Genç yaşta “profesör” unvanına sahip olan ve Amerika’da okumasına rağmen değerlerine yabancılaşmayan ilim adamlarımızdan Oktay Sinanoğlu, bir tv. programında “Dil gönlü yüzdüren gemidir. Dil gidince gönlün de gider.” diyor.
Ya “din gidince ne/neler gider?” hiç düşündük mü? Bu soruya verilecek cevap, Serik’te bir okulun sınıfında yaşanan menfur hadisede saklı. Şüphesiz “dil” ile “din” arasında ayrılmaz bir bağ var. “OKU” emri bu bağı bize hatırlatır. Başta âdemi okumak lâzım. Birbirlerine “düşman” olarak yeryüzüne indirilen Şeytan ile Âdem arasındaki mücadele kıyâmete kadar devam edecek.
Bu mücadelenin iki önemli silahı var: Dil ve Din.
Özrü kabahatinden büyük ve çok çirkin bir davranışta bulunan o genç için, ne yaparsa yapsın eğer nedametinde ve pişmanlığında samimi ise; hidâyet yolu ardına kadar açık. Hidayete erdirecek olan tek bir güç var; o da bize, şah damarımızdan daha yakın olan Cenâb-ı Allah.
Ceza olarak okuldaki eğitimlerine son verilen öğrencilerle ilgili bir açıklama yapan Eğitim-Bir-Sen Antalya Şube Başkanı Eyüp Bülent Miran, çarkları insan öğütmek olan maarif sistemindeki çarpıklığı şu söylerle dile getiriyor: “Bu çirkin ve kabul edilemez davranış, göz ardı edilmemesi gereken olay bir kez daha göstermiştir ki eğitim sistemimizde yolunda gitmeyen, yanlış ve eksik olan bir şeyler var. İnanç değerlerimize, kitabımız Kur'an-ı Kerim'e saygısızlık yapılıyorsa, bu toplumda yaşayıp kendi değerlerine yabancı bireyler yetişiyorsa, eğitimde amaçlananın ne olduğunun sorgulanması, yapılması gerekip de yapılmayanların üzerinde durulması, müfredatın bu bağlamda yeniden elden ve gözden geçirilmesi elzemdir.'
Sâmiha Ayverdi, Maarif Dâvamız adlı risalesinde; Türkiye’de birinci plânda tutulması gereken şeyin maarif ve kültür olduğuna parmak basarak “İş, mektep adedini artırmakta, kalitesiz fakat yaygın bir okuma-yazma yarışında değil, açılan ve açılacak olan çocuğa vereceği millî ruhtadır” diyor.
Ayverdi devam ediyor: “Fabrika, baraj, köprü, yol, su tesisleri, santraller, silolar muhakkak ki siyasi bir iktidarın takdire lâyık gayret ve himmet eserleridir. Fakat asıl gayret ve himmet isteyen, insandır. İnsanı kalkındırmadan, onun kafasını da, ruhunu da kontrollü, düzenli ve şuurlu seviyeye getirmeden yapılan her maddi hamle, akamete mahkûmdur.”
Korona virüs salgını dolayısıyla ülkemizde örgün eğitim yapan çocuklar ve gençler, bir-bir buçuk sene maskeli bir oyunun kurbanı olarak örgün eğitimden uzaklaştırıldılar. Sadra şifa olmayan uzaktan eğitime tabi tutuldular. Bu talebeler okullarına, sınıf ve derslerine intibak etmekte çok zorlandılar. Psikolojik travmalar yaşadılar.
Memleketin hiç de iyi olmayan ve her sene kötüye doğru yelken açan sosyal ve ahlâkî tablosuna bakıp, Türk tarihinde bir eşi daha olmayan bu günkü vahim manzarasiyle görüp, sebep ve neticeleri üzerinde basiret ve ciddiyetle durmamız artık bir beka meselesidir. Ticarî ahlâkın ifsâd olduğu ve iş ve meslek hayatındaki davranışlarda korkunç zikzakların meydana gelmesinde, vicdan hayatımızı sıfıra düşüren imân zaafının büyük tesiri olduğu görülüyor. Münevver ve idealist din adamları yetiştirememiş olmanın ağır ve tehlikeli neticeleri ve bedelleriyle yüz yüze gelmiş bulunuyoruz. Gerçek din adamları susunca/susturulunca, meydanı sahteleri doldurmakta gecikmiyor. Şimdi ayıkla bakalım pirincin taşını, ayıklayabilirsen…
İslâm kelimesini tarif et deseler; “aşk dini, sevgi dini, barış ve huzur dini” derim. Yesevî de, Muhiddin Arabî de, Mevlâna, Yunus ve Hacı Bektaş Velî de “benim dinim aşk dini” diye haykırmadılar mı? Türk-İslam dünyası ilimde, sanatta, medeniyette ve siyasette en ihtişamlı günlerinin aşk mutasavvıflarını yaşadıkları zamanlara denk gelmesi elbette bir tesadüf olamazdı.
Şimdiki zamanlarda “halife ve efendi insan”ın yerini “köle insan”, sevginin yerini “korku”, güzelliğin yerini “çirkinlik”, dinin yerini “şekilcilik” almış ve Müslümanlar bugünkü acınacak hallere düşmüşlerdir. Günümüzde bazı çevrelerde aşk nasıl şehvetle ve delilikle bir görülüyorsa, İslâm da ideolojisiyle, şekilcilikle, gerilikle, hatta şiddetle, terörle bir arada anılır olmuştur. O gencin çirkin hareketini kabul etmemiz, içimize sindirmemiz nasıl mümkün değilse, bunun hiçbiri kabul edilebilecek bir durum da değildir.
Çocuklara sevgi verebildik mi?
Genç kuşaklara aşkı tam anlamıyla sunabildik ve kalplerine nakşedebildik mi?
Geri kalan ülkelerde din siyasallaştıkça, İslâm siyasallaştırıldıkça sevgiden ve kendisinden uzaklaşmaktadır. Müslümanlar kendi değerlerini ortaya koymadıkça, var olan orijinal değerlerini geliştirmedikçe Batılıların sanatı ve şiddeti daha ustalıkla kullanarak çok gösterişli şekilde takdim ettiği değerlerini ve sonuçlarını kabullenmek, böylece de sönüp gitmek tehlikesi ile başbaşa kalacaktır.
Kur’an-ı Kerim’i “top” yerine koyup vole çakmak şiddeti resmeden ve kutsayan bir düşüncenin ürünüdür. Hak katında kabul görecek tek dinin, AŞK DİNİ olan İslâm dini olması dolayısıyla bu dine inanan ve iman edenlere karşı yapılan çok büyük bir hakarettir.
Yalnız kendimiz için değil, bütün dünya için bir kazanç olmak istiyor isek seven, güzellikler yaratan, düşünen ve kendisiyle barışık Müslümanlar olmalıyız.
Eskiden olduğu gibi AŞK DİNİ İSLÂM için her zaman hayatî öneme sahip sevgi ve güzellik, aşk ve estetik kavramlarının içini doldurarak yitik hazinelerimize sahip çıkmalıyız.
Mevlâna ne diyor: “AŞK olmasaydı dünya donar kalırdı.”