Muhsin Kafkas


MEBET MİMARİMİZ ÜZERİNE KÜÇÜK BİR ELEŞTİRİ

MEBET MİMARİMİZ ÜZERİNE KÜÇÜK BİR ELEŞTİRİ


Farklı mabet yapıları ortaya koymak zenginliktir, güzelliktir medeniyetimizin gelecek kuşaklara armağanıdır.

Tek tip, sıradanlaşmış, birbirinin taklidi mabet mimarilerinden vazgeçip, artık özgün eserler ortaya koymak gerek. Bu noktada bu tarz bir mabet mimarisini gerçekleştirmek, bizim gibi zihniyet fukarası, Ortadoğulu toplumlarda var olan skolastik bakış açısının modernize edilmiş tarzı ile sözde yenilikçi ama at gözlüğü ile bakan bir yaklaşımdan beklenilmeyecek kadar ince bir tarz. Burada eleştirdiğim nokta mimari konuda yenilikçi yaklaşımlar ortaya koyamayışımızdır. Sürekli taklide düşmemiz. Ve maalesef ki bunun doğruymuş gibi lanse edilmesi...

##

TATİL YORAR MI?

Aslına bakacak olursak tatil yorar mı?

Dinlendirir mi?

Bu tam bir muamma!!!

Bizi tatile çıkmak değil!

Tatile çıkacak olmanın verdiği düşünce ve tatlı telaş rahatlatıyor.

Yoksa ister deniz tatili, ister memleket tatili yapalım sonuçları itibari ile yoğun bir program ve beden yorgunluğu olarak bize dönüyor.

Lakin 'ELLER NE DER MİTOLOJİSİ ' amiyane tabirle mahalle baskısının sonucu olarak tatil sendromuna ister istemez hepimiz giriyoruz.

Halbuki tatilin o verilen güzel pozlardan ibaret olmadığını;

Poz veren de!

Poz çeken de!

Poz izleyen de çok iyi biliyor.

##

SOĞAN, EKMEK, ZEYTİNDEN DAHA İYİ YEMEK Mİ OLUR?

 

ATATÜRK,kesinlikle kendisine yapılacak yemekle ilgili bir istekte bulunmazdı. Yalnız, bazen kendisine yapacağım yemekleri sayarken:

 

- Usta, peki ne kadar zamanda yapacaksın? Diye sorar, ben bir-iki saat deyince pazarlık ederdi. En az süreyi söylediğimde de:

 

- Nasılmış Mehmet usta! Benim dediğime geldin ya! Diye adeta çocuk gibi sevinirdi.

 

Yemeklerde genellikle, etrafındakilere şarkı söyletir, onlar okuyunca sanki bir müzik hocası gibi:

 

- Olmadı makam değiştirdin, der ve sonra kendisi, bir defa dinlediğini makamıyla okurdu.

 

Mehmet usta anlatırken ağlıyordu, gözlerini yeniden kuruladıktan sonra devam etti:

 

Devrimler sırasında öyle çalışırdı ki, 36 saat masa başından kalkmadığını bilirim. Biz mutfakta çeşit çeşit yemekler hazırlardık, yanına götürünce kızar çıkışırdı:

 

- Bana bir ayranla bir dilim ekmek ver ve bol da kahve yap! Şimdilik bunlar yeterli. Daha öbürlerini yemeyi hak etmedim, derdi

 

Çok alçakgönüllü adamdı. Ankara’da iken bakardık, Paşa öğle yemeğine saat iki olduğu halde gelmemiştir. Biraz sonra mutfağa gelirdi ve bana:

 

- Mehmet Usta, ben yol yapan işçilerle beraber yemek yedim, adamların soğanlarını bitirdim, sen onlara bir şeyler hazırlayıver de götür, derdi.

 

- Peki paşam, siz belki doymamışsınızdır, deyince

 

- Amma da yaptın Mehmet Usta! Soğan ekmek, zeytinden daha iyi yemek olur mu? Diye cevap verirdi.

 

Atatürk, özellikle Türk yemeklerini severdi. Biz başka isimler altında yemekler yapınca kızar:

 

- Bizim en kötü şeyimiz, onların en iyisinden daha iyidir, derdi

 

H. Durukal, “Atatürk’ün Adamları İle Bir Görüşme” Cumhuriyet, 10. 11. 1950’den aktaran, Ali Güler,

Sarı Mustafa’m, İstanbul: Truva Yayınları 2010, 236-237 (Aşçı Mehmet Usta)