Haşim Akten


KAHROLSUN DÜZEN, YAŞASIN DEVLET

KAHROLSUN DÜZEN, YAŞASIN DEVLET


Gözyaşı Dergisi 1987 yılına ait Temmuz sayısındaki yazısı

ÖLÇÜ İSLAM OLMALI / Muhsin Yazıcıoğlu

Türk milletinin bugünkü tablosu iç açıcı bir görüntüye sahip değildir. Kültürel yapımızda alabildiğince tahribata uğramışız, sosyal yapımız çelişkileri derinleştirerek kuşaklar ve dilimler arasında çatışmalar yaratacak bir şekilde değişmektedir. İslamî ve insanî yaklaşımların yerini süratle maddi menfaat ilişkileri yer almaktadır. “Cemiyetçi Toplum” anlayışımız yerini, “Ferdiyetçi” yapılaşmaya bırakmakta ve yanındaki düşeni kaldırmaya teşebbüs etmeden “Gemisini kurtarma”nın telaşı içinde bir koşturmaca sürüp gitmektedir. İslamî ölçülere uygun olarak ticaret yapmak ve iş takip etmek isteyen insanlar adeta vebalı gibi tecrit edilmektedir. Bu durumdakiler kamu hizmetlerinden yararlanmak istediğinde -istisnaları elbette tenzih ederek söylüyorum- rüşvet istenemediği ve buna meydan vermediği için en tabii hakkına kavuşturulmuyor. Bir yanda “Sultan sofraları”nda kahkahalar yükselirken, diğer tarafta ilaç parası bulamadığı için ölenler ve böbreğini satılığa çıkaranlar hâlâ varlığını sürdürüyor. Hülâsa düzen kendi anlayışı içinde öyle çark kurmuş ki gayrimeşru tutum ve davranışlar “Meşru” zeminde bile çarkın dişlileri oluyor ve taşları arasında vicdanları, islamî-insanî değer yargılarını, hak ve hakikatleri insafsızca eziyor ve öğütmeye devam ediyor.

Bu çarpık, bize yabancı, bizi biz yapan değerlerimizi inkar ve tahrip edici tablo süratle değişmelidir. Milletimizin üzerindeki ölü toprağını silkip atması, diri ve canlı bir ayağa kalkışı gerçekleştirmesi için bir an evvel hasbi hüviyetine kavuşması gerekir. Fikir de, fiil de davranış ve yaşama tarzında ölçü eksiksiz olarak İslam olmalıdır. İslam, hayatının her safhasında “Mutlak belirleyici” rolünü almalı ve istikameti tayin edici ibre olma vasfını kazanmalıdır.

İşe bir yerlerden başlamalı ve kendi kimliğimize kavuşma sürecimizi başlatmalıyız. Bu sürecin her cephede ve bütünüyle başlatılması bugün için mümkün görünmüyor. Çünkü bu düzenin dişlilerini monte eden ustalar çarkın böyle dönmesini istiyorlar. Ve bundan yararlanarak varlıklarını sürdürüyorlar. Hâliyle çarkın durması ve geriye döndürülmesi işlerine gelmeyecektir. Bu itibarla öze dönüş için çarkçı başından bir şey bekliyemiyoruz. Onun yapmasını isteyeceğimiz çalışmalar açısından teklif ve tedbirlerle ilgili düşüncelerimizi bugün için mahfuz tutuyoruz. Ancak, inandığı değerleri bu çarkın taşları arasında ezilen insanlar olarak biz, işe bir yerden başlamak zorundayız. Maksat, niyet ve emelleri İslamî olan ulvi bir gayenin tahakkuku için yola çıkma cehdini gösterecek dermanı kendinde bulan insanlar, öncelikle bunlar, kendi çarklarının istikametini ve bu çarkın imal ettiği ürünlerin kalitesini gözden geçirmelidir. Tuvali önünde bulunduğu noktadan perspektifi yakalamaya çalışan ve temaşa ettiği manzarayla bütünleşmek için bütün benliği ile konsantre olan ressam gibi; önce iyi bir bakış noktası bulmalı, sonra bütün ruhî ve bedenî varlığımızla tuvalimize eğilmeliyiz.

Tuvalimize geçirmek istediğimiz manzara bütün ihtişamı ve güzelliği ile İslam’dır. Perspektifimizi (Ehl-i Sünnet vel Cemaat) noktasından yakalayacağız. Ve fırçamızı buladığımız renklerde ölçü yine İslam’ın sınırladığı ve belirlediği ölçü olacaktır; Ne eksik ne de fazla, ifrattan ve tefritten uzak, sade ve hakiki müslümanlık renklerimizin belirleyici vasfınını temeli olmalıdır. Kur’an, Hadis, İcma-ı Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha’da Ehl-i Sünnet akidesi ve bunu renklendirmek, kokulandırmak için yaradılışımızın hikmetlerine uygun ve İslam’ın sınırlarını çizdiği ölçüler içinde millî ve milliyetçi motifler.

Bu manzarayı önce kendi kalbimizdeki tuvale geçirmeliyiz. Bu hem fert planında, hem de İslamî bir çizgi üzerinde cemaatleşen gruplar açısından böyle olmalıdır. Sınırlarını Ehli Sünnet yolunun çizdiği bir bakış açısı ortak ve odak noktamız olmalıdır. Dışımızdakilerden önce iman ve itikadde ortak olan insanlar olarak kendimize sormalıyız. “Ben Cenab-ı Rabb’ül Âlemin’in -Elestü bi Rabbiküm- ‘Ben Rabbiniz değil miyim?’ hitabına karşı” -Kalu Belâ- diye verdiğimiz sözümüz üzerinde miyiz? Bu söz üzerindeysek bunu fiilimizle de tasdik ediyor muyuz? Yani özümüz ile sözümüz tam olarak uyum içinde midir? Bunları gözden geçirip İslamî tavrımızı belirginleştirmek ve yaşamak gerekecektir.

Kendi iç dünyamızdaki seferi bitirdikten sonra “Cemaatleşme” ve “Cemiyetleşme” yolundaki çabalara başlayabiliriz. Ancak; “Cemaatleşme” şuurundan hareket ederken “Kapalı cemaat” oluşturarak toplumdan tecrit edilmemeye de dikkat etmeliyiz. Belki bugün için yaşayamıyor olanlar, yarınlarda daha ileri saflarda, İslam’ı savunacak noktaya gelebilirler. İnsanların kendi iç bünyesinde yapacağı toparlanma ve müspet ilişkiler, onları toplumdan soyutlamamalıdır. “Halk için Hakk’la beraber olma” ölçüsünü bulmalıyız.

İnananlar, önce bunlar, kendi inandıklarını bütün sadeliği ile AMA KESİN OLARAK TAVİZSİZ yaşama prensibine ulaşmalıdır. Düzenin değer yargılarını esas alarak itibar sağlamaya ve inandıklarını bu yolla yaymaya çalışanlar yalnızca düzenle bütünleşme sonucunu elde edebilirler, ondan ötesine geçemezler. Halbuki esas olan suyun içinde gitmek değil, suyun yönünü değiştirmektir. Bunun için de önce hızla akan suyun belirli noktalarına sağlam taşlar koymalı ve bendler oluşturmalıyız ki suyun hızı kesilsin ve istenilen tarafa akması sağlanabilsin. İman ve inanç odaklarında girdaplar oluşturalım ve inananların birliğine giden yolları tıkayan olumsuzlukları elbirliği ile kaldıralım. Bu birliğin öncelikle genç ve dinamik unsurlarca sağlanabilmesi elbette şayanı tercihtir. Müslüman Türk Gençliği, heyecanını kullanacağı ve neticelerini göreceği bir ortama mutlaka ulaştırılmalıdır. Ulaşılan bu heyecan hiçbir kesintiye uğramadan devam etmelidir.

YARININ İSLAM İMAN VE İNANCIYLA TEMELLENDİRİLMİŞ MEDENİYETİNİ KURMADA TÜRK GENÇLİĞİ YORULMA BİLMEZ BİR MÜCADELEYE DOĞRU YÜRÜMELİDİR.

+++

Yazıyı okurken basiretine hayran kaldım. Siz de fark ettiniz mi? Bu yazı tam 35 sene öncesine ait. Bugünün tehlikelerini o günden belirtip tedbir alınmasını istiyor. Suyun akışına uyanların “Başaracağız” deseler de bunu asla başaramayacaklarını hatırlatıyor. Cemaatleşmedeki vurgusu ise mükemmel ama kim uydu ki? İslamî hassasiyeti ile rüşvet ve benzer hukuksuzlukları yapmak istemeyenler düzenin çarkları arasında eziliyorlardı. Yazının yayınlandığı derginin tarihi “Temmuz 1987” Size birşeyleri anımsatıyor mu? Rüşvetin adı değişti. Çok şey değişti. Şimdilerde de İslamî söylemle bir şeyler elde ediliyorsa o günlerdeki Muhsin Başkan ve onun gibi düşünenlerin hayalleri kül olup gitmiş veya menfaatperest gafiller tarafından göğe savrulmuştur.

Sadece o günlerdeki iktidardaki İslam karşıtı laiklerin düzeninden söz etmiyor. Bu çarpık ve zalim düzeni sürdüren isterse İslamcılar olsun. Bu çarpık ve zalim düzenin değiştirilmesinden, suyun akışının değiştirilmesinden söz ediyor. Kendine İslamcı diyerek iktidarı elinde tutanların bu çarpık düzen işimize geliyorsa devam etsin anlayışlarına karşı da net bir tavır koyduğunu ve bunun için mücadele edeceğini söylüyor. Rüşvetin ve rant devşirenler isterse kendilerine İslamcı desinler bu karşıt mücadeleyi asla durduramayacaklardır. Ve kendine “İslamcı” diyenlerin iktidarda olduğu bugün için de aynısıyla geçerlidir.

70’li yıllarda birlikte görev yaparken büyük bir öfkeyle attığımız sloganla bitireyim sözü.

KAHROLSUN DÜZEN, YAŞASIN DEVLET

Haşim Akten