Daha önceki yazılarımda insanlığın ve Türkiye’nin en büyük düşmanının emperyalizm olduğuna dikkat çekmiş, emperyalizmi yendiğimiz zaman terör ve darbelerin de yenileceğini kaydetmiştim. Aslına bakacak olursanız 19 Mayıs 1919 yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün başlatmış olduğu tam bağımsızlık mücadelesinden bu güne Türkiye'nin emperyalizmin etkisinden kurtulamadığı bir gerçektir. ABD emperyalizmi başta olmak üzere çok uluslu emperyalist tehlike altında olan ve buna meydan okuyan bir Türkiye'nin topyekun inanılmış bağımsızlık örneği 1919 istiklal savaşı dışında hiç bir zaman kendini net bir şekilde gösteremedi...
Mutlaka hatırlayanınız olacaktır; ABD 24 Temmuz 2002 yılında Binyılın Meydan Okuması yani Millenium Challenge 2002 adı altında Türkiye’ye karşı bir işgal tatbikatının provasını dahi gerçekleştirmişti. Peki, neydi Millenium Challenge 2002? O dönemde 5 Genel Kurmay Başkanının bazı uyduruk senaryolarla sorgulandığını çoğumuz iyi hatırlayacaktır. Aslına bakacak olursak işin özü 1991 yılında ABD’nin körfez saldırısı ile başlamıştı. ABD, Bağdat'a yürümedi, Irak'ın kuzeyinde bir Kürt isyanı kışkırttı. Arkasından, Irak Ordusunun 36. enlemin kuzeyine geçmesini önleyerek buradaki Kürt oluşumunu güvence altına aldı. ABD'nin planı önce Kuzey Irak'ta bir Kukla Kürt Devleti kurmak ve sağlamlaştırmak, sonra Irak'ı tümüyle işgal etmekti. Kukla Devleti, Türkiye'nin güneydoğusu, Suriye'nin doğusu ve İran'ın batısından koparacağı parçalarla birleştirerek sözde Büyük Kürdistan'ı, yani İkinci İsrail'i kurmak ise temel gayeydi. Yani bu bir anlamda yeni bir Haçlı seferi demekti.
Çekiç gücün süresinin uzatılmasına karşı çıkan Türk Ordusu ve tavrını devletinden, milletinden yana alan Türk subayları bu süreçte Kuzey Irak'taki oluşum üzerinden Türkiye'nin bölünmesi tehlikesini ve tehdidini algılayınca buna karşı tepkilerini ortaya koymuşlardı. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Kuzeyden Irak’a girme emrini uygulamamak için istifa Orgeneral Necip Torumtay’dan gelmişti. Bu istifa aslında Türk ordusunun ABD’nin tezgahladığı plana karşı başlatılan tepkinin ve direncin de iyice kendini belli etmesi anlamı taşıyordu. ABD bu sinsi planlarının sekteye uğrayacağını anlayınca dolambaçlı yollarla bu subaylara farklı tertiplerle suçlamalar yöneltecek ve zanlı durumuna düşürecek. Hatta bırakın ordudan uzaklaştırmayı kurduğu planları neticesinde çoğunluğu vatansever olan bu subayların yerine kendilerine itaat edecek Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde söz sahibi durumuna gelebilecek kadroları da yine bu tertip içerisinde oluşturacaktı. Amerika’nın planlarını bozmak isteyen ve emperyalist emirlerini dinlemeyen Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına karşı oyun bazı güçlerin devreye girmesi, dönemin getirdiği bazı zaafiyetler nedeniyle başarıya ulaşmıştı. Bu sinsi plan ve oyun dahilinde Özal Harp Dairesi sorgulanıyor ve adı Özel Kuvvetler Komutanlığı olarak değiştiriliyordu.
EŞREF BİTLİS PLANLANAN OYUNU GÖRMÜŞTÜ
ABD'nin Kuzey Irak'taki Kukla Devleti pekiştirme planlarını bozan ise bunu o dönemde raporlarına aktaran Orgeneral Eşref Bitlis olmuştu. Eşref Bitlis, Amerikan Çekiç Güç Helikopterlerinin PKK'ya silah ve malzeme attığını saptayarak bunu raporlarında belirtmesinin ardından uçağına yapılan bir sabotaj neticesinde 1993 yılında şehit edildi. 1994 yılında Genelkurmay Başkanı olan Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı döneminde Eşref Bitlis Planı uygulanmış, Kuzey Irak'a Çelik Harekatı yapılmış, 35 bin Mehmetçik Mart 1995'de Kuzey Irak'a girmişti. Çelik Harekatı öncesinde CIA'nın Moskova İstasyon Şefi, CNN televizyonundan, 'Türkiye'nin karışacağını', daha doğrusu Amerika'nın Türkiye'yi karıştıracağını 'Önümüzdeki dönemde dünyanın en çok karışacak ülkesi Türkiye'dir.. Şu anda Türkiye, gizli servislerin gündeminde ilk sıraya yerleşmiştir' Şeklinde itiraf etmişti. Ardından da Gazi olayları baş göstermiş, Kontrgerilla polis teşkilatının içine sızdırılmıştı. Tüm bu olayların akabinde önce 16-17 Eylül olayları ardında da 28 Şubat Postmodern darbesi dayatılmıştı. 28 Şubat’ta Fethullah Gülen Amerika’ya kaçmış, Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu ABD'nin bölge ülkeleri için tehdit oluşturduğunu açık bir dille belirterek Washington ziyaretini iptal etmiş ardından da bir mesaj yayınlamıştı. Mesajında Kıvrıkoğlu, “28 Şubat’ı bin yıllık mücadele azmiyle sürdürmeye kararlıyız” diyordu.
ABD’den Kıvrıkoğlu’nun bu mesajına cevap gecikmeyerek 24 Temmuz 2002'de Nevada Çölü'nde Türkiye'yi işgal tatbikatı yapılmıştı. Bu, ABD tarihinin en büyük askeri tatbikatı özelliğini taşıyordu. Yapılan gizli görüşmeler ve karşılıklı restleşmeler sonunda maalesef ABD askerleri tarafından Türk askerlerine ihtar niteliği taşıyan çuval geçirme hadisesi yaşatılıyordu. Başına çuval geçirilmesine ve Kuzey Irak’tan çıkarılmasına karşın ABD’nin dayatmalarına aynı tepkiyle karşılık veren Türk subaylarına ise yine sinsi oyunlar oynanmaya devam edecek ve bu sinsi olaylar daha önce olduğu gibi yine tavrını devletinden, milletinden yana koyanların tasviye edilip yerlerine ABD’ye itaat edecek subayların üst komutalara getirilmesinin önünü açacaktı. ABD'ye direnen 5 Genelkurmay Başkanı ve milli kuvvetler çete kurmakla suçlanacaktı. Tüm bunların akabinde 12 Haziran 2007 günü Ümraniye’de bir gecekonduda bulunduğu söylenen bombalar, Üsküdar Karakolu’nun masasında dizili olarak duruyordu ve savaş başlamıştı. Polis kamerasıyla çekilen kayıtlar yıllar sonra Ergenekon Davasında ortaya çıktı. Bu duruma komutanlar dahil herkes şaşırmıştı. Savaşın farkında değillerdi. Hukuk devleti söylemleriyle suçsuz olduklarını anlatmaya çalışıyorlardı. Oysa kale içerden fethedilmişti ve savaş yargı düzleminde değil, silahların konuştuğu düzlemdeydi. Türk Silahlı Kuvvetlerine sızdırılmış ABD destekli ve bugünün adıyla paralel yapı olarak söz edilen kadrolar oluşturulmuştu. Bu kadrolaşma hareketi her ne kadar Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde hakim pozisyona geçirilmiş olsa da sadece TSK içerisinde sınırlı kalmayacak Yargı, Emniyet Teşkilatı başta olmak üzere tüm kamu kurumlarına sızdırılmaya devam edecekti. Geldiğimiz noktada ise devletin içerisinde yeni bir devlet oluşturacak güce ve finansal desteği de arkasına alacaktı. İster paralel yapı densin, ister FETÖ olarak adlandırılsın bu kadrolaşma hareketi öyle bir hale gelecekti ki devletin içerisinde halk tarafından seçilmiş iradeye ve Cumhurbaşkanına çeşitli dayatmalar dahil olmak üzere her kurumun başına kendi adamlarını geçirme baskısına varıncaya kadar arsızca tekliflerde bulunma cüretkarlığını gösterecekti. Hatta iyi hatırlayınız, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, paralel yapıya karşı ilk mücadeleye başlatma kararı aldığı saatlerde “Ne istediler de vermedik” itirafında bulunmuştu.
ASIL GAYE İKİNCİ İSRAİL’İ KURMAKTI
FETÖ/PDY terör yapılanması hâkimiyetini kurduğu süreçte sempati toplamak üzere buzdağının görünmeyen kısmını değil milletin sempatisini kazanacak ulusal ve uluslararası faaliyetlerde de adını duyuruyordu. Örneğin Fethullah Gülen’in okullarının olduğu ülkelere giden vatandaşlarımız ve devlet yetkililerini ellerinde Türk bayrağı taşıyan öğrencileri karşılarında görüyor, hep birlikte İstiklal marşımız okunuyordu. Bu arada deyim yerindeyse atı alan ABD Üsküdar’ı çoktan geçerek silahlı güç kullanarak Irak’ı bölmüş, bir dönem kırmızı bültenle aranan Barzani liderliğinde Kuzey Kürt Devletinin planlarını ise hayata geçirmişti. Hatta iş çığırından çıkarak Hatay’da dahil edilerek Türkiye topraklarının bir bölümünü de kapsayan “Free Kürdistan” haritaları yayımlanmıştı. ABD bir taraftan PKK’ya hasır altından silah desteğini bariz bir şekilde yaparken diğer taraftan da yurdun genelinde paralel yapıyı hakim kılma senaryosuna devam ediyordu. Tüm bunların yanısıra temel gayeleri olan İkinci İsrail’i kurma yolunda tüm gelişmeler ABD lehine yaşanıyordu.
24 TEMMUZ’DA TERÖRÜN BELİ KIRILDI
Tam da bu süreçte bu tehlikenin ve ilerde Türkiye'yi bekleyen daha büyük tehlikelerin nihayet farkına varılmış olacak ki terörle mücadele konusunda kesin ve kararlı bir mücadele başlatılmıştı. 3 yıl süren çözüm sürecinde terör örgütünün iyi niyetten anlamadığı ise bir kez daha net bir şekilde görülmüştü. 24 Temmuz 2015 günü terör örgütüne karşı polisiyle, askeriyle büyük bir operasyon gerçekleşmiş yurt genelinde ABD ve Türkiye ile hesabı olan egemen güçlerin de desteğini alan terör örgütüne karşı en etkili vatan savunması başlatılmıştı. Türkiye’nin artık bağırsaklarını temizlenme zamanıydı. Terörle mücadele konusunda yürütülen kararlı operasyonlar Suriye’de hedefine ulaşamayan ABD’yi aşırı derecede rahatsız etmişti.
FETÖ, ABD ELİ VE DESTEĞİYLE SIZDIRILDI
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu kararlı mücadelesi karşısında bir başka plan daha devreye sokulmuş terör örgütü eliyle büyük kentlerde bombalı saldırılar birbiri ardına kendini göstermişti. Amaç bu terör olaylarıyla Türkiye’de yaşayan 80 Milyon vatandaşın başta siyasi iktidar olmak üzere devletin kolluk kuvvetlerine, tavrını devletinden ve milletinden yana ortaya koyan bürokratlara ve siyasilere karşı tepkisini arttırmaktı. Dolayısıyla Türkiye, sözde “Kürt Koridoru”nun Doğu Akdeniz’e bağlanmasını gereğinde kuvvet kullanarak bozacağını ilan etti. Tam da bu süreçte Ağustos ayında yapılması planlanan Yüksek Askeri Şura’da FETÖ/PDY yapısı ile bir şekilde bağlantısı belirlenen Subayların tasviye edilmeside bu kararlılığın bir başka göstergesiydi. ABD desteğiyle TSK'ya bir şekilde sızdırılmış olan Generaller dahil olmak üzere FETÖ’cü subayların diyet ödeme zamanı gelmişti. Tıpkı 27 Mayıs 1961’de, 12 Eylül 1980’de yapıldığı gibi bir darbe gerçekleşecek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile seçilmiş siyasi irade derbest edilecekti. Bu da yine bu subaylar daha doğrusu darbeci hainlerle gerçekleştirilecekti. Bu darbeyi yine Suriye’de, Mısır’da yaptıkları gibi gerçekleştirmek istediler. Kaldı ki 15 Temmuz sabahı CIA'in Türkiye uzmanı olarak tanınan bir isim olan Henri Barkey’in Türkiye’ye gelmesi ise sıradan bir tesadüf değildi muhakkak. Berkey’in kimliği ise dikkat çekici ve Fethullah Gülen'in yeşil kart alarak ABD'de kalmasını sağlayan Graham Fuller'in yakın çalışma arkadaşı. (Geçmişte ikisi birlikte Türkiye'de Kürt Sorunu” adlı kitabı yazmışlardı.) Her ne kadar o gün gelenin Henri Barkey’in geldiği olduğu belirtilse de gizli kimlikle Graham Fuller'in de o gün Türkiye’ye geldiği iddia ediliyordu. Fuller, bilindiği gibi CIA'nın neo-con kanadından ve Erdoğan'ı devirmeye azmetmiş ekiptendi. Gerçekleştirilmek istenen kanlı darbe için fazla beklenmedi ve tarih belirlendi 15 Temmuz 2016'yı gösteriyordu... Darbe girişiminin başarılı bir şekilde geri püskürtülmesiyle yine dikkatler Henri Barkey ve Graham Fuller’e çevriliyordu. ABD her ne kadar yaşanan darbe girişimiyle alakası olmadığını sert bir şekilde dile getirse de Barkey’in Türkiye’ye giriş çıkış yaptığı kayıtlarda belgeleniyordu. Fuller’in ise darbe girişiminin bastırılmasıyla bir Helikopterle kaçtığı iddia ediliyordu. Dikkat edecek olursak Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yapılan suikastın başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından kaçan askerler arasında bir sivil olduğu ve kimliği saptanamayan bu sivilin kim olduğu merak konusu olmuştu. Fuller ile ilgili iddiaların geçersiz olduğunu saysak dahi Henri Barkey'in gelişi bile başlı başına “Darbedeki ABD parmağı” konusundaki şüpheleri artırıyor...
TÜRK ORDUSU GÖZ BEBEĞİMİZDİR
Her ne kadar darbe girişiminin bastırılmasında baş aktör halkımız olsa da Türk ordusu ve polisi içindeki kahraman vatan evlatlarının yaptıklarını görmezlikten gelemeyiz. Kahraman askerlerimiz ve polisimiz darbecilerin üzerine korkusuzca birer cesur yürek olarak yürümüştür. İşte size birkaç örnek: Havadaki darbeci helikopteri TSK’nın uçakları tarafından düşürülmüştür. O helikopterler meydanlara toplanan halkı tararsa, başka manzaralar ortaya çıkardı. Akıncı üssünün pisti TSK uçakları tarafından bombalanmış, darbecilerin uçak kaldırması önlenmiştir. Darbecilerin yığınak yaptıkları merkezlere TSK’nın kumandası altındaki birliklerle girilmiştir. Darbecilerin bastırılmasında, özellikle iki zırhlı birlik tank gücüyle ve Özel Kuvvetler Komutanlığı üstün yetenekli asker gücüyle göze çarpmıştır. Asker kılığına girmiş bu darbeci hainlerin girişiminden sonra unutulmamalıdır ki Türk Silahlı Kuvvetleri bizim gözbebeğimizdir ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin saygınlığını güçlendirmek, bugün bizlerin ve siyasilerin başlıca görevidir, Yine bu aşamada kesinlikle unutulmamalıdır ki tehlike daha bitmemiştir. Egemen güçlerin ve üst akıllarının yönlendirmesiyle devletimizin ve milletimizin birliğine, bütünlüğüne kast edecek olan provokatörler ise değişik yöntemlerle provokasyonlarına devam etmek isteyeceklerdir. Kahramanlık destanı yazan ve demokrasiye sahip çıkan milletimiz bu çakal sürülerinin oyununa gelmemeli, her türlü provokasyonlara karşı dikkatli olmalıdır. Geçmişte olduğu gibi yine değişik etnik ve mezhep kavgaları, çatışmaları başlatmak isteyebilirler. Başı açık dekolteli hanım kardeşlerimize kendilerine dinci süsü verip değişik tacizlerde bulunup, sataşabilirler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk üzerinden ülkenin kurucu değerlerine ilişkin ilerici-gerici, laik- bağnaz, Osmanlıcı-Cumhuriyetçi lafızlarıyla Yeni Türkiye' nin gelişiminde, istikrar ve çağdaşlık hedefine çomak sokmak isteyenler olabilir... Hem unutulmasın ki asker kıyafeti giymiş teröristlerin bomba attıkları yerlerden biri de Meclis' ti; halkın demokrasiye sahip çıkma bilincinin de bir tezahürü de Mustafa Kemal Atatürk'ün, “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir'' sözünün karşılığı olarak görmek gerekir. Halkı kışkırtmak için değişik argümanlar kullanmak, olumsuz bir algı oluşturmak isteyebilirler. Bu ve değişik yöntemlerde ki amaçları devletimizin ve milletimizin birliğini, beraberliğini bozmaktır Tüm bu oyunlara asla gelmemeli, prim verilmemelidir.