D. Mehmet Doğan


BIR ÜLKÜCÜ ILIM ADAMININ VASIYETI: HAYATIN KAYNAGI INSANIN KÖKENI DIN VE BILIM


23 Kasim 2022, merhum Prof. Dr. Turan Güven’i ahirete ugurlayisimizin 3. yildönümüdür. 
Ankara Yüksek Ögretmenlilerin Turan Abi’si, Ankara Ülkü Ocaklari Birliginin 1969’daki ilk kurucularindan, bir Milliyetçi Büyük Türkiye sevdalisi, Kadirli’nin 1950 yilinda Saridanismendli köyünde dogan Turan Güven, bir köy çocugunun imkan ve firsat verildigi taktirde neleri basaracaginin en güzel örneklerinden biridir. 
1980 öncesi, Türkiye’nin birçok yerinde ilk ögretmen okullari vardi. Köy ve kasabalarin çok zeki, kabiliyetli çocuklari ilk okuldan sonra siki bir imtihanla ilk ögretmen okullarina seçilir, yatili okuduklari bu okullarda çok basarili olanlar, 5. siniftayken Ankara, Izmir ve Istanbul’da bulunan yüksek ögretmen okullarina alinirdi. Ögretmen okulunun altinci sinifini buralarda yine yatili olarak okurlar, üniversite sinavlarina girerek, aldiklari puanlara göre degisik fakültelere yerlestirilerek dört veya bes yillik egitimden sonra liselere ögretmen olarak atanirlardi. 
Türk milli egitimine çok basarili ögretmenler yetistiren bu egitim yuvalari, ne yazik ki, önce asiri sol siyasetin hismina ugradi. 1978’de dönemin CHP’li Basbakani Bülent Ecevit, egitim enstitüleri ve yüksek ögretmen okullarina Anadolu’nun dört bir kösesinden tertemiz idrakler ile gelip kibleleri dogru bir sekilde Allaha lâyiki ile kulluk, vatana, millete ve devlete tam bir adanmislik duygusuyla ve hizmet suuruyla yetisen bu gençlerin okullarina musallat oldu. Önlerini kesmeyi basaramayinca bu ülkücü ögretmen nesillere alternatif olarak 3 haftalik kurslarla 10 binlerce yetersiz militana orta ögretimde ögretmenlik yapacak diplomalar dagitti. Arkasindan 1980 askeri darbesiyle bu okullar hepten kapatildi. 1980’den sonra egitim hayatimizda hala devam eden kalitesizligin en önemli sebeplerinden birisi, bu sorumsuz ve kasitli icraatlerdir.
Turan Güven ve nesildaslarinin büyük çogunlugu ileriki yillarda akademik hayata geçerek, Anadolu’daki birçok basarili üniversitenin kadrolarini olusturdular. 
Turan Güven, gözü kara bir mücadele adami, samimi bir Müslüman, suurlu bir Türk milliyetçisi olarak gençlik yillarinda basladigi Türk milletine hizmet yoluna üniversitelerde hocalik yaparak ve binlerce vatan evladini yetistirerek de devam etti. Sonunda her Müslüman gibi o da “Hakk’ina dön” buyruguna boyun egerek, 23 Kasim 2019 tarihinde ruhunu teslim etti. 
Yillardir üzerinde çalistigi kitabinin son bölümlerini hastanede tedavi altindayken tamamladi ve kardesi Hasan Yakupcan Güven Bey’e “Ben öldükten sonra bu kitabi mutlaka yayinlamalisin” vasiyetinde bulundu. Hasan Yakup Bey’in, merhum Turan Güven’in meslektaslariyla da istisareler yaparak, 2-3 yillik çabalari sonucu, alaninda ilk diyebilecegimiz “Darwinci teori ve biyolojik materyalizm görüslerini çürüten bu eser, okuyucunun istifadesine sunuldu. Sözün burasinda, Bilgeoguz Yayinevine kitabin yayilmasina büyük destek veren Opr. Dr. Kemal Tekden Bey’e mütesekkir oldugumuzu ifade etmenin bir kadirsinaslik görevi oldugunu belirtmek isterim.
18 Haziran 2022 tarihinde Hamamönü’nde Yüzde Iki Yayinevi bir tanitim toplantisi düzenlemisti. Toplantiya, Ankara Ülkü Ocaklari Birliginin ilk baskani Dr. Ibrahim Dogan ve Turan Hoca’nin ailesiyle birlikte dostlari ve arkadaslari olarak bizler de katilmis ve ortak hatiralarimizla hocayi yad etmistik. 
(Eserin künyesini ve temin adreslerini iki bölüm halinde yayimlayacagimiz yazimizin sonunda bulabilirsiniz.)
Kitabin tanitimi için sözü merhum Prof. Dr. Turan Güven Bey’e birakiyorum: 
“Pozitivist-materyalist paradigma ile üretilen bilim ve teknolojinin insanligin sorunlarina hiçbir çözüm getiremeyecegini, akademik hayatimin 1980'lere tekabül eden ilk on yilindan itibaren görmeye baslamistim. Bilim ve teknolojide saglanan büyük gelismelere ragmen küresel beserî sorunlarin çözümünde hiçbir ilerleme kaydedilememesi, insanligin düstügü “dünyevilesme" batakligina isaret etmekteydi. Çagimizin dünyevilesmis toplumlari, insanin bu dünyaya ait maddî ve manevî ne kadar problemi varsa, hepsinin bilimle çözülebilecegine dair kesin bir inanca sahipti. Bu, Bati medeniyetinin 200 yildan beri insanligin zihnine yerlestirmis oldugu büyük bir yanilgiydi. Ne yazik ki, bu yanilgiya ilk düsenler cumhuriyetin erken dönem aydinlari olmustu. Cumhuriyet aydinlari uzun bir müddet Bati medeniyetini ve degerlerini kutsamaya devam ederken, bilim ve teknolojiyi de "din" yerine koyan bir tutum içinde oldular. O yillarda söylenen “Hayatta en hakiki mürsit ilimdir, fendir” sözü, Türk aydinlarinin (!) zihinlerinden bugüne kadar hiç çikmayan bir "dogma" halini aldi. Evreni, dünyayi, hayati ve insani anlamak için sadece "bilimin yeterli” olacagi düsünülüyordu. Belki insanligin maddi sorunlarini bilimsel ve teknolojik birikimlerle çözme gayretleri gayet dogal bir yaklasimdi; fakat ayni yöntemi ahlakî ve manevî buhranlarin çözümünde kullanmaya çalismak tam bir aymazlikti. Ortada bir gerçek varsa, o da bilimin bugünkü paradigmasi içinde kalinarak insanligin hiçbir probleminin çözülememis olmasiydi. Çözülemezdi, çünkü problemin "pozitivist-materyalist" paradigmadan kaynaklandigini hiç kimse görmüyor ve görmek istemiyordu. Problemleri çözmek için sadece "pozitivist-materyalist" paradigmadan baska bir yol gösterilmiyordu. Iyice dünyevilesmis insanlar için bu yeterliydi ve onlarin bu dünyadaki hayatlarina büyük katkilar sagliyordu. 
Bugün, bütün problemlerimizi elimizin altindaki tek bir olan "bilimsel yöntem" ile çözmeye çalismak bosuna bir çabaydi. Öyle sosyal problemler vardi ki, göklere çikartilan bilimsel yöntem ve yaklasimlarin hiçbiri ise yaramiyordu. Yasanan sosyal problemlerin neredeyse tümü, toplumlarin dininden, tarihinden, cografyasindan ve kültüründen bagimsiz düsünülemeyen (kendine özgü) problemlerdi. Bir toplumun sosyal problemlerinin çözümünde geçerli olan yöntem, bir baska toplumun problemlerinin çözümüne uygun düsmeyebiliyordu. Son tahlilde, Bati'nin kapitalist sömürü kültürü, hayatimiza "dünyevilesme" gibi agir bir problemi getirmisti. Artik, insanlar, üzerinde yasadiklari gezegeni ölüm-kalim savasi verilen bir hayat sahasi olarak görüyorlardi. Tabii ki, böyle acimasiz bir dünyada hayatta kalabilmek için sadece "güçlü" olmak gerektigini bir "doga yasasi" gibi zihinlere yerlestirmislerdi.
Bugün, dünyada her istedigini yapma hakkini kendinde gören devletlere baktigimizda, bunlarin ortak özelliginin, sahip olduklari bilim ve teknolojiyi insanligin yikimi için kullandiklarini görüyoruz. Dünyanin birçok yerinde meydana gelen karisikliklarin, iç çatismalarin ve bölgesel savaslarin neredeyse hepsinin arkasinda bilim ve teknolojide ileri olan ülkelerin sömürü düzenleri bulunmaktadir. Basta üniversiteler olmak üzere, Bati'nin bütün kurumlari, kapitalist sömürü düzenini mesrulastirmaya ve sürdürmeye odaklanmis durumdadir. Tabii ki, en güvenilir (!) mesrulastirma araci olarak da "bilim" ve bilim adamlari -özellikle ateist bilim adamlari- kullanilmaktadir. Bunun tipik örnegini "Sosyal Darwinizm” savunucusu kisilerin "bilim” adina ortaya attiklari ideolojik fikirlerde görmek mümkündür. Sosyal Darwinistler, dünyada güçlülerin yasama hakkinin oldugu bir "doga yasasi"nin sadece hayvanlar âleminde degil, insanlik tarihinde de geçerliligini savundular. Bilim ve teknolojiyi ideolojik birer silah gibi kullanan ülkeler, dünyanin hiçbir bölgesinde insanlara rahat ve huzur yüzü göstermediler. Bilim ve teknolojinin gücünü arkasina alan devletler hak, adalet, ahlak, insan olmanin sorumluluk bilinci, yasama hakki, özgürlük, insan haysiyeti ve serefini hep yok saydilar. Son zamanlarda yasanan savaslarin temelinde -ki bu savas, her toplumun düsmanini kendi içinden çikararak sürdürülmektedir- Allah'in insanlara bahsettigi dünya nimetlerine Bati'nin tek basina "el koymasi" ve "sömürme iç güdüsü" ve aç gözlülügü yatmaktadir. Dünyevilesmenin zirvesini olusturan bu sapik düsünce, yukarida da belirttigimiz gibi, 19. yüzyildan 21. yüzyilin ilk çeyregine kadar Bati'nin “hayat tarzi" olarak gelmistir. Bati, yakin zamanda dünyaya bakisini ve seküler hayat tarzini degistiremeyecegine göre, insan gerçegini anlamak için önümüzde uzunca bir yol var demektir. O zaman, insan yaratilmanin sorumluluk bilincini hakkiyla anlamak ve buna göre yasamak için Bati'nin agzina bakmamiza hiç gerek kalmiyor. Çünkü, Bati'nin bu konuda bize verebilecegi hiçbir sey kalmamistir. Daha açik bir ifadeyle, insanligin hiçbir sosyal problemine çözüm üretememis pozitivist-materyalist paradigmaya onursuzca kölelik yapmaktansa, kendimize özgü yeni bir paradigma ile yola devam etmemiz insanlik için daha yararli ve onurlu bir is olacaktir. Insan haysiyetine ve serefine yakisan bu adimi atmak, sanirim, evrenin en güvenilir bilgi kaynagi ile tanismis olan Müslüman bilim adamlarina düser. Onlara böyle bir misyon yüklememizin sebebi, Allah'a karsi derin bir "sorumluluk bilinci" içinde olduklarini pesinen kabul etmemizden kaynaklaniyor. Dün oldugu gibi bugün de Müslümanlik, Bati'nin seküler dünya görüsüne karsi insanligin yararina olabilecek en gerçekçi ve en güçlü çözümleri elinde bulundurmaktadir. Ne zaman ki, bilim adamlari insani "yüksek sorumluluk bilincine sahip" donanimli bir varlik olarak tanimlar; iste o zaman modern dünyanin en büyük zihinsel devrimi gerçeklesmis olur. Çünkü su anda Bati ve Bati'yi taklit eden ülkelerin egitim sistemleri; antropologlarin, biyologlarin ve psikologlarin tanimladigi “dünyevilesmis(seküler) insan modeli" üzerine kurgulanmistir. Seküler insan, sorumluluk bilinci olmayan veya kime karsi sorumlu olacagini bilmeyen, sadece bu dünya için yasayan bir varliktir. Bu varligin yeryüzünü fesada veren ve karisiklik çikaran bir canavara dönüsmesi isten bile degildir. Nitekim su anda içinde bulundugumuz manzara da bunu yansitmaktadir.

 

Efendi Barutçu                                                                                   

 22.11.2022