Ahmet Rauf Akay


HANGİ MİLLİYETÇİLİK?

HANGİ MİLLİYETÇİLİK?


Milliyetçilik bir düşünce ve duyarlılık biçimi midir, yoksa bir teslim alma aracı mıdır? Türk milliyetçilerinin cevaplandırması gereken soruların başında bu soru geliyor.

Milliyetçiliği bir parti veya lidere teslimiyetle özdeşleştirmek, onun fikir cephesini yok etmektir. Kişi veya parti odaklı milliyetçilik, kitlesini fikirlerin peşinden değil, bir veya birkaç kişinin ihtiraslarının peşinden sürükler. Öyle olmasa bugün yaşananlar yaşanabilir miydi?

Yıllar önce iktidara yakın bir öğretmen sendikasının başkanı, 'Patron okullarda MHP'li hademe bile görmek istemiyorum' diyor, demişti. Bugün o MHP, o patrona hizmet ediyor. Morg bekçisi diye horlananlar o patronun yancılığını yapıyor. Lideri, partisini değil patronu savunuyor. MHP kendine veya Türk milliyetçiliğine değil, düne kadar eyaletleşmeden bahsedenlere hizmet ediyor.

Bunun tek nedeni kör bir itaat değil, aynı zamanda fikirsizlik, düşüncesizlik ve teslimiyetçiliktir. Götürüldüğünüz yerin neresi olduğunu anlayacak bir düşünce birikimine sahip değilseniz, oradan oraya savrulup durursunuz. Parti hegemonyasındaki milliyetçilik böyle bir milliyetçiliktir ve bir hizmet aracı değil, idraksizleştirme, körleştirme, mankurtlaştırma aracıdır.

28 ŞUBAT'I UNUTMAK

Belli çevreler Tutuklu 28 Şubatçıları kurtarmak için akla ziyan yorumlara başvuruyor. Neredeyse 28 Şubat diye bir kalkışma hiç olmadı diyecekler.

Bu ülkede demokrasi kültürünün yerleşmemesinin nedeni her on yılda bir yapılan darbeler veya darbe teşebbüsleridir. 28 Şubat da onlardan biridir. Seçilmiş bir hükümet- o hükümeti hiç tasvip etmesem de- psikolojik şiddet yoluyla devrilmiş ve bugünkü manzara o kalkışmaya tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bugün yirmi yıllık bir AKP iktidarı varsa, 28 Şubat diye bir darbe var olduğu için vardır. 28 Şubat'ın bu ülkeye en büyük kötülüğü siyasi merkezin dağılmasına, mütedeyyin kitlelerin uçlara savrulmasına neden olmasıdır. Onları bunca krize, yolsuzluğa rağmen hala orada tutan da 28 Şubat benzeri darbe korkusudur. Bunlar çalıyorlar, yiyiyorlar, soyuyorlar ama en azından dinimize, diyanetimize karışmıyorlar diye düşünen büyük bir kitle var. Bu kitleyi oraya yapıştıran 28 Şubat'tır.

28 Şubat'ın faillerini savunanlar, öyle bir şey olmadı diyeceklerine, oldu, hata ettik, Türk milletinden özür dileriz demeleri gerekirken, böyle üstenci bir tutum takınmaları onlara acıyan kitlelerin merhametini de yok ediyor. Yaşını başını almış insanların bu saatten sonra içeride tutulması ne kadar abes ise, 28 Şubat hiç olmamış gibi davranmaları da o kadar yanlıştır. Böyle bir davranış o gün yapılanları meşru görmektir ki bu kabul edilemez!

15 TEMMUZ

Tarihte Şeyh Sait isyanı neyse sonuçları bakımından 15 Temmuz darbesi de odur. Şeyh Sait isyanı sistemin sertleşmesine, demokrasinin gecikmesine neden olan olaylardan biridir. 15 Temmuz, Türk milleti tarafından püskürtülmesine rağmen Erdoğan tarafından kişisel hedeflerini gerçekleştirme, otoriter bir yönetime yönelmenin gerekçesi yapılmıştır. Halkın demokrasiye sahip çıkma iradesi onun iradesini kısıtlamak için kullanılmıştır. Hala da her yıl dönümü, darbe korkusu üzerinden yeni sınırlamaların meşrulaştırıcı aracı haline getirilmektedir. Oysa darbelerin alternatifi demokrasi ve özgürlüktür. İktidar, 15 Temmuz'u, milli iradeden tek adamın iradesine geçişin manivelası yapmıştır. Her 15 Temmuz'da kutlanan aslında darbe korkusunun tazelenerek Erdoğan'ın şahsi iktidarının tahkim edilmesinden başka bir şey değildir. Darbelere karşı çıkmak, daha yaşanabilir bir ülke isteyen herkes için milli bir vecibedir. Ancak, darbelerle aynı sonucu yaratan darbe istismarına karşı çıkmak da başka bir milli vecibe ve vatandaşlık borcudur.