Mehmet Çavul


Kutsal Mâbedimiz; Mahallemiz!


Uluslasamayan/modernlesemeyen toplumlarin kaderidir mahalleli olmak, bir mahalleye mecbur birakilmak.
Insana, hayata ve evrene sadece mahallenin penceresinden bakmak.
Ortak degerleri sadece mahallesinde aramak.
Ortak acilari sadece mahallesinde yasamak, ortak sevinçleri de.
Mahallesinde gülmek ve mahallesinde aglamak. Ennihaye mahallesinde ölmek, bir siginmaci gibi.
Mahalle kavgasi verirken “sehit” oldugunu sanmak, Bedir’e özenmek!
Bir çürük iplige hayaller dizmek!

Nereden çikti bu mahalleler?
Ikametimizi ve hatta hüviyetimizi bu mahallelere kaydeden kim?
Bati toplumlari uluslasmayi da asip uluslararasi birliktelikler kurabilirken bizi küçük gettolarimiza hapseden güç kim, ve bizden ne istiyor?
Ya da biz nerede hata yapiyoruz?

Nereden çikti bu mahalleler, demistim ya! Oradan baslayalim.
Malum, Osmanli 16. yüzyilin sonlarindan itibaren duraklama ve sonra da gerilemeye basladi. 
Gerileme bir yikima dogru giderken sultanlar, pasalar ve aydinlar çözüm yolu arayisina girdi.
1631’de 4.Murat’a sunulan Koçi Bey Risalesi ilk çözüm arayisi girisimidir. 
Sonra süreç, Lale Devri, matbaa, ilk modern mektep olan Mühendishane-i Bahr-i Hümayun, Nizami Cedid, Tercüme Odasi, Vakayi Hayriye, Tibbiye… ve Tanzimat Fermani ile devam etti.
Kiyafet degisiklikleri, gazete basimi, posta teskilatinin kurulmasi, kagit para basimi, batili tarzda kurulan okullar ve bu yönde teskilatlanan egitim sistemi, Fransa’dan tercüme edilen ticaret, ceza ve madencilik kanunlari, Islahat Fermani, Mesrutiyet ve nihayet Cumhuriyet.

Yüz yil da öyle geçti. Etti dört yüz yil.

Simdi neresindeyiz modernlesmenin derseniz, dibacesindeyiz diyebilirim.
Çünkü hala yikilasi mahallelerimizi kutsamaktan vazgeçmis degiliz.
Mabetlerimiz oldu mahallelerimiz. 
Çikamadik bir türlü oralardan.
Öteki mahalle dedigimiz yerde de “insan”larin yasadigini düsünmedik, düsünmek istemedik.
Onlarin acisi bizim sevincimiz; bizim hüznümüz onlarin mutlulugu oldu.
Daha kötüsü son yillarda mahalleler arasina ses geçirmez duvarlar örme gayretinde olan siyasi bir iklim olusturuldu bu ülkede. 
Kutuplastirarak taraftarini konsolide etmeyi aliskanlik haline getirmis kasaba politikacilarinin popülist tutumu siyaseti rehin aldi.
Mahallelerden savas tamtamlarinin ayin sesleri hiç eksilmedi.
Her seçim arefesinde kahrolasi çigirtkanlar milletin aklini yedi, kanina girdi.

Mahalleler Anadolu köyündeki gibi sicacik, samimi ve masum degildi.
Islamci, Laikçi, Muhafazakar, Kemalist, Kürt, Türk, Alevi, Sagci, Solcu gibi isimleri vardi.
Böyle mahalle adi mi olurdu!

Islamcilar, tüm dertlerin devasi olarak Kur’an ve Sünnet merkezli bir çözüm öneriyordu.
Islamci mahallenin muhtar ve ihtiyar heyeti hala Said Halim Pasa’dan duydugu “Buhranlar”i terennüm ediyor ve ettiriyordu; üç ögün, bes vakit.
“Tebâ”nin, Hz Ali ile Hz Aise’yi (ki birisi Peygamber’in damadi digeri de esi olur), Hz Ömer ile Hz Osman’i bile kardes yapamamis bir dinin 1.5 milyar insani nasil kardes yapip “ümmet” kilacagini düsünmemesi için tüm cambazliklarini sergilemekten geri durmuyorlardi. Üstelik bunu “cihat” askiyla yaparlardi. 
Bu arada Islam’a en büyük zarari bu Islamci/ muhafazakar iktidarlar veriyordu. Ve Fakat yandaslar sürekli “kazanim”lardan bahsediyor, bunlardan nemalaniyordu.

Muhafazakarlar Islam’i istismar ederken Kemalist- laikçi mahalle de Atatürk ve laikligi istismar etmez miydi! Ne hazindir ki Bati’da yerlesmis çagdas degerler, bu kesimin kati, asagilayici, çokbilmis ve dislayici tavirlari yüzünden toplum tarafindan hep süpheyle karsilanmisti. Mesela laiklik hep süphe uyandirmisti mütedeyyin insanlarda.

Tarihin garip tecellisi sudur ki, Islamcilarin uzun iktidari mütedeyyin toplum kesimlerinde Atatürk ve laiklik ilgisini canlandirmistir. Buna karsin kati laik iktidarlar döneminde de dini degerler toplum tarafindan savunulmustur. Yine dini degerler en yogun biçimde Cumhuriyet döneminin en Islamci iktidari zamaninda toplum tarafindan ciddi elestiri konusu haline getirilmistir.

Türkçü ve Kürtçü mahalle cazgirlarinin bir birini besleyen tavirlari ise daha trajik neticeler dogurdu bu topraklarda. “Çözüm Süreci” gibi bir firsati degerlendiremedi bu ülke bahse konu cazgirlar yüzünden. 

Alevi- Sünni mahallelerinin biçkin delikanlilari geri durur muydu üsttekilerden! Onlar da pek çok aciya çanak tuttu. Pek çok cana tabut yapti, tabutlarina da çivi çakti. 

Peki, Levent Gültekin’in “kimlikler, inançlar, mezhepler ve ideolojiler ekseninde olusturuldugunu söyledigi ve Islamci-Kemalist, Laikçi-Muhafazakar, Milliyetçi-Ümmetçi, Alevi-Sünni… seklinde siraladigi; Idris Küçükömer’in ise daha 1969’larda, Düzenin Yabancilasmasi’nda, Dogucu Islami Akim ve Batici Laik akim olmak üzere iki büyük kampin olustugunu söyledigi mahallelerden bu toplumun çikma sansi yok mu?

“Cografya kaderdir” demislerdi.
Peki, bu yikilasi mahalleler de kader olarak kalmaya devam edecek mi?

Cehenneme çevirdigimiz ülkemizi, mahallelerimizden disari çikabildigimiz gün cennete çevirmeye baslayacagiz. Ama bu çikisi bize saglayacak olan, mahallelere konuslanmis, oralara sirtini dayamis siyaset kurumu degildir. 
Bu çikisin adresi, toplumun degerlerini göz ardi etmeyen, demokratligi insanlara tasima gayreti içinde olan, baskasinin hakkina, özgürlügüne, inancina, etnik kimligine, mezhebine saygili olan, bunlarin korunmasi ve yerlesmesi için çaba gösteren aydinlardir.

‘Mahalle aydinlari’ndan uzak durarak ise baslayabiliriz.