Selim Gürbüzer


MENDEL KANUNLARI VE EVRIM


Mendel kanunlarini hemen hemen duymayan hiç yok gibidir. Tabiî ki bu kanun birden bire olusmamistir. Bu noktaya gelene kadar birçok bilim adami bir hayli ter dökmüslerdir. Zaten bu tür çalismalari görmezden gelirsek elbette ki nankörlük etmis oluruz. Örnek mi? Iste 1717 yilinda bu ugurda Thomas Fairchild iki dianthus (karanfil-pink) türü arasinda suni çaprazlama yaparak ilk tür diyebilecegimiz kisir verimsiz anlaminda steril melez elde etmeyi basarmis bir bahçivani örnek olarak gösterebiliriz pekala. Keza 1760 yilinda melezlemeler üzerinde ilk modern türden yapilan çalismalarin Botanikçi Joseph Gottlieb Kölreuter tarafindan gerçeklestiriliyor olmasi da kayda deger örnekler arasindadir. Öyle ki kendisi daha çok iki ayri Nicotiana (tütün) türü üzerinde F1, F2 ve hatta geri çaprazlamalara kadar uzanan bir seri deneyler yaparaktan birbirine yakin türler arasinda melez bireyler elde etmesiyle adindan söz ettirmistir. Kölreuter ayni zamanda farkli özellikteki melezlerin ebeveynlerinden daha kuvvetli ve iri oldugunu tespit etmistir. Böylece bunun ormancilik sahasinda verime dönüstürecek faydali bir çalisma oldugunun farkina varmistir.

Tabii tüm bu çabalar 1700 yillarla sinirli degil, dahasi var elbet. Nitekim ilerleyen yillarda bezelyeler arasinda yapilan çaprazlamalarla F1 dölünde sadece dominant tohum rengin hâkim olmasi hasebiyle F2de dominant tohum renginin bir kez daha görülebilecegi noktasi akillara düsüp böylece bu yönde çaba içerisine girilecektir. Her ne kadar o günkü sartlarda F2 dölünde gün yüzüne çikmasi gereken farkli tiplerin hangi oranlarda oldugu belirlenememis olsa da yine de ilerisine yönelik bir dizi yapilan çaprazlama deneylerle F2 ve daha sonraki F3, F4 döllerinde farkli özellige sahip fertlerin bir arada oldugu gözlemlenmistir. Öyle ki o yillarda elde edilen sonuçlar itibariyle ogul döllerin bir kismi tümüyle ebeveynlerine benzerlik göstermekteydi. Ancak tüm bu çabalarin eksik olan yanlari vardi ki, o da malum yapilan geri çaprazlama ve diger çaprazlamalarla elde edilen ogul döllerin ayrisim oranlari tam açikliga kavusturulamiyor olmasidir. Neyse ki 1820 yillarinda Knight, Seton ve Goss degisik renkteki tohum rengi içeren bezelyelerle eslestirme yaparak Mendel kanunlarinin bulusuna giden yolun bir nebze olsun kapisi aralanabilmistir. Hatta 18 yüzyilda Carl Linnaeus her türden bitki cinslerinin siniflandirmasina adeta nester atarak bu alanda kayda deger çok önemli adim atmistir. Bu arada bilimsel çalismalar hiz kazandikça bezelyelerin disi erkek arasinda degis tokus olarak resiprok olarak ifade edilen çaprazlama deneylerle birbirinden ayni karakteristik özelliklerde melezler elde edilip böylece ogul döllere aktarilan kalitsal özelliklerin benzer özellikler tasidigi gerçegi ortaya çikmis olur. En nihayetinde bu ve buna benzer çalismalar sayesinde iki adet tragopogon (yemlik) elde edilmenin yani sira farkli bitki türleri arasinda tabii melezlerin olusabilecegi noktasina gelinmistir.

Evet, bilim dünyasinda az gittik uz gittik derken hiç kuskusuz asil beklenen çalisma Mendel’den gelmistir. Zira 1853 yilinda kalitimla alakali çalismalara start veren Mendel, ebeveynlerden ogul döllere geçis kanunlarini kesfetmesiyle bir anda dikkatleri daha farkli noktalara çekmeyi basaran bir bilge bilim adamidir. Söyle ki; Mendel ilk evvela kalitim materyalinin birçok bagimsiz ve belli sartlarda degismeyen birimlerden meydana geldigini ortaya koyup, bu durumu soya çekim kanunu olarak ifade etmistir. Mendel’in asil basarisinda en önemli etken unsur ise bitkiler arasinda özellikle kalitim olaylarinin en iyi gözleyebilecegi tür olarak bezelyeleri seçmis olmasidir. Elbette yasadigi dönemde gen ve kromozomlarin bilinmemesine ragmen kalitim birimlerin kusaktan kusaga geçisinden bahsetmek biyoloji bilim dali açisindan adeta devrim niteliginde ufuk açici bir kesif olmustur. Iste bahsini ettigi bu birimler (gen), degisen sartlar içerisinde bir takim biyolojik varyasyonlara (çesitlilige) kapi aralayabiliyor, ama bu demek degildir ki ortaya çikan bu çesitlilik bir baska türden canli dönüsümüne kapi aralayacaktir. Bilakis her bir canli türü soya çekim kanunu geregi kendine benzer bireyler türünden çesitlilik ortaya koyacaktir. Hem kaldi ki yaratilis program geregi olmasi gereken de zaten budur. Örnek mi? Mesela insanda 23 çift kromozom redüksiyon bölünme sirasinda her bir kromozomun bir kutba gitme ihtimali yaklasik (1/2)28 üssü (bir bölü iki üzeri yirmi sekiz) bir kuvvet degere tekabül etmektedir. Iste bu söz konusu sayisal rakam 1.388.608 olarak ifade edilir. Dolayisiyla her bir ferdin DNA molekülü içerisindeki degisim potansiyelinin (Variational potantial) farkli olmasi biyolojik zenginligi ortaya koymaktadir. Bu arada akraba evliliklerinin bir dogal sonucu olsa gerek çekinik karakterlerin baskin hale gelmesiyle birlikte popülâsyonun büyüklügü oraninda gün yüzüne çikabiliyor. Belli ki kusak kusak gen akimina bagli kalarak anne ve babadan dogan her evlat benzerlik yönünden belli oranlarda baba, anne, büyük anne ve büyük babaya çekecektir. Dahasi tahminen yüzdeler seklinde belirlenen bu karakteristik özellikler genler araciligiyla ogul döllere geçmekte olup bazen bu yüzdelik oranlarda istisnai sapmalar olabiliyor. Mesela bes parmakli babadan 6 parmakli çocuk dogmasi gibi anormal durumlarin ortaya çikmasi bunun tipik sapma göstergesinin misalini teskil etmektedir.

Bitkilerde de mutasyonun oldugunu ortaya konulmasiyla birlikte bazi bilim adamlari çekinik karakterlerin mutasyon konuma geçtigini ileri sürmüslerdir. Aslinda bu görüs ta bastan sakat bir görüs olarak kendini ele vermektedir. Çünkü çekinik genlerin baskin hale gelmesiyle birlikte farkli karakterlerin ortaya çikabilecegi gerçegi Mendel deneyleriyle çok önceden kayit altina alinip kanunlasmisti zaten. Artik gelinen noktada herkesçe kabul görmüs bir gerçek vardir ki; o da malum mutasyonlarin güçlü nesil olusturmayip tam aksine bir takim sakatliklara sebebiyet veren maraz olusumlar oldugu gerçegidir. Dolayisiyla farkli irklara ait döllerin mutasyonla ortaya çiktigi iddiasinda bulunmak abesle istigal bir söylem olacaktir. Nitekim abesle istigal bir söylem oldugu sundan besbellidir ki, sayet bütün irklara ait döllerin orijinleri ortak atadan meydana geliyor olmus olsa bikere çok sayida irk veya çok çesit dil kullanan insan topluluklarinin ortaya çikiyor olmamasi gerekirdi. Bir baska ifadeyle insanligin tek ortak bir dille konusuyor olmasi gerekirdi. Evrimcilere kalirsak kendi kendilerine uydurduklari insansi atalarin güya hirilti ve havlamalariyla insan konusmasina dönüsüp burdan da evrimleserek çok dilli hale gelmisiz. Oysa havlama farkli meleke, konusma farkli bir melekedir. Elbette ikisi arasindaki farki göremeyenler farki fark edemeyeceklerdir. Üstelik dünya üzerinde insandan baska tüm sesleri taklit eden bir canli da yoktur dersek yeridir. Kelimenin tam anlamiyla farkliliklar belli bir gayeye yönelik dizayn edilmistir.

Darwin; türlerin degismesinde tabii seleksiyonun çok önemli bir faktör oldugundan dem vuran bir teorisyendir. Darwin bitki ve hayvanlarda ki ani degismeleri tek varyasyon olayi olarak tanimlamistir. Yetmedi ileri sürdügü tezleriyle türlerin menseini (orijini) dogal seleksiyonla açiklamaya çalisaraktan dikkatleri üzerine çekip birçok tartismalarin odaginda oturmustur. Nitekim teorilerinden bir kismina baktigimizda bir türün bireyleri arasinda sürekli var olma ve yok olma mücadelesinin yasandigini, bu kavgada güçlü olanlarin ayakta kalip zayiflarin ise dogal seleksiyonla elenebilecegi, böylece güçlü olanlarin bir sonraki kalitima aktarilarak zaman içerisinde orjininden farkli olarak bambaska canli türlere dönüsecegi yönünde tezler ileri sürdügünü görürüz. Oysaki simdiye kadar hiçte öyle Darwin’in dedigi sekliyle bir baska canli türlerin ortaya çikacagi bir dönüsüm tezahür etmis degildir, tam aksine normal varyasyonlarin Mendel kanunlarina göre canli olusumlarin kendi orijinal yapilarina sadik ve bagli kalaraktan hayatiyetlerini devam ettirdiklerini görüyoruz. Bu arada sunu da belirtmekte fayda var, canli olusumlarinda tezahür eden bir takim istisnai türden degisim ve dönüsümlerin yasandigi da bilinen bir vaka. Ancak bu durum süreklilik arz etmeyip canli türün ya genetik sisteminden kaynaklanan arizi durumlardan ya da çekinik genlerin baskin hale gelmesinden kaynaklanan degisiklikler olarak gün yüzüne çikan bir durumdur bu. Hatta meseleye bir de Mendel deneyleri yönünden baktigimizda, mesela resesif genler ilk etapta oran olarak çekinik kaldigindan kendini gösteremeyebiliyor, ama bir sonraki kusaklarda iki çekinik (resesif) genin bir araya gelmesiyle birlikte baskin hale gelip adeta yikilmadim ayaktayim dercesine hayatiyetlerini çok rahatlikla devam ettirdikleri gözlemlenmistir. Daha dogrusu Mendel kanunlarinin dili bize canli olusumunda nükseden varyasyonlarin DNA’nin kontrolünde ve onun belirledigi sinirlar içerisinde gerçeklestigini göstermektedir. Ama gel gör ki evrimciler kendi sazlarini kendi çalip kendileri oynayacaklar ya, canli olusumlarinda tezahür eden normal degismeleri bile evrimlesme hadisesiymis gibi sunmaktan geri durmayacaklardir. Oysa hiçbir degisim yeni bir tip canli meydana getirememektedir. Kaldi ki olasi türden istisnai degisiklikler o canli türü ile sinirli kalmaktadir. Bu hususta örnek verecek olursak, malumunuz endüstriyel sanayinin gelismesiyle birlikte Ingilterede biber güvesi (Peppered moth) ister istemez siyahlasan canli agaçlarin rengine bürünmesine neden olmustu. Tabii evrimcilik bu ya, evrimciler firsattan istifade hemen kendilerine vazife çikarip tamamen çevre sartlarina bagli olarak gelisen açik renkli güvenin siyahlasmis veya kararmis hale gelme durumunu evrime delil olarak göstermeye yelteneceklerdir. Oysa bu yasanan hadise normal canli türün çevre sartlarindan olumsuz olarak etkilenmesine kalkan olacak türden normal renk degisiminin ta kendisi bir varyasyon hadisesidir. Asla ortada baska bir canli türüne dönüsüm söz konusu olmayip sonuçta güve kendi orijininde yine güve (Biston betularis) olarak popülasyonda konumunu korumustur. Belli ki Yaratici güç böylesi olasi olumsuz durumlara karsi her canli varlik için hem varliklarini korumaya yönelik, hem de çevreyle uyumlu olacak tarzda genetik yapilarina ayarlayici kodlar yüklemistir. Hem kaldi ki dogal seleksiyon eski köye yeni bir adet getirmiyor, sadece uygunsuz olusumlara dur deyip elemeye tabi tutuyor. Dolayisiyla her canlinin genetik kodlarina yerlestirilen dogal seleksiyon iksiri çevre sartlarinin canlinin aleyhine olabilecek durumlarda güçlü olusum vasitasi olarak devreye girmektedir. Ancak bu güçlülük yeni bir canli türü ortaya çikarabilecek anlaminda bir güçlülük olmayacaktir. Hem nasil yaratici bir güç olsun ki, baksaniza canli âlemin tüm üniteleri kendi haline birakilmis degildir, bilakis her canli yaratilis kanunlarina tabii olaraktan çevreye uymanin bir ölçüsü olarak tüm üniteleriyle birlikte hayatiyetlerini devam ettirebilmekteler. Hiç kuskusuz Yüce Allah (c.c) tarafindan çevreye uyma noktasinda uyumlulugun hududu ta yaratilislarindan itibaren belirlenmis ve çizilmis durumdadir. Belli ki yaratilis kanunlarina tabii olaraktan sinirlari çok önceden çizilmis bir alan içerisinde olusan bir takim degisiklikler yeni bir tür meydana getirmeyip, türün kendi içerisinde sinirli kalmaktadir. Mesela genotipi farkli olan fertler ayni ortam sartlarinda yetistirildiginde ister istemez fenotipi de farkli olacaktir. Keza genotipi ayni olan fertler farkli ortam sartlarinda gelistirildiklerinde ise ortam sartlarina bagli olarak bazi farkliliklar kazanabiliyor. Iste bu nedenledir ki kalitsal olmayan (dölden döle geçmeyen) bu tip çesitlenmelere evrimlesme degil, tam aksine modifikasyon denmektedir.

Bilindigi üzere Hollandali Biyoloji bilim adami Hugo de Vries; aksamsefasi bitkisiyle yaptigi çaprazlamalardan elde ettigi varyasyonu tanimlamak için ilk defa mutasyon kavramini dile getirmisligi bir yana nükseden mutasyonlari varyasyonlarin temeli olarak kabül edip kendince mutasyon teorisi ortaya koymus bir isimdir. Ama su bir gerçek; somatik (vücut hücresi) mutasyonlar kalitsal olmadiginda nesilden nesile sürdürülebilir sekilde aktarilamazlar. Ancak üreme hücrelerinde olusabilecek birtakim degisiklikler kalitsal (genotipik) yoldan dölden döle geçip aktarilabilmekte. Bilindigi üzere kusaktan kusaga geçen olusumlarda belli bir noktadan sonra kendi içerisinde sinirli kalip kendi orjinine sadik karakteristik varyasyon olarak karsimiza çikmaktadir. Iste bu nedenledir ki karakteristik özelliklerin geçici olarak degil de, kalici olaraktan dölden döle geçmesi hadisesine ‘Mendelizm’ denmektedir. Tabiî ki bizim bu kavramdan kastimiz, Mendel kanunlarina tabii olarak gerçeklesen döl geçislerinden baskasi degildir. Nitekim Mendel deneyleri çaprazlamalarinda da görüldügü üzere gerek F1 gerekse F2 dölleri arasindaki çaprazlamalardan hangi ogul döller veya hangi birey bilesenleri ortaya çikarsa çiksin sonuçta her tür kendi içerisinde orijinine sadik kalaraktan çesitlenme gösterebiliyor. Yani bu demektir ki, eger çaprazlanan bireyler insansa insan olarak, kediyse kedi olarak neslini devam ettirecektir. Iste tam da bu noktada evrimcilere sormak gerekir: madem çekinik genlerin ayiklanacagini iddia ediyor durumdasiniz, o halde ilk insanin dünyaya gelisinden bugüne mavi gözün ortaya çikma sansi dörtte bir oldugu halde neden bir türlü mavilik geni popülasyondan çekilmis degildir? Hadi mavi göz renginin durumunu sormaktan vazgeçtik diyelim, peki ya gözün açik veya koyu olmasini saglayan genlerin varligina ne diyeceksiniz acaba. Besbelli ki, kendilerine soguk terler döktürecek bu tür sorular karsisinda ya suspus kalacaklardir ya da göz rengi tonunun birçok genin poligenik kalitim maharetiyle renk tonlarinin ayarlandigini sinelerine çekmek zorunda kala kalacaklardir. Her neyse evrimcilere soguk terler döktürecek sorularla daha fazla köseye sikistirmadan onlarin yerine biz cevap verecek olursak; sayet bir birey göz rengi bakimdan homozigot çekinik gene sahipse melanin birikimi olmayacagindan gözler açik veya renkli olacaktir demektir. Yok, eger bir birey basat gen tasirsa (baskin gen) melanin birikimi olacagindan bu kez koyu renkli olacak demektir. Iste her iki durumda da ortaya çikan neticeden de anlasildigi üzere renk tonlarinin bir dizi genler (poligenik) tarafindan kontrol edilip o sekilde dünyada olan biten ne varsa göz penceresinden izlenmis olacaktir. Iste bu noktada gözün gen havuzunda mavi, ela ve siyahin birçok tonlarinin bir arada bulunuyor olmasi son derece gayet tabii bir durum olup nesiller boyu kendi içinde çesitli renk tonlariyla birlikte aydinlik penceresi olmaktalardir. Hazir kontrol genlerinden söz etmisken, su gerçegi de göz ardi etmemek gerekir, bikere degisik karakteristik özelliklere haiz olarak açiga çikan gen frekanslari toplumlara ve irklara göre degisiklikler gösterebiliyor. Örnegin kistik fibröz siyahlar arasinda nadir gözükmesine karsin, orak hücreli anemi beyazlar arasinda nadir bir vaka olarak karsimiza çikmakta. Dolayisiyla bir beyazla bir siyahin birlesmesinden dogacak çocuklarda bu tür hastaliklarin çikmasini imkânsiz kilmaktadir. Çünkü birinin yüksek frekansli zararli geni, digerinin düsük frekansi tarafindan engellenecektir. Böylece söz konusu zararli gen olayi ayni toplum veya ayni irk içerisindeki evlenmeler içinde geçerlilik arz edecektir.

Öyle anlasiliyor ki; bir takim canlilarin olumsuz sartlara ragmen neslini devam ettirebildikleri gibi evrimlesme iddialarinin aksine seleksiyonla yeni bir türe dönüsmemis olmaktalar. Dahasi seçme ve seçilme denen mekanizma her türün kendi tabii sinirlari içerisinde sabit kalacak sekilde seçimini yaparaktan islerlik kazanmakta, asla bir baska canli türüne dönüsecek sekilde bir seçim mekanizmasi olarak islerlik kazanmamaktadir. Sayet seçme gücü heterezigotlar yararina ise heterezigot bireylerin frekansi Hardy-Weinberg kuralinin çok üstünde bir yüksek deger olacaktir. Nitekim bir takim çalismalara dayanarak yapilan hesaplamalar neticesinde heterozigot genler arasinda uyumluluk oldugu belirlenmis olup heterezigot lehine özel bir destekle herhangi bir ayricalikli seçim gözlemlenmemistir. Peki, istisna türden de olsa seçim yok mudur derseniz elbette vardir. Nitekim orak hücreli anemi için heterozigot genlerin lehine seçim oldugu için heterezigot bireylerin sayisi homozigotlara göre daha fazla oldugu belirlenmistir.

Bu arada bütün islah (seçme) çalismalari sonucunda birçok melez türlerin ömür sürelerinin kisa oldugu tespit edilmistir. Ayrica islah edilmis olanlar kökenleri veya kendi disindaki yabani tipleriyle rekabet edemeyecek kadar dayaniksiz olduklari ortaya çikmistir. Dolayisiyla bu tür islaha tabii tutulmus canlilar düsmanlarindan soyutlanmis bir ortamda ancak hayatlarini idame edebilmekteler. Yine de islah çalismalarina ne kadar hiz verilirse verilsin meydana gelen varyasyonlar bir noktadan sonra hep sinirli kalip bir adim öteye geçememektedir. Iste tüm bu gerçeklere ragmen bir takim akli evveller evcil hayvanlara yapilan uygulamalardan hareketle seçme yöntemiyle insanlar arasindan üstün bir irk olusturulabilecegi hayaline kapilabiliyor. Oysa insanlar bir evcil hayvan gibi bir yaratik degil ki kendisinin kobay olarak kullanilmasina izin versin. Belki insanlik kalitsal bozukluklari tasiyan bireylerin üremesinin önüne geçme noktasinda veya zararli genlerin popülâsyondan temizlenmesine yönelik girisimlerine bir süre sessiz kalabilir. Ama insanlarin sessiz kalisi bu tür girisimleri onayliyor anlamina gelmez. Kaldi ki saglikli popülasyon olusturayim derken kusur olusturan genlerin çogu çekinik ve heterezigot olarak tasindigini görmek gerekir. Keza homozigot çekinik bireylerin ortadan kalkmasiyla birlikte popülâsyonda var olan gen frekansini azaltma riski dogurabilecegi gerçegini de görmek gerekir. Bu demek oluyor ki seçme belirli ölçüde kusurlu dogma sansini düsürse bile beraberinde bir takim sancilara kapi aralayabiliyor. Üstelik simdiye kadar yapilan onca islah çalismalarina ragmen bir bakiyorsun heterozigot yoluyla tasinan genlerin ileriki kusak popülâsyonlarina dâhil oldugunda tekrardan zararli gen sayisinda çogalmalar görülebiliyor. Böylece her halükarda kusurlu dogma sansi yine artmis olmakta. Netice itibariyle insanlara evcil hayvanlar muamelesi yapip genleriyle fazla oynanmasini dogru bulmuyoruz. Belli ki tüm mesele zararli türden heterozigot gen tasiyan bireylerdedir. Belki bu tür bireylere çocuk yapmama önerilebilir, ama hepimiz bir sekilde büyük veya küçük ölçekte bazi zararli genleri tasiyabiliyoruz. Anlasilan toptanci yikim anlayisiyla bir ayiklama operasyonuna tevessül edildiginde o zaman da dünyada korkarim ki normal saglikli bir insan bulamayacagiz demektir bu. Tabiatin sansli varyeteyi seçmis oldugu çokça söylenilmesine ragmen aslinda herhangi bir özellige karsi dogal seçme tam takir islememektedir. Mesela seçme orani % 75 veya %90 olabiliyor. Bu demektir ki % 75 elenme, % 25 korunma vardir. Yani hiçbir sekilde elenme ve korunma oranlari mevcut canli türünden bir baska canliya dönüsüm olarak sahne almayacaktir. Böylece kümes hayvani kümes hayvani kalacak, balta ibikli de balta ibik olarak fiziki konumunu koruyacaktir. Her ne kadar kismi seçme olayinda ayiklama süreci yavas yürüyor gibi görünüyorsa da uzun süre etkisini hissettirebiliyor. Dolayisiyla dogal seçmenin zararli özellikleri tam seçme üzerinde gerçeklesmeyip, daha ziyade kismi seçme üzerinde kendini göstermektedir. Yani bir canli için herhangi organik kusur söz konusu olmadigi sürece sadece hayat mücadelesini sekteye ugratacak bir takim dezavantaj nitelikteki özellikler kismi dogal seçmenin etkisi altina girebiliyor. Fakat yine de istisna kabilden birtakim olaylari bir kenara koyarsak, dogal seçme filan birazda isin edebiyati, hakikatte genetik yapi siradan bir tasarim olmayip orijinal bir yapi üzerine kuruludur. Öyle ki genetik yapi bütün canlilarin kalitim özelliklerini kontrol eden mükemmel bir biyolojik nizami ortaya koymaktadir. Bazen biyolojik nizam nesilden nesile aktarilirken orijinal kaynagindan bazi sapmalar görülebiliyor, ama bu tür istisnai sapmalar asla baska bir canli türü dogurmayacaktir. Aslinda Darwin’in tüm gayreti eski formlarla yeni formlar arasinda baglanti köprüsü kurmakti, ama uygulamada görüldü ki familya veya secere yoluyla güvenilir filogenetik yapilar (soy agaci) kurmanin imkânsiz oldugu anlasilmistir. Çünkü cinsler arasinda bir tane olsun geçis formu bulunamamistir. Öyle anlasiliyor ki Yüce Yaratici yarattigi mahlûkatin her bir ailesini farkli özelliklerde yaratarak böyle olmasini murad etmistir. Dolayisiyla her canli tipin genetik yapisi sabit kalip, evrimlesmeyle degisiklige ugramasi söz konusu degildir.

Iste yukarda bahsettigimiz ogul döller arasinda iliskileri belirleyebilmek için bilim adamlarinin bir hayli ter döktükleri anlasilmaktadir. Özellikle bu ugurda küçük bir sinek cinsi Drosophila adli meyve sineginin genetik deneylerde kullanmaya baslanmasi genetik bilim dalinda hizli bir gelismeye yol açmistir. Söyle ki Drosophilanin;

-Hayat devresinin kisaligi hasebiyle yaklasik 20 gün içerisinde genetik sonuçlarin elde edilebiliyor olmasi,

-Kromozom sayisinin azligindan dolayi karakterlerin dölden döle geçmesinin kolaylikla izlenilebilir olmasi,

-Hastalik bulastirmasi riskinin söz konusu olmamasi,

-Beslenme ve bakiminin kolay olmasi,

-Ekonomik olmasi,

-Laboratuvarda oldukça az alan kaplamasi gibi birçok hususlar tercih edilen bir deney hayvani olmasini saglamistir. Fakat artik bilim dünyasinda gelinen nokta itibariyle bakteri ve virüslerle de deney çalismalarina baslanmistir. Bu tür çalismalara start verilmesiyle birlikte önceki metotlarla kiyaslandiginda sonradan anlasildi ki;

-Virüs ve bakteri hayat devrelerinin oldukça daha kisa (yaklasik 1 gün) oldugu,

- Kromozom sayilarinin sayica az olmasi deney çalismalarini gözlenebilir sekilde avantaj teskil ettigini,

- Bazi bakterilerin tek kromozomlu olmasi hasebiyle resesif özelliklerin dölden döle geçis izlenirligini kolaylik sagladigini,

- Beslenmeleri çok daha kolay ve ekonomik oldugu,

- Laboratuvarlarda az yer isgal ettigi anlasilmistir.

Tabii tüm bu yeni uygulamalar kayda deger gelismelerdir. Ancak bu alanla ilgili çalismalarin içerigini anlamak içinde hiç kuskusuz bu alanin kavramlarina asina olmakta gerekir. Dolayisiyla bu alanda kullanilana kavramlari kisaca tanimlamakta elbette ki fayda vardir. Örnek mi? Iste bu kavramlardan bir kismini ele aldigimizda:

- Genotip bakimdan birbirinden farkli iki ferdin eslestirilmesine ‘hibridizasyon’ (melezlesme) diye tanimlanir.

- Hibridizasyon sonucunda elde edilen döle de hibrit (melez) denmektedir.

- Eger bir hibrit döl bir gen çifti bakimdan heterozigot ise monohibrid (Aa), 2 gen çifti bakimdan heterozigot ise dihibrit (AaBb), 3 gen çifti bakimdan heterozigot ise trihibrit (AaBbCc), daha çok gen çifti bakimdan heterozigot ise polihibrit diye adlandirilir.

- n sayida kromozom ihtiva eden her bir esey hücresine haploid denmekte, 2n kromozom ihtiva eden hücrelere ise diploid denir. Dolayisiyla bu durumda zigotun 2n (diploid) sayida kromozoma sahip döllenmis bir hücre oldugu anlasilir.

- Eseysiz sekilde çogalma ile meydana gelen ve genotipi birbirinin ayni olan fertlerin olusturdugu topluluga ‘klon’ denir. Yani genotipi ayni olan fertler genellikle eseysiz üreme ile elde edilip, bu tip üremeye klon denmektedir. Ayrica bu tip fertler bazen eseyli üreme ile elde edilebildiginden, bu tip döllere ari döl denmektedir. Fakat bir adet elde edilen döl ari döl sayilmaz. Ari döl ancak birkaç nesil devam ettirilirse saf döl ortaya çikabilmektedir.

- Yapilan bir takim çaprazlamalar neticesinde ebeveynlerden geçen bir takim kalitim çesitliligine kombinasyon adi verilmektedir. Kombinasyon belli kurallar çerçevesinde cereyan edip Mendel kanunlari olarak anlam kazanir da. Nitekim Gregor Johann Mendel yaptigi çalismalarda hermafrodit bir bezelye türü olan Pisum sativum bitki türünden yararlanmistir. Hermofrodit canlilar kendilesme ile çogalip, meydana gelen fertler saf irk olusturmaktadir. Ayrica Mendel bezelyeler üzerindeki (burusuk, sari, yesil uzun, kisa vs.) özelliklerin ogul döllere geçisini incelemek için öncelikle bitkilerdeki kendilesmeyi engelleyip, sonra o sekilde çalismalarina devam etmistir. O halde bu bilgilere dayanarak Mendel kanunlarina kisaca bir göz atabiliriz:

BIRINCI KANUN

Homozigot saf irklarin (homozigot) çaprazlandirilmasinda (eslestirilmesinde) birbirinden farkli bile olsalar birinci ogul dölün bütün fertleri (F1 dölü) birbirinin ayni özellige sahiptir. Böylece birer karakteri farkli iki saf irkin birinci ogul dölleri ayni gen tipine sahip olacagindan sonuçta ayni genotip ve fenotip ortaya (AA, aa = Aa) çikacaktir. Iste bu yüzden bu tip fertlere izotip fertler denmektedir.

Örnek 1:

Sari ve yesil tohumlu bitkilerin çaprazlandirilmasinda F1’de yalniz sari renkli tohumlar meydana gelir. Yani her iki tohum tozlastirildiginda F1’de bir çesit gamet tesekkül eder.

 

?SS x ss ?

 

F1: Ss (genotip) -Sari (fenotip)

 

Örnek 2:

 

? UU x uu?

F1: Uu (uzun gövdeli)

IKINCI KANUN

F1 melezlerinin birbirleriyle çaprazlandirilmasiyla bir çift faktörlerden her biri farkli gametlere geçer ki, bu durum F2’de homojen (izotip) olmayan fertlerin meydana gelmesini beraberinde getirir. Yani buna göre F1’de gün yüzüne ortaya çikan ve çikmayan karakterleri tasiyan fertlerin sayilari arasindaki oranti herzaman sabit kalip, F2’de karsimiza 3:1 orantisi çikacaktir. Iste bu yüzden bu olay ayrilma kanunu olarak tanimlanir.

Örnek:

F1’ dölünün kendilestirilmesiyle, yani (F1 x F1) çaprazlamasiyla olusan F2 dölünün; iste bu noktada Ss x Ss gametleri punnett karesinde yerin koyup çaprazladigimizda F1’deki genotipik açilim 1SS, 2Ss, 1 ss seklinde dagilim gösterdiginden söz konusu bu açilim fenotipik olarak 3 sari ve 1 yesil seklinde tezahür edecektir.

ÜÇÜNCÜ KANUN

Çaprazlandirilan heterozigot fertler birden fazla karakter bakimdan birbirlerinden farkli olmalari hasebiyle allel genler birbirinden bagimsiz gametlere ayrisacaklardir. Iste bu ayrisan bagimsiz gametlerin bir araya getirildiginde ister istemez yeni kombinasyonlar esliginde degisik karakterler ortaya çikarir ki; bu durum bagimsiz ayrisim kanunu olarak adlandirilmistir. Yani bu kanun karakterleri tasiyan özelliklerin bagimsiz tasiyicilarla (kromozomlarla) tasinacagini öngörmektedir.

Özellikle Mendel yaptigi denemelerin birinde sari ve düzgün tohumlu bir bezelye ile yesil ve burusuk tohumlu bir bezelyeyi çaprazlandirip F1’deki fertlerin hepsinin sari ve düzgün oldugunu gözlemlemistir. Hatta F1’leri de kendi aralarinda çaprazlandirinca F2’deki tohumlarin sekil ve renklerine göre 4 ayri kategorik karakter meydana geldigini tespit etmistir. Sonuçta F2’deki genotipik açilim orantisi 9:3:3:seklinde ve her zaman sabit degerler oldugunu ispatlamistir.

Bu arada sunu belirtmekte fayda var; F1’lerin kendi aralarinda çaprazlandirilmak istenirse su yol takip edilir. Söyle ki; önce “n=her bir genotipin heterozigot sayisi, 2=heterozigot gen çifti olup, buradaki n= 2” seklinde veriler olarak tanimlariz. Sonra bu fertlerin kaç çesit gamet olusturacagini 2n (iki üzeri n) bagintisindan yararlanarak verilenleri formülde yerine koyariz. Daha sonrasinda formülün uygulanmasiyla birlikte 22=4 ( iki üzeri iki esittir dört) çesit gamet olusturacagini hesap etmis oluruz.

Asagida görüldügü üzere genotipini olusturan gen çiftleri homozigot oldugunda bir kez yazilir. Heterozigot ise ya iki kez yazilir, ya da dallandirilir. Dolayisiyla SsDd genotipine sahip bir ferdin meydana getirecegi gametler dallandirma yöntemi ile söyle bulunur:

SsDd

D=SD

S/

\ d=Sd

 

D=sD

s/

\ d=sd

Iste bu sekilde dagilimlarini buldugumuz bu söz konusu gametleri de punnet karesinde yerine koydugumuzda F1’deki genotipik açilim fenotipik olarak;

S-D- 9 sari düzgün,

S-dd–3 sari burusuk,

ssD–3 yesil düzgün,

ssdd- 1 yesil burusuk seklinde siralanacaktir.

Her ferdin ortam sartlarina ne sekilde ne ölçüde reaksiyon gösterecegi o ferdin genotipi tarafindan belirlenip düzenlenir. Iste bu düzenleyici faktöre ‘reaksiyon normu’ denmektedir. Anlasilan hiçbir sey basibos cereyan etmemekte, bilakis her sey yaratilis kodlarinda belirlenmis bir nizama göre yürümektedir. Hatta her yaratilan olguya ölçü bile tayin edilmistir. Zira bu gerçeklerden hareketle herhangi bir bitki türünün olgu reaksiyon normuna bagli olarak bir özelligin modifikasyonu maksimum ve minimum iki üç deger arasindaki kalan genislige ‘varyasyon genisligi’ adi verilmistir. Yani ortada ölçü birimi olmasaydi genislikten söz edemeyecektik. Keza bir fasulye bitkisinden elde edilen tohumlarin boylari 8–18 mm arasinda degistigi görülmüstür. Dolayisiyla 8–18 mm arasindaki genislik varyasyon genisligi olarak belirlenir. Bir baska ifadeyle 8 ila 18 mm arasinda olmayi saglayan genotipik özellikler bir reaksiyon normdur. Hatta bu fasulyeler boy sirasina göre dizildiginde 11 çesit boy elde edilecektir. Bu yüzden bunlar boy sinifi diye tanimlanir. Boy dizisinin orta degeri ise M=?fx/n formülünde yerini bulacaktir. Netice itibariyle bu sayi minimum ve maksimum degerlere dogru azalmakta ve uç noktalarda daha da en aza indirgenmektedir.

Böylece M=?fx/n formülünden hareketle;

Ortalama deger=2259/175=12,9 olarak bulunur.

Bilindigi üzere varyasyon genisligi ve orta deger her irk için sabittir. Modifikasyon niteligindeki özellikler bakimdan bir irk içerisinde seleksiyon yapmak mümkün degildir. Çünkü bir soyun bütün fertlerinin varyasyon genisligi ayni genotip tarafindan tayin edilmis olup birbirine esit sekilde tezahür edecektir.

Varsayalim ki a bir olayin meydana gelmesinde elverisli durumlarin sayisini, n ise ayni olayin meydana gelmesindeki tüm durumlarin sayisini göstersin, bu durumda a’nin meydana gelme ihtimali P=a/n formülüyle elde edilip, buna mutlak ihtimal denmektedir. O halde Mutlak ihtimal (P) = bir olayin meydana gelmesine elverislerin durum sayisinin bu olayin meydana gelme ve gelmemesine ait tüm durumlarin toplami (n) oranina göre tespit edilmektedir. Böylece bu oran (25+75) seklinde tezahür edecektir. Buna göre bir çekiliste siyah bilye çekme ihtimali;

P=25/100=0,25 olacaktir.

Ihtimal hesaplanmasinda bazi kurallar:

Birbirine bagli olmayan bir takim olaylarin ayni anda meydana gelme ihtimali bunlarin ayri ayri meydana gelme ihtimallerin çarpimina esit olup, bu kurala birlesik ihtimaller prensibi denmektedir.

Örnegin havaya atilan parada:

Birinci parada yazi gelme ihtimali = 1/2

Ikinci parada tura gelme ihtimali = 1/2 ise 1/2.1/2=1/4 olacaktir.

Buna karsilik iki parayi havaya attigimizda bir yazi bir tura gelme ihtimali ise: 1/4+1/4=1/2 olmaktadir.

O halde bu durumda ihtimal hesabi degisik zamanlarda meydana gelen olaylarin toplamina esit olacagindan bu kural da toplam ihtimaller kurali diye bilinecektir.

Velhasil-i kelam; yaratilis matematik program üzerine kuruludur. Mendel kanunlari da yaratilis programin bir degisik örnegidir.

Vesselam.