Selim Gürbüzer


ENZIM DÜNYASI


Enzimler gerek fotosentez olayinda gerekse molekül baglarinin baglanmasinda çok büyük pay sahibidirler. Zira kimyasal reaksiyona giren ve çikan birçok moleküllerden enerji elde etmek için enzimlerin baglayici, parçalayici ve çözücü etkisine ihtiyaç vardir. Enzimler sadece baglayici, parçalayici ve çözücümü etki yaparlar, elbette ki tüm bunlarin yani sira proteinlerin sentezine yönelik hücre içerisinde olusan tüm reaksiyonlari baslaticisi ve hizlandiricisi olarak da katalizör etkileri söz konusudur. Zaten enzimlerin katalizör etki özelligi olmasaydi hücre içerisinde cereyan edebilecek bir takim reaksiyonlar için yüksek sicakliga ihtiyaç duyulacakti ki, bu da hücre içerisinde yakici etki gösterip DNA zinciriyle birlikte diger hücre elemanlarinin tutusmasina yol açan bir duruma sebebiyet teskil edecekti.

Bilindigi üzere DNA’nin kopyalanma islemlerinde bir takim enzimler marifetiyle gerçeklesmektedir. Sayet çift sarmal halkali DNA zincirinin kopyalanma, çogalma ve ayristirilma islemlerini laboratuvar sartlarinda olusturmak istedigimizde bunu ancak sirasiyla DNA izolasyonu, PCR ve denatürasyon islemleri denen süreçte hazirladigimiz hücre ekstraktini termal döngü cihazinda fiziki olarak belli basli sicaklik araliklarinda isitilaraktan hidrojen baglarini kopartmak suretiyle çift halkali DNA zincirinin birbirinden ayirip olusturabilmekteyiz. Yok, eger bu isi laboratuvar ortaminda degil de bizatihi canlinin hücre yapisi ortaminda olusturulmasi durumlarinda isinin diger hücre organellerine zarar verecegi muhakkak. Besbelli ki canlinin yaratilis kodlarinda buna meydan vermemek için hücre ortaminda isi enerjisi yerine kimyasal enerjinin kullanildigi bir enzim marifetiyle DNA zincirini bir arada tutan hidrojen baglarinin parçalanabilecegi bir mekanizma kurulu olup böylesi bir mekanizma sayesinde ancak çift zincirli DNA halkasinin birbirinden ayrilabilecegi anlasilmaktadir. Bu noktada enzim marifetinden öyle anlasiliyor ki, ateste pisirilmis DNA’ya karsilik gelen ayristirma isleminin ta kendisi bir araci rol marifetedir bu. Öyle ya, nasil ki Kur’an’da bir ayette geçen yapistirici çamurdan maksat DNA uçlarinin yapistirici özelligine isaretse, aynen burada ateste pisirilmeden maksatta enzim marifetiyle bir tür isinma diyebilecegimiz bir yöntemle çift zincirli DNA halkasinin ayristirilip teke düsürülmesine isarettir bu. Sayet laboratuvar sartlarindaki gibi dogrudan DNA zinciri isiya maruz birakilmis olsalardi vay o hücrenin haline, ne ortada DNA kalirdi ne de diger hücre organelleri. Degim yerindeyse hepsi bir anda tutusup duman olup yok olacaklardi. Kelimenin tam anlamiyla enzim moleküllerinin burada üstlendigi misyon hücre içerisinde girdigi birçok kimyevi reaksiyon faaliyetlerde hücre organellerini tutusturmaksizin enerji sarfiyatini asgari seviyelere çekerek islemini gerçeklestirmesidir. Nitekim Yüce Allah (c.c) bu hususu Kur’an’da beyan buyurdugu “(Allah) insani ateste pismis gibi bir çamurdan yaratti” (Rahman, 14) ayeti kerimeyle enzim marifetinin ‘ateste pismis gibi’ özelligine vurgu yapip isaret etmektedir. Gerçekten de enzimin bu mucizevi özelliginden dolayidir ki DNA çift sarmal halkasi isitilmisçasina birbirinden ayristirilmis olunur.

Evet, enzimler tipki bir anahtarin kilidi açmasinda oldugu gibi hücre içerisinde bir takim molekülleri ya parçalayarak ya da birlestirecek tarzda etki yapip birçok kimyasal reaksiyonun olusumuna öncülük edip tetiklemekteler. Yani bu demektir ki, her bir enzimin kilit noktada hangi molekülle izdivaç kuracagi, nasil reaksiyona girecegi, ne gibi görevler üstlenecegi ve baslattigi kimyasal reaksiyonlari ne kadar süre içerisinde bitirecegi gibi bir dizi araci roller enzimler tarafindan yürütülmektedir. Iste enzimlerin bir dizi üstlendigi bu role atalarimizin degimiyle “Minareyi çalan kilifini hazirlar” seklinde is bitiriciligin ta kendisi bir rol üstlenme hadisesi dersek yeridir. Gerçekten de isi bitiricilikleri sundan besbellidir ki baslattiklari ve tetikledikleri bir dizi kimyasal reaksiyonlari nihayete erdirmeden bulunduklari alanlarda pilini pirtisini toplayip çekip gitmemekteler. Ne zamanki isini nihayete erdirir iste o zaman tekrardan orijinal kalip halde görevine geri dönmekte. Mesela Beta-amylase enzimi glikoz elemanlarinin nisasta zincirinden kopmasini saglayip disakkarit maltoz sekerine dönüstürdükten sonra oradan ayrilabiliyor. Ilginçtir ayni enzim nisastanin yapisina benzemesine ragmen selüloza etki etmedigi gözlemlenmistir. Anlasilan her reaksiyonun baslamasi veya sonlanmasi için kendi kalibina uygun özel enzim görevlendirildigi gibi ayrica her moleküle özgü çok sayida enzim çesidi de tahsis edilmistir. O halde enzim deyip geçmemeli. Düsünsenize elimizi açip kapamamiz bile enzim faaliyeti sayesinde gerçeklesmektedir. Çünkü her kipirti degim yerindeyse kimyasal reaksiyonun fitilini ateslemek anlamina gelip ister istemez bu noktada enzime ihtiyaç duyulacaktir. Hatta bugün hücre yönetimi genlere bagli kalarak enzim ve mRNA vasitasiyla gerçeklestigini hemen hemen hiç bilmeyenimiz yok gibidir. Ancak enzim sentezi de belirli kriterlere bagli olarak çalisir. Mesela bir mRNA'nin protein sentezinin gerçeklestirebilmesi için ortalama bes dakikada bir enzim üretmesi icap eder. Zaten üretilen enzimlerin her birinin ömrü yaklasik 20 saat kadarla sinirli kalmaktadir. Bu durum 20 saatlik ömür içerisinde bir adet mRNA' dan 240 adet enzim üretilecegi manasina gelir. Üstelik bu sayi sadece bir adet mRNA’nin tek basina gerçeklestirdigi bir sayidir. Dolayisiyla bunun gibi ayni kategoride yer alan 240 adet mRNA’nin çalismakta oldugunu düsündügümüzde diger moleküllerinde ortalama 57.600 enzim imal ettikleri gerçegi ile yüzlesiriz. Hatta genetik kodlarin kopyalanmasi, çogaltilmasi ve degis tokus islemleri gibi bir dizi DNA zinciri üzerinde vuku bulan kes kopyala yapistir türünden islemlerde birtakim enzimler tarafindan gerçeklestirilmekte. Nitekim yukaridaki satirlarda da belirttigimiz üzere enzim marifetiyle DNA uçlari birlestirilecegi zaman diger DNA parçalarinin uçlarina karsi yüksek bir baglanma egilimine girer de. Derken enzim marifetiyle gerçeklesen bu yapiskanlik ayni zamanda Kur’an’da zikrolunun “Süphesiz biz onlari yapiskan bir çamurdan yarattik” (Saffat, 11) ayet kerimenin esrariyla karsilik bulur. Iste bu ayetin mana ve ruhundan da anlasilan o ki insan mayasinin yaratildigi çamur aslinda DNA uçlarinin birlestirilecegine delalet eden yapiskan çamurdur bu. Ki, protein sentezi DNA üzerindeki kodlu anlaminda yapiskan bilgilerin bir takim enzimler vasitasiyla önce RNA molekülü üzerine kopyalanmasi gerekir ki DNA molekülünün yüksek viskozitesinden ve kes- kopyala-yapistir niteligine haiz yapiskan uçlar sayesinde yaratilis mucizesi gerçeklesiversin. Zaten bu söz konusu uçlar genetik bilim dalinda yapiskan uç olarak karsilik bulur da. Öyle ya madem kes kopyala yapistir islemleri bile bir takim enzimler araciligi ve marifetiyle gerçeklesmekte o halde enzim üzerinde çok daha kafa yormak gerekecektir.

Bilindigi üzere bakterilerin topraga karisan artik maddelerden tek ayristirmadigi madde plastik malzemelerdir. Sayet insanoglu plastik maddelerin çevreye saldigi kimyasal gazlarin zararlarindan korunmak istiyorsa plastik sanayide kullanilan plastik mamullerinin içerisine enzim türünden bir madde katmayi basarmasi lazim gelir. Basarildigi takdirde biliniz ki plastik maddenin günes isiginin etkisiyle kolayca parçalanip ayristirildigini, pekâlâ görmek mümkün olabilecektir. Böylece sentetik enzimin kesfiyle birlikte yeni bir teknolojik hamlenin günlük hayatimiza renk katacagi gerçegi ile bulusacagiz demektir. Kaldi ki bilimsel çalismalar sonucunda 600’den fazla enzim çesidinin var oldugu belirlenmis olup, hatta her geçen gün bu sayinin daha da artacagi ihtimal dâhilindedir. Mesela demir sadece hemoglobin içerisinde degil kas proteinini olusturan miyoglobin ve daha birçok enzimin yapisinda bile bulunabiliyor. Su da bir gerçek enzim yapisi büyük ölçüde protein içermesine ragmen, hiçbir protein tek basina enzim fonksiyonu icra edememektedir. Mutlaka proteinin enzim hüviyetinde olmasi gerekmekte. Bu arada enzim faaliyetlerin düzenlenmesinde bir takim hormon ve sinirlerin uyarici rol oynadiklarini da unutmamak gerekir.

Koenzim

Bir takim mineral ve vitaminler malumunuz koenzim olarak addedilirler. Bu yüzden koenzimlerden çogunun esasini vitaminler olusturmakta dersek yeridir. Dolayisiyla koenzim nedir denildiginde; verilecek cevapta enzimlerin görev yapabilmesi için protein yapisinda olmayan vitamin türü bir madde diye tarif edebiliriz. Sayet koenzim görevi yapan gruplar enzime siki bir sekilde yapisik halde konumlanirsalar bu kez prostatik grup olarak isim alirlar. Bilindigi üzere vitaminsizlikten ötürü pellegra, beriberi, iskorbüt (c vitamini eksikligi) ve vitamin eksikligi (vitaminoz) gibi hastaliklar nüksedebiliyor. Mesela uzun deniz seyahatlerine çikanlarin iskorbüt hastaligina yakalandigi bilinen bir durumdur. Bu yüzden tayfalar bu hastaliktan korunmak adina limon suyunu ilaç niyetine içerlerdi. Dolayisiyla deniz seyyahlari tarih kitaplarinda limon sikicilar olarak adindan söz ettirmislerdir. Nitekim bu ilaci Portekizli ünlü denizci Vasco De Gama’nin seferleri sirasinda yüzlerce denizcinin ölümüne yol açmanin bir arayisi olarak deniz tayfalarinca Madagaskar’da bu ilaç kesfedilmistir.

Her neyse insanoglu vitaminlerin sirrini kesfede dursun su da bir gerçek koenzimsiz de hayat devam edebiliyor. Özellikle insanda genel olarak hidroliz yapan enzimler koenzime ihtiyaç duymadan is görürler. Örnek mi? Mesela sindirim kanalinda is yapan hidroliz enzimi bunun tipik misalini teskil eder. Bu örnegin tam ziddi olarak hazir koenzimlerden söz etmisken ise mesela izomerizasyon, grup transferi, okside redüksiyon ve kovalent bag tesekkülünü saglayan enzimler de koenzimlerle birlikte is tutarlar. Madem öyle, koenzimleri de yüklendikleri görevleri itibariyle söyle siniflandirabiliriz:

-Hidrojen transferi yapan enzimler,

-Hidrojen disinda ki gruplarda transfer görev yapan enzimler.

Hidrojen transferi yapan enzimler

Bir miktar hidrojen peroksidi (H2O2) arada bir katalizör olmaksizin isitildiginda hemen hidrojen ve oksijen bilesenlerine ayrismadigi, ancak ayrismasi için belli bir sürecin yasanmasi gerektigi gözlemlenmistir. Iste bu süreci hizlandirmak adina katalizör bir platin siyahi bir madde eklemek bu is için yeterli olacaktir. Ya da bir kimyagerin balon içerisine hidrojen ve oksijen gazlarini belirledigi ölçülerde doldurup bir sekilde ortama küçük bir kivilcim vererekten ateslemesi birlikte önce büyük bir patlayisa, sonrasinda ise su moleküllerini elde etmesi pekâlâ mümkün. Iste kimyagerler bu ve buna benzer deneylerle ter döke dursunlar, su bir gerçek tabiatta ve canli hücrelerde an be an yasanan bu tip bir dizi molekül olusumlar ve reaksiyonlar hiçte kimyagerler kadar ter dökmeye gerek kalmaksizin yaratilis kodlarina yüklenmis kimyasal denklem formüllerle çok daha mükemmel yöntemlerle gerçeklestirilmekteler zaten. Kaldi ki canli hücre âlemi sadece ayristirma, parçalama gibi islemlerle sinirli degil, ayni zamanda hücreler arasi molekül tasiyiciligi diyebilecegimiz transfer islemlerinin de yapildigi bir âlemdir. Bilindigi üzere hidrojenin oksijen üzerinde transferi krebs çemberi üzerinden gerçeklesip, bu olay organizma için son derece hayati önem tasiyan ilk reaksiyon zinciri olarak dikkat çeker. Böylece krebs çemberi üzerinde gerçeklesen solunumla enerjinin açiga çikma hadisesi bu tür bir dizi hidrojen transferi islemlerinin neticesi olarak karsimiza çikmaktadir. Peki, bu noktada enzimler bu isin neresinde denildiginde hiç kuskusuz enzimler de bu olayda hem hidrojen atomunun elektronlarini alarak hem mitokondri bünyesinde bulunan düsük potansiyelli moleküllere tasiyip aktarmak suretiyle bu isin ucundan tutmus olmaktalar. Her ne kadar bünyelerine hidrojen almak suretiyle indirgenen koenzimler okside duruma geçerken ilk etapta birlesemese de, bilahare hidrojenin oksijene kademe kademe tasinmasiyla birlikte hem su, hem de enerjice yüksek 3 ATP molekülü meydana gelmis olur. Hidrojen transfer olayinin önemini ortaya koyan bir diger dikkat çeken dönüsüm ise hiç kuskusuz pürivik asidin laktik aside dönüsüm hadisesidir. Nitekim bu dönüsümün katalizlenmesinde laktat dehidrogenaz enzimin devreyi girmesi birinci derecede etken unsur olarak ortaya çikip, bunun akabinde NADH’nin NAD’ye dönüsümü de gerçeklesmis olur. Derken glikozdan enerji elde etmeye yönelik NAD’nin pozitif olarak yükseltgenmis halde fosfo glukonat çemberi üzerinde 1 mol glikozun parçalanmasiyla birlikte 6 ATP’lik enerji elde edilmis olunur. Keza krebs çemberi ve oksidatif fosforilasyon sistemiyle olusan glikoz yikimi sonucunda ise 38 ATP’lik enerji açiga çikmis olunur.

Öyle anlasiliyor ki; enerji üretimi sadece enerji santrallerine has bir durum olmayip, ayni zamanda hücre âlemi içerisinde de geçerlilik arz edip üretilebilecek olan bir durumdur. Düsünsenize günesten gelen isik bitki hücresinin bünyesinde besine dönüsebiliyor. Belli ki baslangiçta isik enerjisinin önce besine dönüsmesi, sonra bu besinlerin tüketici olarak bilinen hetetrof canlilara transfer edilme islemleri siradan bir devri daim döngü islemleri gibi gözükmeyip son derece planlanmis belli bir program dâhilinde gerçeklesen devri daim döngü sisteminin marifeti bir is olarak gözükmekte. Hem nasil ki günlük hayatta örneklerini gördügümüz buharla çalisan bir makine buhar basincina muhtaç, elektrikle çalisan bir motor elektrik enerjisine muhtaç durumdaysa, aynen öyle de hücrelerde vücuda disaridan giren besinlerin kimyasal enerjiye çevrilmesi sonucunda açiga çikan enerjiden yararlanma noktasinda ise adenozin trifosfat’a (ATP) muhtaçtirlar. Hele bilhassa ATP’nin yapisinda azot içeren adenin ve sekerden meydana gelmis bir riboz, üç oksijenli fosfat grubu ve bir hidrojen yapida olmasi bize sürekli kullanilan yenilenebilir ve enerji tasiyici özellikte bir molekül oldugu yönünde izlenimi vermeye ziyadesiyle yetiyor. Derken bu arada bizler de bu enerji tasiyicilik özelligi sayesinde enerjik bir sekilde hareket edip iri ve diri olmaktayiz. Sadece bizler mi, mesela bir balikta yüzerek denizin keyfini çikarmakta, bir bitki gülümseyen yüzüyle çiçek açmakta, bir maya hücresi de yikilmadim ayaktayim dercesine bölünüp çogalabiliyor pekâlâ.

Evet, maya hücresi de enerjiktir. Dolayisiyla maya deyip es geçmemek gerekir. Lise de fen derslerinde fermantasyon kelimesini çogumuz duymusuzdur. Aslinda fen dersinde karsimiza çikan bu kavram ‘mayalanma’ anlaminda bir kavramdir. Yani kimyasal bilesimlerin mevcut durumundan daha küçük parçalara dönüsmesi sonucunda ortaya çikan ürüne mayalanma deriz. Elbette ki bu küçük degisime sebep olan etken faktör bitki ve hayvanlar tarafindan üretilen bir takim enzimlerden baskasi degildir. Hatta bu noktada mayalar (yeast) enzim üreten tek hücreli bitkiler olarak bilinmektedirler. Dolayisiyla anaerobik bakteriler ve mayalar gibi mikroorganizmalar oksijensiz yasayip, enerji ihtiyacini beslendikleri gidalari bünyelerinde var olan bir takim enzimler sayesinde parçalayarak karsilamaktalar. Mesela glikozun sirasiyla pirüvik aside, alkole veya laktik aside dönüsümüyle açiga çikan enerji bu kabildendir. Dahasi mayalanma olayi “alkolik, asetik ve çürüme” tarzinda üç yoldan gerçeklesebiliyor. Sonuçta hangi yoldan gerçeklesirse gerçeklessin her bir mayalanma hadisesinde kimyasal degisimde rol oynayan ve isi bizatihi enzim üretmek olan tipik mikroorganizma faaliyetinin ta kendisi bir marifet oldugu gerçegini degistiremeyecektir. Mesela meyve siropuna (sekerli sos) sekeri fermente eden zymase enzimi isin içine dâhil oldugunda bir anda alkol dönüsümü vuku bulabiliyor. Keza üzüm suyu sirke anasi denen bir bakteri sayesinde sirkeye dönüsüp, bu olay da tipik bir asetik mayalanma olarak karsilik bulur.

Bu arada et ve diger hayvani gidalar da bir açikta birakilmalariyla mikroorganizma üremesiyle birlikte kontamine olunur ki bu çogu zaman insan sagligi açisindan risk teskil etmektedir. O halde yiyeceklerin bozulmamasi için bakterilerin üreme firsati bulamayacaklari soguk zincir sartlarinda veya buzdolabinda sakli tutmak ya da konserve haline dönüstürülmesinde her daim fayda vardir elbet. Su da var ki yedigimiz gidalar kontamine de olsa sindirilmekte. Mesela tükürük içerisindeki pityalin enziminin nisastayi eriyebilir seker haline dönüstürmesi bunun ilk tipik basamagidir zaten. Diger sindirim basamaklarinda ise malum; sindirim sistemi boyunca bir dizi mide, bagirsak, pankreas gibi tüm ara istasyonlarda rol alan enzimler tarafindan gerekli dönüsümler yürütülmektedir.

Solunum olayinda karbondioksit (CO2) ve suyun (H2O’yun) açiga çikmasi glikozun oksijensiz ortamda pirüvik asidin laktik asit üretimi lehine yikilmasiyla gerçeklesmektedir. Derken bu olay sayesinde oksijenin birçok kimyasal olaylarda aktif hale gelmesi saglanir. Hakeza hücre içerisinde besinlerin parçalanmasiyla açiga çikan hidrojenin oksidatif fosforilasyonla yakilip enerji elde edilmesi de bir baska enerji kaynagini ortaya koymaktadir. Elbette ki bu kaynak mitokondrilerden baskasi degildir. Nitekim mitokondrilerin iç kismindaki krista denilen raflar oksidatif enzimlerin siralandigi mekânlar olup buralarda son derece ciddi anlamda kimyasal reaksiyonlar sahne almaktadir. Özellikle asetil Koenzim A’nin enzimden enzime geçme asamalarinda reaksiyona giren ürünlerin CO2 ve H2O’ya çevrilmesiyle birlikte kimyasal enerji açiga çikmaktadir. Böylece bu enerji sayesinde protein sentezi için gereklilik arz eden ATP üretilmis olur. Bu demektir ki her canlida bir takim kimyasal reaksiyonlar her an her salise meydana gelebiliyor. Zira kimyasal reaksiyonlar moleküllerin birbiriyle reaksiyona girmesiyle meydana gelir. Fakat bu reaksiyona girme islemini gerçeklestirebilmek içinde disaridan mutlaka bir aktivasyon enerjisine ihtiyaç vardir. Nasil ki nur topu bir çocugun dünyaya gelmesi için anne karninda belirli asamalar kaydedildikten sonra gerçeklesiyorsa suyun meydana gelmesi içinde belli bir asama süreci gerektirip, akabinde ab-i hayat su dogmaktadir. Anlasilan ab-i hayat için aktivasyon enerjisi zaruridir. Bu enerji olmadan ne kimyasal reaksiyon baslatilabilir ne de baslamis olan reaksiyon hizlandirilmasi gerçeklesebilir. Rabbü’l Âlemin bu yüzden birçok hayati olaylarda kimyasal reaksiyonlarin cereyan edebilmesi için canliyi meydana getiren hücrelerin arasina katalizör görevi ifa edebilecek enzimler yaratmistir. Iste bu enzimler sayesinde birçok hayati fonksiyonlar isler hale gelmektedir. Dolayisiyla su deyip geçmemeli, o basli basina bir katalizör rolü oynayan önemli bir can suyudur. Sadece su degil tabi, bunun yani sira protein içeren her madde de ayni zamanda katalizör misyonu üstlenmislerdir. Nitekim bu misyona sahip protein moleküllerine enzim de denilmektedir. Bakin bitkiler adeta kimyagerlere tas çikartircasina kimyasal reaksiyonlarin baslatilmasi için çok sayida araya giren maddeler anlamina gelen katalizör türünden özel maddeler kullanabilmekteler. Kimyagerler de malum katalizör olarak platin türü maddeler kullanmak suretiyle ancak birçok kimyasal reaksiyonlarin olusturabilmekteler. Mesela bir kimyager iki hidrojen molekülü bir oksijen molekülüyle karistirip en basitinden katalizör madde olarak kullandigi bir kibriti çakmasiyla bir anda reaksiyon patlamayla ancak su elde edebiliyor. Aslinda aktivasyon enerji için disaridan baslatilan bir kivilcima da gerek duyulmayabiliyor. Icabinda bunun yerine oda sicakliginda platin türü siyahi bir katalizör madde katarakta oksijen ve hidrojenin reaksiyona girmesi pekâlâ saglanabilir. Bu demektir ki katalizör görevi yapacak olan tüm enzimler kendilerinde degisiklik meydana getirmeyecek sekilde reaksiyon baslatma veya hizlandirma görevi ile yüklenmislerdir. Bu yüzden enzim yapisinda bir protein molekülü protein karakterinde olmayan bir baska molekülle birlesmis halde bulunabiliyor. Mesela demirin B vitamini ile bir arada bulunmasi bunun tipik bir örnegini teskil eder.

Yapilarinda protein içermelerinden olsa gerek enzimler ortam sartlarinin degismesinden etkilenirler. Bunlara ilaveten:

-Subsrat yogunlugu,

-Enzim yogunlugu,

-Hidrojen iyon yogunlugu,

-Inhibitör yogunlugu,

-Temperatür gibi etki faktörlerini de ekleyebiliriz.

Enzimlerin özellikleri:

-Enzimler büyük miktarda substrati ürün hale çevirmek için bünyelerinde bulunan az miktarda katalizör enzim kullanirlar,

-Enzimler katalize ettigi reaksiyondan asla etkilenmezler,

-Bir enzim bir reaksiyonun denge sartlarini etkilemeyecek sekilde hizini artirirlar,

-Enzimler olusan kimyasal reaksiyonun aktivasyon enerjisini daha düsük seviyeye indirirler. Mesela 1 mol enzim tarafindan 1 dakikada içerisinde ürüne çevrilebilen substrat molekül sayisi o enzimin turnover sayisini vermektedir,

-Enzimler en yogun sekilde mitokondri ve kloroplastlarda bulunur.

Enzimlerin isimlendirilmesi etkiledikleri reaksiyonlara göre su sekilde isimlendirirler;

-Enzimler etkiledikleri substrata ve katalize ettikleri reaksiyonun türüne göre isimlendirilirler. Genellikle substratin sonuna -az eki getirilir. Örnek: Arginini etkileyen enzim arginaz olarak isim alir,

-Enzimler etkiledikleri bilesik gruplarinin adi ile anilirlar. Örnek: Proteinaz ve karbonhidraz enzimleri. Örnek: Proteinaz K enzimi.

-Enzimler katalize ettikleri reaksiyonun tipine göre isimlendirilirler. Örnek: Karboksilaz ve fosforilaz enzimleri.

Enzimler katalize ettikleri reaksiyonun tipine göre ise söyle siniflandirilirlar:

-Hidrolitik enzimler. Örnek: Esteraz, karbohidraz ve proteaz,

-Oksidasyon-redüksiyon enzimler. Örnek: Dehidrogenez ve oksidaz,

-Fosforilaz enzimi,

-Transferazlar,

-Karboksilaz enzimi. Örnek: Glutamik-Aspartik Transaminaz,

-Izomerazlar. Örnek: Aldoz ve ketoz,

-Epimerazlar.

Velhasil-i kelam; az gittik uz gittik derken fazla söze ne hacet, iste sizlerde görüyorsunuz ya, enzim dünyasini hep beraber mucizevi bir dünya oldugunu idrak etmis olduk.

Vesselam.