Mehmet Çavul


Monna Rosa Sairi


16 Kasim 2021, mütefekkir Sezai Karakoç’un vefat tarihi. 
Bence o mütefekkir bir sair degil, sair bir mütefekkirdi.
Yine de Ayasofya’nin duvarlarina asilacak “Muâllakâ-i Seb’a” seçilseydi biri onun olurdu.
Geçen yil bu günlerde onunla ilgili bir yazi kaleme almistim. Yazi surada duruyor: 
( https://www.enpolitik.com/yazar/mehmet-cavul/sezai-karakoc-5343-kose-yazisi )  O yazida sairlik yönünün de ayri bir yazi konusu olmasi gerektigini ifade etmistim. 
Simdi “Gün Dogmadan” ekseninde o eksigi tamamlama zamani.

Kendisi her ne kadar tevazu edip, “siir yazma iddiasinda olmadim ama yazdiklarim siir oldu” dese de 682 sayfalik siir kitabi “Gün Dogmadan” önümüzde duruyor.
1951-1988 yillari arasinda yayinladigi siirlerden mütesekkil olan kitap 13 bölümden meydana gelmekte. Bu 13 bölümdeki siirler kronolojik olarak kitaba yerlestirilmis. 
Monna Rosa ile baslayan “sagnak” Alinyazisi Saati’yle sona eriyor.
Türkçenin en güzel ask siiriyle baslar yolculuk; Monna Rosa. 

Monna Rosa, siyah güller, ak güller;
Gülce’nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadi kirik kus merhamet ister;
Ah, senin yüzünden kana batacak,
Monna Rosa, siyah güller, ak güller!

Monna Rosa, hikayesinden tarzina, akrostisinden derinligine pek çok yönüyle yillardir konusulmakta. 19 yasinda bir gencin kaleminden böyle bir saheserin çikmasi ise ayri bir mevzu. 
Adeta siir, askin tüm coskusunu içinde barindirir. Ama bu ask karsiliksiz kalacaktir. Akrostisteki “Muazzez Akkayam” ismine hürmeten tam 40 yil yayinlamayacaktir kendisi. Fakat Hisar dergisi onun bilgisi disinda yayinlar siiri. Siir o kadar sevilmesine ragmen tam 30 yil akrostisi fark edilmez. Zaten Sezai Bey de siiri Gün Dogmadan’a akrostisini bozarak koyar ve ilk kez 1998’de öylece yayinlar.

1967’nin Mayis - Haziran aylaridir. Tam 40 gün Yenikapi sahiline iner, deniz kenarina oturur ve yazar. Sonra söyle der: “Sanki orada Hizir’a randevu vermistim de her gidisimde ondan armagan olan bir bölümle döndüm” Hizirla Kirk Saat iste böyle olusur. Söyle der bas taraflarinda;

Her evde kutsal kitaplar asiliydi
Okuyan kimseyi göremedim
Okusa da anlayani görmedim

Hizir’in ikinci hediyesi benim en sevdigim siirlerdendir. Bas tarafini alayim;

Ey yesil sarikli ulu hocalar bunu bana ögretmediniz
Bu kesik dansa karsi bana bir sey ögretmediniz
Kadinin üstün oldugu ama mutlu olmadigi
Günlere geldim bunu bana ögretmediniz
Hükümdarin hükümdarligi için halka yalvardigi
Ama yine de essiz zulümler isledigi vakitlere erdim
Bunu bana söylemediniz
Insanlar havada uçtu ama yerde öldüler
Bunu bana ögretmediniz

Zamana Adanmis Sözler’in 4.sünden de bir alinti yapalim;
Ülkendeki kuslardan ne haber vardir
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardir
Ask celladindan ne çikar madem ki yar vardir
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardir
Hep suç bende degil beni yakip yikan bir nazar vardir
O sarkiya özenip söylenecek misralar vardir
Sakin kader deme kaderin üstünde bir kader vardir
Ne yapsalar bos göklerden gelen bir karar vardir
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardir
Yanmissam külümden yapilan bir hisar vardir
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardir
Sirlarin sirrina ermek için sende anahtar vardir
Gögsünde sürgününü geri çagiran bir damar vardir
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adli bir çinar vardir
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili

 Gün Dogmadan’in son bölümü olan Alinyazisi Saati’nin 5. siirinde medeniyeti ayaklar altina alinan, esarete mahkûm edilen sairin agladigi sehirler, yerini ülkelere birakir:
 
Birak ben aglayayim
Esir pazarinda satilan Afganistan’a
Açliktan milyonlari kirilan Afrika’ya
Filipinler’e
Habesistan’a, Eritre’ye, Filistin’e
Esaret prangasiyla kivranan
Kafkaslar  Azerbaycan Türkistan’a
Bütün milletlere ülkelere
Irmaklar gibi ben aglayayim
Sen demir gibi olmalisin
Çelik gibi sabah yildiz
Ceyhun dursun ben aglayayim
Seyhun dursun ben aglayayim

Erdem Bayazit siiri, misralari mizraga benzetirdi, savasçi mizragina. 1992’de, Fehmi Koru’ya verdigi mülakatta (bu Karakoç’un basina verdigi ilk mülakattir) Sezai Bey de sairi savasçi olarak tanimlamisti. O mülakattaki, “Mehmet Akif biten bir dönemin son savasçisiydi, bizler de baslayan bir dönemin ilk savasçilariyiz” ifadesi herkes tarafindan bilinmektedir.
Onun siiri “durdurulan” Islam medeniyetine agit gibidir. Bazen Akif gibi elestiri oklarini kendisine saplar, bazen bir cografyadaki Müslüman kiyimina feryât eder, bazen de “Balkon siiri”nde oldugu gibi Bati medeniyetinin teshirciligine yöneltir oklarini. Sözün özü o bir savasçidir. Ama yalniz bir savasçi.

Bu yazi, onun edebi kisiligini, ekolünü yani “Ikinci Yeniciler”den olup olmadigini veya yazim evrelerini ele almak gibi mevzulara girmeden, Dîvâni diyebilecegimiz “Gün Dogmadan” kitabindaki çok bilinen siirleri üzerinden ölüm yildönümünde bir kez daha hatirlamayi, hatirlatmayi hedeflemistir. Baska bir sairin dedigi gibi; “Gün gelir sairlerin de dili tutulur; sözler seçilir sözlerden gerisi unutulur” ama süphesiz Sezai Karakoç fikirleriyle hatirlanmaya ve ufuk açmaya devam edecektir. 
Rahmet dualarimizla…