Abdullah Gül…
O gün bir yanda zerre stres yapmadığım -çünkü cepte gördüğüm- Ankara’da siyaset bilimi okuma mevzuu varken sınava günler sayar vaziyetteydim. Salihli Sekine Evren Anadolu Lisesi’nde son sınıfların devamsızlık kullandığı o günlerde ben tabii devamsızlık hakkımı çoktan doldurduğum için okula gelip müdür yardımcımızın odasında oturuyordum. Severlerdi beni; ben de onları çok severdim, severim.
Neyse efendim, o zamanlar mitingler çerçevesinde, demokrasiye göre azınlıkta kalmış olan, yönetimde söz sahibi olmayan fakat dayatmalar gayreti için toplanan çılgın kalabalık Cumhurun Başkanlığına, vatandaşın “alın yetkiyi, seçin reisi” demesine “bana ne vatandaştan, vazgeçmem Çankaya’dan” diyordu. Tabii ben çok gencim, “neden yahu” diyorum.
Bizim lise aşırı demokratikti. İlerici Demokrasi’ye sahip bir lise değildi ama ona yakındı. Belki de bu kadar demokratik olmasında Kenan Evren’in bizzat okulun yapımında dahli olması olabilir ama işte her şerde bir hayr da vardır. Lisemizde okul başkanını seçimle seçerdik; teneffüs müziklerine bile sandıkta karar verirdik. Ben de okul başkanlığı seçimlerinde Ülkü Ocakları orta öğretim masa başkanı olmam sebebiyle siyaseten dâhil olmuş fakat aday olmamın gayri hukuki olacağı düşüncesiyle –lise yönetimi bir parti, vakıf hegemonyasında olmamalıydı- destekleyeceğim bir aday çıkarmıştım. Nitekim kazandık. Teneffüste de –burada bencillik yaptım, en sevdiğim parçayı bir yıl çaldırdım- Mozart üstattan Lacrimosa seçiliverdi.
O zaman Devlet Bahçeli yapması gerekeni yaptı. Yıllar sonra, başkanlık sistemini her ne kadar benimsesem de “Türk Tipi Başkanlık Sitemi” adı verilen demokrasiden uzak gördüğüm sisteme verdiği destekle yadırgamış olduğum Bahçeli, o zaman 367 düğümünü bir hamleyle çözüvermişti. Saçma sapan dayatma olan “mecliste en az 367 milletvekili olmalı” garabeti pat diye MHP grubunu meclisteki oylamaya sokarak çözüvermişti.
Evet, bugün bir 367 sorunuyla daha karşı karşıyayız. Dün nasıl ki yoruma açık olmadığı halde üzerine yorumlar yapılan bir maddeden dolayı dehşet bir mağduriyet doğduysa; bugün de tam tersi de olsa bir mağduriyet doğmak üzere. Meral Akşener “bu mağduriyetten popülizm doğmayacak” dedi ve Erdoğan’ın adaylığının önünü açacağını kulislere söyleyiverdi. Aytun Çıray da fısıltıyı Uğur Dündar üstada iletiverdi.
Ben de konuyla ilgili “Tam Demokrasi” konuşmasıyla gönüllerimize taht kuran Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Selçuk Özdağ’ı aradım. Kendisi 'Sayın Erdoğan aday olamayacağını bildiği halde kendince 367 mağduriyetini tekrarlamaya çalışıyor. Bunu da ne biz ne de bu necip millet yemiyor. Seçim ne zaman olacaksa olsun; Sayın Erdoğan da aday olsun. Sandıkta ezilmiş bir çoğunlukla kaybetmiş bir Erdoğan zaten tarihten kendisini kendi silmiş olur' diyerek demokrasinin önündeki engeli demokrasiyle çözmenin tarifini anlattı.
Daha da yazacak bir şey yok. Böyle muhalefeti 20 yıldır hasretle arıyordum. Önlerinde saygıyla eğiliyorum. Siyasette söz konusu demokrasiyse gerisi teferruattır.
***
Soylu’yu yazacağım. Soylu’yu yazmadan bu yazıyı bitirmeyeceğim. Soylu’yu yazmadan bu yazıyı bitirirsem sabah kızımın yüzüne bakamam. Ah Alparslan Soylu ah… Sen ne vatanseverdin; sen vatana canını vermek için Özel Harekât gibi muhteşem bir kuruma girmiş aslan parçasıydın. O mektubunun her harfi göğsümü deldi geçti be kardeşim. Vatan sağ olacaktır da sen de sağ olsaydın be yiğidim… Senden kaç tane kaldı ki şu dünyada? Sahi senden kaç tane kaldı?