Hüseyin Acarlar


Yeni Paradigmalara Seslenişler-6-

Yeni Paradigmalara Seslenişler-6-


Devlet Paradigması

Düşünsel akıl tutulması ya da mankurtluğu ya da durağanlığı alt etmek için kimilerince provokatif sayılabilecek bir yazı çözümler arasındaysa, attığımız taşın suyu dalgalandırması,  kurbağayı ürkütmesi ama kafa göz yarmaması gibi ince hesaplar gerektirir.  Keza aklın başa devşirilmesi aklın durağanlığına neden hafıza kaybını gidermek için geçmişe referansları zorunlu kılar.

Söz konusu Devlet mefhumu ise, Ulus devletin yakın siyasal pergelini bir film şeridi gibi ileri geri sarmalarla(retrospektif) hafıza tazeletmek zorunlu görünüyor. Öncelikle birbirinden bağımsız olamayacak bazı parametreleri netleştirelim.

Liberte, egalite, fraternite; 'Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik' anlamına gelen Fransızca sözcükler, 1789 İhtilali’nin simgelerindendi. Eski Fransız Frank'ının arkasında yazılı olan bu söz, Fransız bayrağındaki renkleri ve Fransa devletinin dayandığı temelleri işaret eder. “Baba-oğul-Ruhül –kudüs” gibi bugün 'Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik teslisini çığırtanların “kesinlikle iyi bir insandır' şeklinde bir pozitif önyargıyla taltiflendiği aşikârdır. Fransız bayrağındaki üç renkten, kırmızı; devrimi, mavi; asaleti yani soyluluğu, beyaz; Paris’i temsil eder diyerek bir hafıza tazeletelim. Buradan hareketleFransız Devrimi-Masonluk-Mısır arasında var olduğu kabul edilen ilişkinin, Batıdaki Hıristiyanlık-Romantizm-Irkçılık üçlüsünü nasıl etkilediğini bilmeden kodlarını çözemeyeceğimiz bir siyasal tarihle karşı karşıya olduğumuz bilelim.

Bunları bildiği zaman kişi, Mümeyyiz ama mahcur değilse, sivil pazarlama ve ileri demokrasi dolmasını kusup bundan bir cacık çıkmayacağını akleder.

Fransız Devriminden tevellüt 1908’deki İttihat ve Terakki cemiyeti; 'Hürriyet (Özgürlük), Müsavat (Eşitlik), uhuvvet (Kardeşlik)' sloganlarıyla İktidara gelimişti

Bizde Yusuf Akçura, 1904 yılında ilk kez Mısır’da yayınlanan “üç tarz-ı siyaset”  başlıklı makalesinde “Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük” ve İlk ikisinin yanına Türklüğü de bir alternatif olarak ilk defa kavramsallaştırarak telaffuz eden isim olmuştu.

Akçura’yı bu üç tarz-ı siyaseti ele almaya götüren realite dönemin siyasal tezahürüydü. Batı siyasal düşüncesinde 19. yüzyıl tarihsel yüzyıl olduğu kadar; özgürlük, kardeşlik ve eşitlik arzularını doyuran büyük ideolojiler çağıydı. 20. Yüzyılda,  Liberalizm özgürlüğün, Marksizm eşitliğin, Muhafazakârlık da kardeşliğin ideolojisi olarak toplumları sarmaladı.

Tüm İdeolojilerin ortak yanı toplumlara politik birlik nedenlerini hatırlatmalarıydı ve kuşkusuz hepsi bir diskur barındırıyordu.

19. yüzyıl Osmanlı’sının da aradığı yeni bir politik birlikti. O zamana kadar Nizam-ı Âlem de/din-u devlette somutlaşan Osmanlı politik birliği meşruiyetini yitirmişti.

 19. yüzyılın bize özgü ideolojileri Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık, Türkçülük aslında kaybedenlerin toparlanma arzularına dayanmaktaydı.

Hedeflenen “devletin bekası” için yeni bir politik birlikti.

Eğer Marks’ın “Alman İdeoloji ”sinde iddia ettiği gibi ideoloji “yanlış bilinç” ise, devletin bekası peşindeki bu ideolojilerin hepsinin de hakikatin yanlış yorumları olduğu gözden ırak tutulmamalı.

Devletin Tanzimat dönemine kadar ki siyaseti Osmanlıcılık oldu. Abdülaziz döneminde filizlenen ve II. Abdülhamit’le aksiyoner olarak devreye giren ikinci tarz-ı siyaset olarak İslamcılık /ittihat-ı İslam oldu.

İslâmtarihinde beyan (bildirme), burhan (delil), irfan (bilme, sezme) şeklinde üç (Kuşeyri) metodolojik yöntem sayesinde Gazâli ve İbniTeymiye’ye yâni haçlı seferleri ve Moğol istilâlarına kadar İslâm devleti ve medeniyeti gücünü korudu.

Güçlü İslâm devletimedeniyeti, İbniRüşd, İbniSîna, Fârabi gibi filozofların, batı düşüncesini çözümleme süreciyle geliştirdiği ikinci burhan bilgisistemi  ile yıkım ve seli önleyebildi. Ağırlık merkezinde İbn-i Arabi ve Mevlana çizgisiyle Osmanlı doğdu. Hacı bayram ve talebesi Akşemsettin’le medeniyet ve siyasette altı yüzyıl süren bir Osmanlı vücuda geldi.

Devlet-i ebed-i müddet Osmanlı ‘nın tarih sahnesinden çekilme öncesinde “Batının Burhanı (Aklı)” karşısında kaybeden İslam coğrafyası, siyaset - devlet -  toplum mefkûresi; beyan (bildirme), burhan (delil), irfan (bilme, sezme) sahasında yönünü batıya çevirip patinaj yapmaya başladı. 

Yusuf Akçura’nın “Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük kavramlarının yanına Batılılaşma doktrinel anlamda dört akım olarak yeni Türkiye Cumhuriyeti siyasetine miras kaldı.

 Yeni devlette Osmanlızaten yoktu.  Resmi tarih ve söylem siyasetiyle de geriye dönülmeyecek şekilde yok edildi.  İslam ve Türklük ise bir dış politika kartı olmaktan çıkartıldı. Geride yüzünü batıya çevirmiş bir siyaset uzun yıllar hâkimiyetini sürdürdü.

Devlet Batı’ya, toplum devlete rehin kaldı.

İslamcılık siyaseti “siyasal İslam” ve irtica olarak kodlandı. İla’yıkelimetüllah için gaza ruhu terk edilince, Müslümanlığın tüm gereklerini de bizantinist yöntemlerle terk ettik. Öyle ki ezana dokunduk. Camiyi ahır yaptık. Türkçülükten vazgeçince Türk kimliğini “gayrı -Türk” vasıflar üzerinde bina etmeye kalktık. Osmanlıcılığı terk edeli beri de Osmanlı’ya dair ne varsa tu kaka sayıldı.

Bugünkü ulus- devlet siyasetinde taraflar arasında pinpon topu gibi gerilim üreten bu mefkûrenin birlik ve bütünlük önündeki yegâneengel olduğu dile getirilse de cesur siyasal atraksiyonlar ya olmadı ya zayıf kaldı. 

Oysa tarihsel rol olarak bizim Müslümanlığımızın zıddı gayrı müslimlik, Türklüğümüzün zıddı gâvurluktu. Osmanlılığımızın zıddı ise Avrupalılıktı.  Uzunca bir süre ve birçok günler, Müslümanlığımızla batılılığı, Türklüğümüzle “Kürt”lüğü, Osmanlılığımızla Cumhuriyet dönemini karşı karşıya getirmek isteyenlere meydan verdik, mahal verdik ve dirençli ateşli çatıştırmalar hanemizde yer aldı. Sonuçta dengeli bir batı politikası ve modernleşme veya modernizm karşıtı siyaseti üretemediğimiz gibi,  geleneği tarumar ettik. Müslümanlığımız,diğer fay hatlarıyla( Türk- Kürt, sünni alevi, mütedeyyin muhafazakâr- laik seküler)  birlikte yaralı bilinçler, kırık, buruk kalplerle acılar ve dram hikâyeleriyle bütün kimliklerimizle yorduk, yorulduk.

Batılaşma başarılı olmasa da toplumsal travmada hatırı sayılır modernist sınıf oluşturdu. Batıcı politikaların ecza olmadığı geçmiş dönem tecrübesi gösterdi.

Sonuçta batılılaşma ortaya yeni sorunlar ve sıkıntılar bırakarak sessizce gündemden çıktı. Bu noktadan sonra artık bir bütün olarak batılılaşmadan bahsetmek söz konusu değil. Ama modernleşme gibi daha öze ilişkin dönüşüm arayışları, AB gibi ekonomik-politik entegrasyonlar ve Amerikancılık -nihayetinde avrasyacılıktadâhil-  gibi askeri-politik taşeronluk siyasetleri bağlamında batıcılık gündemimizi işgal edip, behemehâl rahatsız etmeye devam edecek.

Cumhuriyet’le başlayan batılı entegrasyon sürecinin bitişi, Batılılaşmanın önceki tarz-ı siyasetlerin yerini alarak yarattığı suni görüntü ortadan kalktı ve şimdi bir yüzyıl önceki noktaya tekrar geldik!

Bütün ideolojik örgütlülük ve cemaatçilik analitik düşünmeyi köreltme gibi bir tehlikeyi damarlarında saklar. Günün sonundayız artık.  Taraf olmak adil olmanın önüne geçmemeli. Katı Devletçilik anlayışı ve trol propagandacılar vatan ve devletin yegâne sahibi söylemleriyle prim almamalı.  Dava ile devleti,  Hükümet ile devleti, bireycilikle toplumsal çıkarları ve devletle, STK yönetmeyi artık ayırt etme zamanı.  Karar mercileri kedilerle aslan boğdurma ironisinden sıyrılmalı.

Nihayetinde İrfan, amel ve halin neticesidir. Ezberlemenin ve kal’in neticesi değildir. Ayandır, beyan değildir. Esrardır, tekrar değildir. Vehbidir, kesbi değildir. Duyuş ve yaşamdır, akıl kiraya verme değildir. İrfan, düşünceyle başlar amel ve halle neticelenir.

Düşünce, aklın bilinen ile bilinmeyen arasındaki hareketidir. Düşünce teori haline gelinceye kadar başlangıç ve son üzerine med cezire (git gel) ihtiyaç duyar. Tıpkı aktardığımız ulus- devlet film şeridi gibi. Bazen filmin sonunda bir fotoğraf ortaya çıkar ve her şey silinip baştan alınır.

Mantığın üstadı Râzî, “düşünce, tekrar varılmak istenilene (metâlibe) dönmek üzere nefsin ilk unsura (mebâdi'ye) hareketidir” der. Düşünce film şeridinde partlar(bölüm) halinde işlerken Akıl; zihin, düşünce, kötü huyların ve süflî arzuların kaynağı nefsin döngüsü üzerinden ilerler. Bu nedenle aklın hareketi tecridi (yavaş yavaş- idrâk), zihnin hareketi temyizi (doğruyu yanlıştan ayırma -iktisâb), fikrin hareketi ise tasfiyeyi (temizleme) doğurur. Zira harekette, şüphe varsa yönelinen hedefe (matluba) ulaşamaz. Bu süreç kadim devlet aklıdır. Geleceği de kapsayan fotoğrafları sadece tarih çekebiliyor.Devlet mefkûresi problemlerini önce yumru yumru bir oklavayla açar, kanatır, esas mecrasına koyar.

Devlet güneşle insana doğar, insanlabakar, insan gözüyle toprağa bakar, suya bakar, buluta bakar, fakat arkasında duranı ve ardında bıraktığını ve önünde kimin durduğunu unutmadığı müddetçe insanla yaşar...

Devlet için kişiler değil, toplum değerlidir. Yolcu değiştirir, yolu değiştirir, ama menzili değiştirmez.

Her dönem devleti kendi zannedip seraplarlarda dolaşanlar çıkabilir. Eğer söz konusu kadim devletse  günün sonunda hep on sekiz yaşındaki hafızasını konuşturur ve kendini devlet sananları ateşiyle yakar. Bu hep mukadderat olmuştur.

Her dönem devleti kendi zannedip Devletin fiktif boşluklarını kullanarak Fildişi kule inşa edenler çıkmıştır. Tarih fotoğrafı çeker.

Gün oldu Yeniçeri Bektaşileri bu vehme kapıldı. Gün geldiŞazeliler, gün oldu Mevleviler gün oldu Nakşiler kendilerini Devlet sandı.

Gün oldu fettullahçılar merkezde olduklarını sandı. Devletin alevi kendilerini yaktı.

Sabah uyandıklarında proleterlerin devletin sahibi olduğu hülyalarına yatan68 kuşağı devrimci nesli es geçmemeli.

Kimler o hülyalara yatmadı ki. Bıçkın kabadayılar tekiller için açılan koridoru kendi açtı sandı. Mafya devletin yasadışı yanı olarak kendini Devlet zannetti

Yakın geçmişte bakın her dönemde bir kesim, devletin nihayet kendilerinin olduğunu sandı.

İslamcılar, Osmanlıcılar, Türkçüler,  Batıcı Laikler, Kemalistler, Solcular, Aleviciler…

Ancak devlet kimseye yar olmadı. Çünkü Devlet kimseyi yar olarak almaz,  ya yararlanır ya yardan uçurur.

Ülkücü’yü alır Türkçülüğü bırakır, Laik’i alır Laikçiliği bırakır, Atatürk’ü alır Kemalizm’i bırakır, Alevi’yi alır Aleviciliği bırakır, Ermeni’yi alır Ermeniciliği bırakır, Kürt’ü alır Kürtçülüğü bırakır, Müslüman’ı alır İslamcılığı bırakır. Devlet babadır bütün evlatlarını kuşatmak gibi bir sorumluluğu vardır.

Gün geldi Toprak Anada büyümüş, Devlet Babayla tanışan kimi evlatlar içtikleri çayların ve sigara dumanın verdiği hazla ve de hızla toprak Ana aşkıyla babayla güreşe tutuştu.komiteler, ocaklar, şuralar Devleti hep kendi kadar düşünemez sandı. Oysa yanıldıkları şuydu: Devlet için ideoloji olmaz, objektivite olur. Doktrin olmaz, strateji olur.

Sadece Allame Mevdudu’den dört terimle,  sadece dokuz ışıkla, bir cebinde kenevir tohumu sol kucağında “Daskapital”le devlete akıl satılamayacağıevlatlardan kalan dram tınılarıyla tarih yapraklarının arasında yerini aldı.

Devlet, tek bir dinle ayakta var olabilir. Herkes için adalet! Bu adaletin bileşenleri;  herkes için aynı oranda özgürlük, eşit üretim,  eşit paylaşım ve eşit bölüşüm. Yoksa iktidarın Devlet olmayacağını İbn-i Haldun öğreteli asırlar oldu.