ettiler. (Bu dönemde ülkemiz dış politika yapıcılarının 'Filistin halkına ve davasına ihanet edenlerin hüsranını tarih elbette yazacaktır' yorumlarını  hatırlıyoruz) Bu süreçlere paralel şekilde, İsrail’in bölge ülkeleriyle ikili/üçlü gruplaşmalara dahil olması da dikkat çekici oldu. BAE, Yunanistan, G.Kıbrıs ve diğerleri. Aralarında askeri/savunma dahil birçok işbirliği anlaşmalarını da imzalayabildiler. İsrail, Doğu Akdeniz Gaz Forumu gibi zeminlerde de bölgenin çeşitli  aktörleri ile bir araya gelebilmeyi başardı. İlginçtir bu zeminlerin belki de en dikkat çekici özelliği üyelerinin tamamına yakınının Türkiye ile hasım ilişkiler içinde bulunmasıydı.

 

Türkiye, bugün geldiği aşamada İsraille ilişkilerindeki sorunların devamının  bilhassa Filistinlilerle ilişkilerine de olumsuz etki yaptığını, bu konuların görüşüldüğü masalardan uzak tutulduğunu görmüş olabilir ve bu da yeni yakınlaşmanın ardındaki nedenlerden birini teşkil edebilir.  Son olarak, Filistin’le İsrail arasındaki, çok sayıda masum Filistinlinin öldürüldüğü, 12 gün savaşında Türkiye’nin  diplomasi süreçlerinde kendine  yer bulamadığı hatırlanmalıdır. 

 

İsrail tarafına baktığımızda ise, ilişkilerin geleceğine dair yorumlar farklılık gösterebiliyor. Derinden derine temkin, tereddüt ve şüpheler de ifade ediliyor.  Cb.Erdoğan’ın  Filistin, Hamas, Müslüman Kardeşler vb. konularına  bakışında radikal dönüşümler olmayacağı, Türkiye’de yapılacak seçimler vb. gibi dönemlerde bölgeye yönelik radikal mesajlar da gelebileceği, İsrail’in buna hazırlıklı olması gerektiği,   ancak normalleşmeye de açık olduğu, dolayısıyla her iki tarafın da bu şartlar altında normalleşmeye yöneldiği  yorumları  görülüyor. Öte yandan, İsrail,  başta Yunanistan ve GKRY olmak üzere çeşitli bölge ülkeleriyle gerçekleştirdiği yakınlaşmanın Türkiye ile yeni dönem ilişkilerinden etkilenmeyeceği hususunu  bilhassa vurgulamaya da önem veriyor.

 

*İsrail gibi, geçmişte Türkiye’nin  ciddi sorunlar, gerginlik ve çatışmalar yaşadığı ülkeler arasında  BAE de bulunuyor. Bu tablo içinde, Türkiye’nin bölgeye yönelik bakışında Müslüman Kardeşler odaklı yaklaşımı, bu siyasi tercihin de etkisiyle yaşanan bölgesel rekabetin (Libya gibi)  karşılıklı tehditlerin, suçlamaların uzun yıllar ilişkilerin mahiyetini etkilediği biliniyor. Karşılıklı tehditler, saldırılar ise ikili ilişkilerin önemli boyutlarından biri oldu.

 

BAE ise bu dönemde kendisini önemli bir aktörü olarak gördüğü  yeni bölgesel stratejiler çerçevesinde   ABD ve İsrail’in en yakın müttefiki olarak 13 Ağustos 2020’de İsrail’le barış anlaşması imzaladı  ve M.Bin Zayed de “Yeni Orta Doğu’nun gerçek öncü lideri” olarak birçok övgüye mazhar oldu.  Son olarak 30 Aralık 2021 günü Başbakan  Bennett’ in  BAE’ni  ziyareti de bu ilişkilerin ulaştığı düzeyi gösteriyor.

 

BAE ulusal güvenlik danışmanı’nın Türkiye’yi ziyaretiyle başlayan ilişkilerde yeni dönem arayışları önce Veliahd Prens M.bin Zayed’in Türkiye’yi, daha sonra  da Cb. Erdoğan’ın geçtiğimiz ayki BAE ziyaretiyle en üst düzeylere erişti. Yeni dönem Türkiye-BAE ilişkilerinde, BAE’nin konumu bölgesel düzeyde en önemli anahtar ve eşiklerden birini teşkil ediyor. Bu anlamda Türkiye’nin bölgeye bakışında İsrail ve BAE’ni önemli saçayakları olarak görmek doğru olacaktır. İki başkentin, Libya, Suriye, doğu Akdeniz gibi çatışma alanlarında politikalarını birbirlerine nasıl yakınlaşabilecekleri ise yeni dönemin ciddi sınamaları arasında yeralacak.

 

*Mısır; Türkiye’nin yakınen desteklediği, halkının güven ve oylarıyla iktidara gelmiş  Mursi yönetiminin Sisi darbesiyle devrilmesine yol açan gelişmeler sonrasında, Türkiye-Mısır gerginliği aslında ilişkileri hep mesafeli olmuş  bu ülkeler için çok farklı gelişmeleri de doğurdu.  Taraflar bu süreçte birbirlerine karşı her türlü siyasi, iktisadi, askeri enstrümanı sahaya sürdüler,  bu tutumlarını en üst düzeyde ve en ağır tehditlerle de devam ettirdiler. Bu gelişmelere paralel bir şekilde Mısır ve Yunanistan’ın liderliğinde Türkiye hasmı ciddi bir gruplaşmanın meydana geldiği de görüldü. Türkiye-Mısır gerginliği birçok bölge aktörü için istismar edebilecekleri son derece elverişli bir zemini sunuyordu. Şimdi iki taraf için de sürdürülebilir olmayan bu durumu düzeltmeye yönelik bazı adımların atılmaya çalışıldığı görülüyor. Ancak bu işler o kadar kolay değil.  Bunda Mısır’ın bölgesel rekabet bir tarafa her şeyden önce  Türkiye’yi içişlerine müdahale eden bir aktör olarak görmesi asıl belirleyici unsurlardan biri  oluyor.

 

Son dönem gelişmeleriyle birlikte, Mısırlı muhaliflerin Türkiye’den veya Türkiye üzerinden yaptıkları yayınlara sınırlamalar getirildiği, mitinglerde,  televizyon programlarında Mısır Cb. Sisi’ye yapılan suçlamaların giderek daha az duyulduğu izlenebiliyor. Bir anlamda bilhassa Cb. Mursi’nin ölümü sonrasında Mısır’ın  Türkiye’nin  gündemindeki yerinin geri planlara düştüğü de görülüyor. Bu durumun ise ilişkilerin gözden geçirilmesi yönündeki adımlara olumlu katkı yaptığı ve baskıları hafifletebildiği söylenebilir. 

 

Mısır Dışişleri Bakanı Şükrü’nün, zaman zaman dile getirdiği normalleşmenin önünün “içişlerine karışmama, birbirlerinin egemenliklerine saygı” ilkeleri temelinde açılabileceği  vurgusu da Mısır tarafının konuya bakışı bakımından yeterince ipucu veriyor.

 

*S.Arabistan ise Türkiye’nin bölgeye yönelik  girişimlerinde  en zor aktörlerden biri oluyor. Geçtiğimiz yıl Bakan Çavuşoğlu ülkeyi ziyaret etti ancak Kaşıkçı cinayeti sonrasında iki ülke arasında oluşmaya başlayan derin  uçurumun kolay aşılamayacağı şüphesiz. Bu vesileyle Türkiye’nin bu cinayet sürecini iyi yönetemediğini, ilişkilerin bu aşamaya gelmesinde de bunun etkili olduğunu  düşündüğümüzü söylemeliyiz. Gerçekleşirse Cb. Erdoğan’ın önümüzdeki yakın dönem için öngörülen ziyaretinin kritik bir eşiğin aşılması anlamına gelip gelmediğini göreceğiz.  Bütün bu görünüm içinde ve Müslüman Kardeşler boyutunun giderek geri plana düşmeye başlamasıyla birlikte,  SA’ın Ankara’dan beklentileri arasında bölgesel  güvenlik sorunları, savunma/teknoloji  konuları  en başta gelecektir. Yemen, Libya, Suriye gibi. Türkiye’nin ise bu beklentileri ne ölçüde karşılayabileceği zorluklar içerecektir. Örneğin son savaşta  Ukrayna’nın Türk yapımı droneları kullanmış olmasının çeşitli taraflarda doğurduğu tepkiler hatırlandığında SA’nın bu konuda olası satın alım ve işbirliği talepleri nasıl karşılanacaktır. Her halukarda SA ile ilişkilerin bugünkü konumunun siyasi,iktisadi vb. boyutları  bir tarafa insani ilişkiler ve ülkemiz insanının Mekke-Medine’ye de evsahipliği yapan bu ülkeye bakışı bakımından da kabul edilemez bir düzeyde bulunduğu şüphesizdir. Türkiye-S.Arabistan ilişkilerinin durumu ve geleceği bölgenin önemli eşiklerinden biri olacaktır.

 

*Suriye ile ilişkilerin geleceği ise bütün diğerlerinden  daha zorlu olacak ve her türlü senaryonun da önü açık gibi gözüküyor. Ancak Ankara’nın son bir yıl içinde bölgeye yönelik adımlarında görüldüğü gibi umulmayan  hamleleri  yapması da şaşırtıcı gelmeyebilir. Suriye bağlamında bakıldığında, Şam yönetiminin çeşitli  Arap ülkeleriyle (Ürdün, BAE) ilişkilerinde yaşanan olumlu hava ve  önümüzdeki ay yapılacak Zirve’de Arap Ligi’ne dönüşünün ihtimal dahiline girmesi gibi faktörlerin Türkiye’nin Suriye’ye bakışını etkilemesi ihtimali mevcuttur. Tabii ki  şayet gerçekleşirse, Suriye ile ilişkilerin farklı bir mecraya girmesi, geçmişte olduğu gibi ileride stratejik işbirliği düzeyini geri getirir mi sorusunun cevabı şimdilik  açıkça hayır olacaktır. Bu tür soruların cevabının olumlu bir tona bürünebilmesi için en az onyılların geçmesi gerekiyor. 

 

Türkiye’nin bölge ülkeleriyle ilişkilerini gözden geçirme çabalarına kategorik şekilde olumsuz yaklaşımlarla bakmanın  doğru olmayacağını söyleyebiliriz. Ancak bugünlere neden ve nasıl gelindiğini, maliyetinin ne olduğunu sormanın, yeni döneme dair bilgilendirme talep etmenin de   haklı olduğu şüphesizdir. Herşeyden önce populizmle beslenen bu ağır maliyetin faturası geleceğe ve millete çıkmıştır. Bu gayretlerin sonuçta bir normalleşmeyi getirip getiremeyeceği ise ancak önümüzdeki dönemde görülebilecektir. Herhalukarda çok zor bir süreçtir.  

 

C.Sonuç olarak, Orta Doğu’dan Ukrayna’ya ve diğer birçok bölgeye kadar çok geniş bir coğrafya üzerinde yaşanan gelişmeler ve değişimler hakkında  söylenmesi gerekli birçok husus bulunduğu şüphesizdir. Her ülke/bölge kendisinin adeta  unutulmaması gerektiğini volkan türü patlamalarla zaman zaman uluslararası topluma hatırlatıyor. Birgün Myanmar, Libya, Suriye bir başka gün Ukrayna, Irak, Kafkasya… 

Bütün bu görünüm içinde Orta Doğu’nun özel bir önem taşıdığını vurguladık. Bu durum herşeyden önce Türkiye’nin bölgeye aidiyeti, tarihsel ve güncel konumuyla da doğrudan bağlantılıdır.  Türkiye’nin bu anlamda bölgeyle gergin ve sorunlu  değil yapıcı, ciddi, populizmden uzak, ileriyi gören ilişkiler ve işbirliği içinde bulunması, bu yönde de üzerine düşen bütün sorumlulukları yerine getirmesi gerekiyor. Aslında  bu hususlar bölgenin bütün diğer ülkeleri için de aynı eşit derecede geçerli olmaktadır. Orta Doğu ülkelerinin bütün aktörlerine düşen tarihi ve ortak sorumluluklardan bahsediyoruz. Aksi takdirde yeni bir döneme girmekte olan dünyanın yeni dinamiklerine   bölgemizin hazır olması mümkün olmayacak, bu ise  ülkeleri, halkları, siyasi, sosyal-iktisadi yaşamın bütün unsurlarını olumsuz etkileyecek, yeni   kaos dönemlerinin   önünü açacaktır.

Özetle bazı başlıkları vurgulamak istersek;

a.Bugünkü küresel sistemin, başta her bir üyesi birbiriyle çatışmalı BMGK  olmak üzere,  yeni dünya gerçeklerini taşıyamadığı en bariz şekilde ortaya çıkmıştır. Son dönemde Afganistan’dan, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline kadar yaşanan birçok gelişme  bunun en somut göstergesidir. Artık yeni gerçeklikler ışığında yeni bir düzen arayışları hızlanacaktır ve bu arayışların geri dönüşü yoktur. Bu geçiş döneminde çok ciddi ve ağır sorunlar, krizler, savaşlar dünyamızın gündeminde sürekli yeralabilecektir.


b.Avrupa yıllar değil, onyıllar sürebilecek bu geçiş döneminin ve yeni arayışların  en somut yaşanacağı bölge olacaktır. Orta Doğu da nasibini alacak, değişim fırtınalarından  uzak duramayacaktır. O halde Türkiye de bu süreçlerde güçlü ve etkili şekilde yeralmalıdır.

c. Türkiye’nin karşısında yeralan bölge ülkelerinin tamamına yakınının bugüne kadar Türkiye aleyhtarı zeminlerde bir araya gelebildikleri ve bu sürecin başını BAE, İsrail gibi aktörlerin çektiği  dikkate alındığında (Doğu Akdeniz Gaz Forumu gibi) ülkemizin de güçlü şekilde bu zeminlerde bulunması gerektiği herhalde Ankara tarafından anlaşılmaktadır. Bu durum aslında hepimiz için özel hassasiyet taşıyan Türkiye-Filistin ilişkileri bakımından da yararlı olacaktır.  Gerekli olan rasyonel, makul, uzun vadeli politikalardır.

Türkiye’nin yeni geçiş döneminde önünde büyük engeller olacağı, zor  süreçlerin sözkonusu olduğu, bu dönemde başta Yunanistan, GKRY  gibi ülkelerin tutumunun dikkatle izlenmesi gerekeceği şüphesizdir.

Yine Orta Doğu ile ilişkilerin normalleştirilmesi girişimlerinin en hassas  yönlerinden  birini İran boyutu teşkil etmektedir. Süreç iyi yönetilemediği takdirde diğer ülkelerle ilişkilerde atılacak adımların Türkiye-İran ilişkilerine olumsuz yansımaları olabileceği  gibi,  İran’ın bu gelişmeleri,  içinde Türkiye’nin de yeraldığı yeni bir bölgesel yapılanma  olarak değerlendirmesi ve tepki seviyesini yükseltmesi beklenir. 

Türkiye’nin bugüne kadar desteklediği, koruması altına aldığı MK, Hamas  gibi bazı yapılarla ilişkilerin hassasiyetle değerlendirilmesi çok önemlidir. Mısır, BAE vb. ülkelerle ilişkilerini geliştirme yollarını ararken bu yapılarla topyekun yıkıcı bir ayrılık sözkonusu olmamalı, dengeli ilişkiler korunmalı, aksi takdirde Türkiye’nin bölgedeki geleceği bakımından çeşitli aktörler bakımından çok ciddi güvensizlik tohumları anlamına geleceği de bilinmelidir.

-Yeni  küresel ve  Orta Doğu süreçlerine girilirken, Türkiye’de güçlü, gerçekçi,  vizyoner, bugünleri ve geleceği iyi görebilen yeni bir yönetim yapısının  oluşması gerektiği de en temel ön şartların başında gelmektedir.

Umarız Türkiye, başta içinde bulunduğu yakın coğrafya/Orta Doğu  olmak üzere bütün dünyayı etkileyecek değişim rüzgarlarının etkisini iyi analiz eder ve yeni bölgesel/küresel sistemde en güçlü şekilde yerini alır.

                                                  ****