Ahmet Rauf Akay


ÖLÜLERE YAZMAK

ÖLÜLERE YAZMAK


Yazmak, birazda iştah işi. İştahı veren ise okuyucunun ilgisi, alakasıdır. Sözünüzün yankı bulması, muhatabında iz bırakmasıdır.

Yazıyor, emek veriyorsunuz ama kimse saplantılarını değiştirmiyor. Çünkü kimsenin hakikat nerede, durduğum yer doğru mu diye bir kaygısı yok. Eskiler dua ederlerken, Allah'tan Hakkı hak, batılı batıl olarak göstermesini ve kendilerini Haktan ayırmamasını dilerlerdi. Bu bir Hak, hakikat hassasiyeti idi. Şimdi var mı? Herkes birinin arkasına takılmış gidiyor. Hak benim liderim, şeyhim, partimdir olmuş. Hakikati bulduğunu sanan bir insan düşüncelerini test etme gereği duyar mı? Hele okumak gibi asil bir meşgaleye kim ihtiyaç hisseder?

Bazen insan kalemini kırıp çöp tenekesine atmak istiyor. Çünkü yazdıklarınızın mürekkebinde yılların emeği, okumuşluğu, çilesi var. Necip Fazıl'ın; 'Ateşte cımbızda yok imiş, fikir çilesinden büyük işkence' mısrası çok doğru bir sözdür. Zordur fikir çilesi, beyninizi zonklatmıyor, uykularınızı kaçırmıyorsa yazdıklarınız sizi bile ikna etmez.

Bu ülke bir çelişkiler, tenakuzlar ülkesidir. Özellikle siyasette ilke diye bir şey yok. Buna birazda vatandaş çanak tutuyor.Ne verirsek yerler zihniyeti vatandaşın kayıtsızlığından cesaret alıyor. Bir halk denetim görevini yerine getirse, kendini yönetenlerin söz ve davranışlarını taraktan geçirse böyle olur muydu? Dün A diyen bir siyasetçi bugün Z diyor, her iki halde de alkış alıyorsa orada ciddi bir ahlak sorunu var demektir.Bunu en çok ittifaklar arasındaki tartışmalarda görmek mümkün. Erdoğan ilk Cumhurbaşkanı adayı olduğunda karşısında CHP ve MHP'nin ortak adayı Ekmeleddin İhsanoğlu vardı. O tarihlerde MHP'nin yöneticileri CHP'yi HDP ile ilişkilendirmek gibi bir iddiada bulunmuyorlardı. Aradan bir zaman geçti, o MHP karşısına aday çıkardığı Erdoğan'a yanaştı, onun askeri oldu. AKP milletvekillerinin bile savunamadığı icraatları onun adına MHP lideri savunmaya başladı. CHP karşı bloka geçince daha önce işbirliği yaptığı MHP tarafından HDP işbirlikçisi ilan edildi. Halbuki 2005'ten başlayarak İmralı ve Kandil'i su yolu haline getiren AKP'ydi. Çözümcü Beşir Atalay,MİT Başkanları Öcalan'dan akıl çalmak için az mı İmralı'ya gittiler?

Çamur siyaseti işte böyle bir şey. Daha kötüsü bu siyasetin toplumda kabul görmesi alkış almasıdır. Bu basiret körlüğünü, idrak sapmasını görünce aklıma şanı yüce Rabbimizin Rum suresindeki(52-53) buyrukları geliyor: 'Bil ki ölülere işittiremezsin, arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da çağrıyı duyuramazsın,sen körleri(yol gösterip) yanlış yoldan doğruya çeviremezsin. Sen (çağrını ) ancak ayetlerimize inanıp teslim olanlara duyurabilirsin.'(Kuran Yolu C 4 s.322)

Bedenen sağ ruhen, aklen, vicdanen ölmüş olanlara yazıyoruz. Bazıları kendini sağ addetse de hakikatin karşısında ölü gibi davranıyor, hiç bir uyarı onları ölüm uykusundan uyandıramıyor.

Kalemini imanının ve vicdanının emrine vermiş her yazar bir uyarıcıdır. Hedefi bu çorak toprağa tohum atmak, attığı tohumların yeşerdiğini görmektir. Son yirmi yıl bu toprağı tohum tutmaz hale getirdiler. Sadece maddi varlığımızı yağma etmediler, manevi varlığımızı da talan ettiler. Her yönden toplumu çürüttüler. Onun için hakikat kendini dayatmasına, ayan beyan ortada olmasına rağmen kimsenin gözü görmüyor, basiret kulağı işitmiyor. İşte insanda yazma isteğini öldüren de budur! Bazen diyorsunuz ki, bırakın çeksinler, kendi felaketine gülen bir toplum için hiç bir fedakarlığa hak etmez. Ama serde milliyetçilik var, duramıyorsunuz.

Şu krizde bir defa daha anladım ki, bu ülkede sözünüzün karşılık bulması için, bu halk eziliyor, efendiler az yiyin, az tıkının vatandaşın hakkını, hukukunu gözetin demeyeceksiniz.Vatandaş ne kadar çok eziliyorsa, yetmez biraz daha, biraz daha diye yazacak, ekonomik krizin faydalarından bahsedeceksiniz. O zaman görün kaleminizin kıymetini. Böyle durumlarda ne denir, herkese bol bol krizler!