Yazının önceki kısımlarında Tuğrul Beyin Abbâsî Halifesini Fâtimî Halifesinin tasallutundan kurtardığını ve siyaseten artık Türk Aklı ve (Sünnî) Müslümanlık tasavvurunun İslam dünyasında belirleyiciliğinin başladığını belirtmiştik. Burada aslında daha önce İlk Müslüman Türk hanedanlığının Karahanlılar (940–1040) ile başlayan, Gazneliler (963–1187), Büyük Selçuklular (1040-1157), Anadolu Selçukluları (1075-1308),) Memlükler (1250-1517) ve Osmanlılar (1299-1922) bir süreçten söz ediyoruz. Çünkü Tuğrul Beyden önce Sultan Satuk Buğra Han (942-955) vardır.
Bu noktada ilk Müslüman Türk Devleti olan Karahanlılar (225-609/840-1212) ibaresinin Rus Şarkiyatçısı Vasilij Vasileviç Grigorev tarafından 1874 yılında verildiğini ve bunu aynen kullandığımızı hatırlatmakta fayda var. İslam kaynaklarında el-Hakaniye, Al-i Hakanan, Mülükü’l-Hakaniye, el-Afrasyab ve Al-i Afrasyab et-Türki isimlerle anılmıştır. İlim aleminde 1800 yıllara kadar İlek Hanlar ve Türksitan Uygur Hanları adlarıyla anılmıştır. Müslüman olmayan Türklerin, Çinliler, Tibetlilerin de içinde bulunduğu Budistlerin İslam’ı o bölgeden söküp atmak için yaptıkları dönemin en büyük girişimi hükümdar Toğan Han Ahmet tarafından engellenme, bu yönetimin İslam’a yaptığı hizmetleri göstermesi açısından önemlidir.
Türk Aklı ve (Sünnî) Müslümanlık bağlamında ilk Selçuklu medreseleri 1040 yılında Nişabur’da açan Tuğrul Bey, sadrazamına Ehli sünnet üzerine eğitim verecek (Nizamiye) medreselerinin çoğaltması ve sistematik hale getirmesini emretti.
Türk Devlet Geleneği ile Pers/Sâsânî devlet geleneğini birleştiren kişi olan Vezir Nizamülmülk, (ö.485/1092) dönemin en ünlü âlimi olan “İmamu’l-Haremeyn” olarak bilinen Cuveynî’yi (ö. 1085) medresenin başına getirdi. Gazzalî’nin hocası İmamu’l-Harameyn el-Cuveynî ölümüne kadar Nişabur Nizamiye Medresesinin uzun yılla başkanlığını yaptı.
Masrafları vakıflar tarafından sağlanan bu medreselerde yatılı ve burslu eğitim verilmeye başlamıştır. Hem devlete eğitimli insan yetiştirmek hem de Şiî (Fâtimî/İsmailî) öğretilerine karşı Ehl-i Sünnete bağlı eğitim vermek gibi bir boyutu vardır. Çünkü İslamiyet’e yeni geçmiş olan Oğuz boylarının Ehl-i Sünnet merkezli inançlarını korumak ve sağlamlaştırmak da gerekiyordu. Nişabur yanısıra Belh, İsfehan, Merv, Herat, Musul, Taberistan’ın Amül şehirlerinde de aynı üniversitelerden kuruldu.
Buna ilaveten bir de Bağdat’da 150 (767) yılında vefat eden İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin mezarı etrafına kurulan isminide ondan alan Azamiye medresesi vardır. Selçuklu Veziri Şerefülmülk Ebû Saîd el-Hârizmî 459’da (1067) mezarın üzerine bir türbe, yanına da bir medrese inşa ettirdi. Türbe çok uzaklardan görülebilen mukarnas külâhlı Selçuklu tarzı kubbeli bir yapıya sahipti. Medrese ise Nizâmiye’den dört ay on üç gün önce 27 Cemâziyelâhir 459’da (15 Mayıs 1067) hizmete açılarak Bağdat’ta kurulan ilk Selçuklu medresesi olmuştur. Şah İsmâil’in Bağdat’ı istilâ etmesinden sonra harap olan İmâm-ı Âzam Türbesi ile medrese Kanûnî Sultan Süleyman tarafından cami, imaret, ribât ve hamam ilâvesiyle 1534’te yeniden yaptırılmıştır.
Tam bu noktada Türk Aklının Safevî Devleti üzerinden Şiî Müslümanlık tasavvurunun, Yavuz Sultan Selim ve Osmanlı Devleti ile Sultan Baybars ve Memlûk devletinde de Sünnî Müslümanlık tasavvurunun İslam dünyasında etkili olduğunu söylersek, bu kavramların ekonomi politik alanda meşruiyet aracı olarak kullanım çizgisini de takip etme imkanı ortaya çıkar.
Özetle, Şah İsmail, Yavuz Sultan Selim ve Sultan Baybars, Türk Aklı ve Müslümanlık tasavvurlarının üç devletin siyasal ve ekonomik mücadelelerini mukayeseli incelenmesin önemini vurgulamak gerekir. Buna İç Asya ve İran’da 1370-1507 yılları arasında Cengiz Han’ın oğlu Çağatay’ın payına düşen kısmında hüküm süren Timurlu hânedanı ve yine bir Timurlu olan Hindistan'ın tamamına yakınında hüküm süren ve Çağatay Türkü olan Zahîrüddîn Muhammed Bâbür (ö. 937/1530) tarafında kurulan Babürlüler (1526-1858) devletini ilave edelim. Yemen’de 1229-1454 yılları arasında hüküm süren ve muhtemelen Türkmen asıllı bir hânedan Resüloğulları da düşündüğümüz zaman İslam coğrafyasındaki etki daha netleşir. Çünkü “Sünnî bir politika takip eden ve hemen tamamı âlim olan Resûlî sultanları yazdıkları kitaplar, yaptırdıkları medreseler ve kurdukları kütüphanelerle ilmin gelişmesine büyük katkıda bulunmuşlardır.Vergilerin bir kısmı kendilerine tahsis edilen ulemâ ayrıca vakıflarla da desteklenmekteydi”
Günümüzde Rusya Ukrayna savaşı ile gündeme gelen Hazar coğrafyası Altın Orda Devletini de hatırladığımız zaman kadim dünyanın büyük kısmının yüzyıllarca Türk Aklı ve Müslümanlık tasavvurları tarafından yönetildiği görülür. Emir Timur’un (ö. 807/1405) desteğiyle Altın Orda hâkimiyetini sağlamış olan Toktamış Han, Kahire’ye Memlük sultanına bir elçilik heyeti yollayıp Timur’un İran’da zengin Azerbaycan’da kuvvetlenmesi ihtimaline karşı onunla ittifak hazırlığına girişti ama başarısız oldu. Çünkü iyi bir stratejist olan Timur buna müsaade etmedi ve Toktamış Hanı mağlup etti, ama Rusların küçük ölçekli bir beylikten günümüze gelmesine de dolaylı katkıda bulundu, desek yeridir. Bu olayları hatırladığımız zaman Türk devletlerinin aralarındaki siyasal çatışmaların günümüze etkilerini de görmüş oluruz. Meselenin neticede o zaman da ekonomik ve politik olduğu açıktır.
Velhasıl, Anadolu’ya yönelik hedeflerini büyüten Memlûklerin Kayseri’ye kadar ilerlemesi, Yavuz Sultan Selim’in rakibi olan Şah İsmail ile Kansu Gavri’nin anlaşması üzerine Yavuz Sultan Selim Memlûk devletiyle mücadeleyi de öne aldı. 1516 Mercidabık, 1517 Ridaniyye savaşlarını kazanarak bu devlete son verdi.
Üç Tarz-ı Tefekkür bağlamında Memlûk/Kölemen devletinin başkanı olan Sultan Baybars’ın (el-Melikü’z-Zahir Rüknüddin es-Salihi el-Bundukdari, ö. 6761277) bir Kıpçak Türkü olduğuna dikkat çekmek isteriz. Köle olarak Ortadoğu, Mısır, Hicaz, Yemen ve Kuzey Afrika’da hüküm süren Türk, Arap ve Kürt karışımı bir hanedan olan Eyyübilere (1171-1462) satıldığını orada hızla yükselip devlet başkanı olmuştur. Aynicâlût (1260) Moğol hükümdarı Hülagu karşında zafer kazandıktan sonra sultan olan Baybars 661 (1263) yılında Kerek ve Humus’taki Eyyûbî hâkimiyetine son vermişti zaten.
Memlûkler son Eyyübi sultanı Melikü’l-Muazzam Turanşah’ı öldürerek Eyyubi Sultanı es-Salih Eyyub’un (1240-49) dul karısı Şecereddurr, “Meliketü’l Müslimin” unvanıyla lider olarak sundular. Baybars el-Bundukdari böylece geçiş dönemini suhuletle halletmiştir. Şecereddurr, Arap dünyasında bir kadının lider olmayacağı yönündeki yoğun baskılar sonucunda üç ay sonra ordu komutanlarından el-Muiz Aybek et-Türkmânî’yi (1250-1257) ile evlendi. Her ne kadar 1254 yılına kadar Mısır’daki hutbeler Eyyubiler adına okunsa da artık iktidar Memlûklara geçmişti. Artık Mısır, Suriye ve Hicaz’da 1250-151 yılları arasında hüküm süren Müslüman Türk devleti vardı.
Görüldüğü üzere Abbâsî el-Mustansır’ı halife ilan ederek, Arap coğrafyasında dinî açıdan meşruiyetlerini sağlamaya çalışmışlardır. Memlûk idaresi döneminde halife, sultanı göreve başlatırdı. Her ne kadar Memlûk devletinde halifenin yetkileri elinden alınmış olsa da bir ortaçağ geleneği olduğundan sultanlar tahta çıktıklarında meşruiyet kazanmak için halifeden onay almak zorundaydılar. Bu durum halifenin diğer İslam devletleri tarafından kabul görmesinin ve saltanatının meşruiyetinin ilk şartlarından biriydi.
Bu noktada Mısır Müslümanlığı incelerken Halife Harun Reşid (786 – 809) döneminde orduda askeri birliğinin önemli kısmı Türk olduğunu, Halife Memun döneminden (813 – 833) itibaren Türklerin önemli unsur olduğu, Tolunoğlulları ve bölgede Fâtimîlerle mücadele eden İhşidiler hanedanları ve Sultan Baybars döneminde Memlûk devletinin dinî, siyasî , iktisadi politikalarını ayrıntılı incelemek gerektiğini belirtilelim. Bu incelemede Türklerin “köle” olarak nitelemek ne derece tutarlıdır, diye sorgulanması da yapılabilir.
Konuyu dağıtmadan Üç Tarz-ı Tefekkür bağlamında Baybars’a gelecek olursak, nitelikli bir diplomat da olduğunu, İlhanlılara karşı Altın Orda Hanlığı daha doğrusu Toktamış Han’ın yardım isteğine cevap verdiğini, Suriye’deki Haçlılara karşı da Bizanslılarla anlaşmalar yaptığını, Suriye Batinileriyle de mücadele ettiğini biliyoruz. Yönetimde Cengiz Han yasasını uygular, düzenli çalışkan bir yönetim olarak adalete, hak ve hukuka büyük önem verirdi. Dört büyük Sünnî mezhebe mensup olanların sorunları çözmek için her mezhebe ait ayrı bir kadı, onların başına da kadı’l-kudat tayinini ilk o yaptı. Merkeziyetçi bir yönetim ile Kahire’ye ulaşan yollar yaptı, güçlü bir posta teşkilatı kurdu. İlmi olarak Baybars dönemi son derece verimliydi, Moğol ve Haçlıların zulmünden kaçan âlimlere kapılarını açtı, onlara önemli destek verdi. Dımaşk’ta 160, Kahire’de 75 medrese bulunması bunu gösterir. Hadimu’l-Haremeyn sıfatını da ilk o kullandı. Suriye’nin pek çok yerine Türkmenleri yerleştirerek Türk Memlûklerini çoğaltmaya çalıştı.
Bu bağlamda Tuğrul Bey ile Sünnî (Hanefi-Şafii); Şah İsmail ile Türk Şiî (İmâmiyye) Müslümanlık tasavvurununun tarihsel temellerini anlamak için tekrar Abbâsîler döneminde Bermeki-Büveyhî oğullarından bahsetmek gerekir. O da bir sonraki yazı da, lütfen sabır. Eleştirilerinizi, katkılarınızı bekliyorum, müzakereye açtığımız bu fikirlere, şimdiden teşekkürler.