Erdal Çil


MUGLA’DA BIR HANIMEFENDI


Hanimligin da, efendiligin de teveccüh görmedigi zamanlarda hanimefendilerle karsilasma ihtimaliniz de neredeyse yok gibi ve sayilari gittikçe azaliyor.
Sokakta, is hayatinda, hayatin her kösesinde sesleri çokça çikan hemcinslerinin ufkumuzu kapladiklari bir ortamda, gözlerimizin çirkinliklere mahkûm oldugu, kulaklarimizin çirkin seslerin istilasinda oldugu su günlerde onlari fark etmek, onlara ulasmak ne kadar zorsa onlarin da nesvünema bulmalari da bir o kadar güç.
Sansli gününüzdeyseniz, yine de bir sekilde bir yerlerde Allah’in bir lütfu olarak karsilasmissaniz da nasipli sayilirsiniz.
Yeter ki isteyin!
Bulunca da sarilip, hasretle; hatta olmadi bir de bizim için söyle uzun uzun öpün ellerinden. 
Kendimce biriktirdigim mütevazi sayilabilecek oranda böyle eller öpüyorum.  
Söz; ben de ilk seferde yazilarimi dört gözle bekleyip, bir solukta okuyuveren, üstüne telefonlariyla mesajlar atarak veya yorumlar yazarak begendiklerini ifade eden okurlarim için o elleri bir defa da fazladan, sizin için öpecegim.
O ellerden birinin sahibi Celile Teyze’m.
Kocaman bir ailenin, kocaman bir geçmisin, bir o kadar kocaman izlerinin kocaman gönüllü insani.
Gözlerini yakaladigimda benim göremedigim geçmisteki o izlerden biraz olsun kirintilar aradigim ve buldugumda da ikram etmede hiç de hasis davranmayan Celile Teyze’m.
Laf açildiginda hayatin her ani, her dönemi ayri güzeldir deriz demesine de gençligini özlemeyenimiz var mi içimizde?
Güzel olan özleniyor elbet. 
Otuzunda da yaslaniyor insan sekseninde de.
Otuzunda da baslarsin iç geçirmeye ve senin bu kadar genç oldugunu fark edip de soran bile olmaz ne yazik.
Ondan sonra da hep eskiye, hep maziye dalar gidersin.
Muhabbetten uzak kalinca ölmek sadece muhabbet kuslarina has degil. Otuzunda insan da ölür muhabbetsiz kalinca.
 
Bir de yasi senden fazla ama ruhu hep genç kalanlari görürsün. 
Sürekli bedenleriyle didisen, ona yasliligi yakistirmayan ruh sahibi insanlari.
Kisa gibi görünse de biraz yas aldigimizda daha net görüyoruz ki aslinda hiç de kisa degilmis gençlik yillari. Sadece biz biraz müsriflik yapmis, kiymetini bilmemis ve tadi damagimizda kalan her güzellik gibi simdilerde baktigimizda iç geçirdigimiz ne uzun yillarmis meger gençlik yillari.
Ani yasamak deriz, yasayamayiz ve hep gidenin ardindan aglamak, üzülmekle geçer ömrümüz. 
Içinde bulundugumuz vaktin efendisi olabilmis kaç kisi taniyoruz etrafimizda?
Bize özel tahsis edilmis vaktimizi kimseye ipoteklemeden, vesayete birakmadan, keyfini çikara çikara kullanmak sahi o kadar da zor mu dersiniz?   
Vaktini yönetemeyenler, vaktine söz geçiremeyenlerin sözlerini de kendilerine birakarak vaktinin efendisi olanlara yönelelim.
Bir hanimefendinin yasi hiçbir zaman sorulmaz! 
O yüzden siz de sakin sormayin Celile Hanim Teyzemin yasini. 
Dedim ya: o zaten hasisligi hiç sevmez ve deyiverir zaten bütün diyecegini de asil olan sizin onu gördügünüzde hissettikleriniz.
Kiminiz yetmis der, kiminiz az konusunca doksana yakin diye tahmin eder. Sonra o zaten sizi kendi yasindan çok uzaklara bir güzel götürür de bir an nerede oldugunuzu bile unutur, pesi sira kanatlanir gidersiniz.
Celile Teyzenin evi; Mugla’ya eski ve yeni ayrimini yaptiran, sehrin meydanindan Aydin istikametine dogru, güneyinden kuzeye dogru uzanan Abdi Ipekçi caddesi üzerinde. Caddenin dogu tarafi Asar ve Kizildag yamaçlarina bakarken, batisi yükselen yeni binalariyla ovaya dogru bakmaktadir.  Böyle bir binanin ön tarafindaki daireleri cadde ve eski Mugla manzarali olurken arka taraftaki daireler de dogal olarak yeni Mugla’ya bakmaktadir. 
Celile Teyze sanki yasam biçimini daire tercihine de yansitarak, “dün dünde kaldi, yeni seyler söylemek lazim” misali yönünü yeni Mugla’ya çevirmis, eskiye takilip kalmayi, hele bütün gün seyredip vakit geçirmeyi kabul etmemis gibidir. 
Günümüzde evin sultani; dört duvari salina salina gezdikçe bile hane yapan, her bir kösesine eli degdikçe yuvasini bereketlendiren kadin artik kurum kapilarinda. Is hayatinin tam ortasinda salina salina gezmese de kapi kapi gezerek is kovalamakta, ya da diploma üstüne diploma alip kariyer planlari yapmakta.
Evlerin sekli, muhiti, büyüklügü falan degisebilirdi. Hatta evler sokagi olmayan semtlere de tasinabilir, ayni binaya üst üste, yan yana siralanabilirdi de ama kadin bir evin olmazsa olmaziydi. Kadinin konumu degisince dogal olarak evlerin konumu da degisiyordu.
Kadin okudukça, dünyayi tanidikça, gördükçe kendini de kesfediyor, üstüne koyuyor, gelistiriyordu. Dogal olarak bu gelisimden en çok nasiplenen de evi oluyordu. Kimi eskileri atarak ve kapitalizmin ilahi emrine uyarak degisiyor, kimi de onlarla konusarak, anlasarak degisiyordu.
Öyle ya degisimden herkes gibi canin yongasi dedigimiz esyalar da paylarina düseni almis, süreç onlari da kapsamisti. 
Yeni nesilleri pahali olmalarina karsin onlar gibi uzun ömürlü olmuyordu. Bir de o dönemlerin insanlari kiymet bilen insanlardi ve kolay atamamislardi hayatlarindan onlari ama simdi tabii ki ne o eski insanlar vardi ne de kendileri artik bu çagin beklentilerini karsilayacak düzeydeydiler. 
Her durumu firsata çeviren tüketim endüstrisi onlarin bu hallerinden de yararlanmis, antikacilik dedigimiz bir sektör gelistirivermisti. Bir dönemlerin can yoldaslari simdi antika dükkânlarinda sanki toplama kamplarinda veya esir pazarlarinda oldugu gibi üstelik hak ettikleri degerin çok çok üstünde fiyatlarla müsteri beklemekteydiler. 
Hâlbuki onlar çok çok pahali evlerin öyle yanina yaklasilmaz derecede pahali olan süslerinden olmamislardi. Bilakis can yoldaslariydilar sahiplerinin.  Degerlerini bizzat bulunduklari mekânin bir parçasi olmalarindan ve o evin bizatihi sakinlerinin kendilerine biçtikleri degerden, kendilerine yükledikleri anlamdan almislardi. 
Neticede kullanilmak üzere yapilmis esyalardi. Ölümsüz olmadiklari gibi gün gelip eskiyeceklerini ve gün gelip tarihin tozlu sayfalarinda olmasa bile çöplüklerin içinde yerlerini alacaklarini biliyorlardi.    
Yeni nesillerini gören zamane gözleri onlari da görebilmeli, kiyas edilemeseler bile zamani daha iyi anlamalarina bir parça olsun katki saglamaliydilar. 
Simdi binlerce radyo kanalina ulasabilen yeni nesil teknolojiler var ama siz söyle yarim asir evvelinin evinde, ev arkadaslarina konuldugu yerden hafif afili bakan bir radyoya hiç kulak verdiniz mi?
Ulastigi birkaç istasyonun birinden zorla getirdigi sesleri, evden disari adimini bile atmayan ev arkadaslariyla paylasirken ki mutlulugunu görmek için ille de o radyoyu diger ev arkadaslariyla birlikte yerli yerine, daha dogrusu hak etigi yerine koymaniz gerekecektir.  
Modanin hüküm sürdügü, teknolojinin aksamdan sabaha, çarsidan eve kadar mesafede bas döndürücü hizla degistigi günümüzde dinginligin huzura dönüstügü ve her gittigimde iliklerime dek o huzuru soludugum bir mekândir Celile Teyzenin evi. 
Evin bütünü ev sahibinin ritmine ayak uydurmustur. Esyalar rastgele serpistirilmemistir ve birbirlerini kiskandiklarina dair de en ufak bir emare yoktur. Sadece biraz daha öncelikle fark edilmeyi bekleyen güzeller gibi siralanmislardir yerlerinde. 
Azamet ve ihtisam devirleriyle ikbal hafizada kalmis gibi görünseler de ufak adimlari, tek bir esyasindan bile esirgemedigi ilgisiyle sürekli onlari diri tutmaya çalisan vakanüvüs gibi ayaktadir Celile Teyze. 
Elleri, gözleri, akli, gönlüne kulak verir de evin diger sessiz sakinleri geri mi durur bu davetten sanirsiniz.
Hiç birini ihmal etmez, hiç birini unutmaz. Unutsa uzun uzun özür diler, diz çöker karsisinda da yine de özrünün kabul edildiginden süphe duyar.
Öyle ya; narinler çabuk kirilir kirilmasina da toparlamasi kolay olmaz. 
Bu yüzden hayat narinlere acimasizdir.
Coskun sularin yaz baslarindaki halini bilir misiniz?
Hani suyun da derenin de o en olgun hali.
Ne kis ve bahardaki gibi azgin, ne de yaz sonu ve güzdeki gibi issiz.
Iste hep o yazin basinda kendini konumlandirmistir Celile Teyze.
Ne geride biraktigi kisin gürüldeyen sesine ne de gelecek olan yazin kurakligina üzülür.
Mevsimdir iste; gelir ve geçer.
Ibnü’l vakt zaten bu degil miydi?
Baskalarinin boyunduruguna girmeden evvela kendi vaktine söz geçiren, geçmis ve gelecek kaygilarindan azade sadece vaktin kiymetine odaklanan kisi.
Celile Teyze her mevsimin içinde kendini ve yoldaslarini, birlikte yasadiklari evdeki sessiz arkadaslarini, esyalarini, çiçeklerini bir an olsun ihmal etmeden yasar.
Muhabbetin, sadece insanin insanla konusmasi sanirsaniz yanilirsiniz. O zaman siz o eve gitmeseniz de olur. 
Böyle görmüs, böyle ögrenmisti Celile Teyze. 
Simdi Allah’in ona verdigi firsati da iyi degerlendirerek kâseden sizan billur damlalari gibi disina tasiyor, paylasiyordu bütün tecrübelerini. Üstelik yazarak veya konusarak da degil, uygulamali göstererek, pratige dökülmüs halde bunu yapiyordu. 
Ah! 
O Hanimefendiler, Beyefendiler!
Hangi vakitler yasadiniz, nerelerde durup nerelerde oyalandiniz?
Erken dogmussunuz belli, ya da biz geç kalmisiz her zaman oldugu gibi.
Vakitlerinizin birbirinin tipatip ayni olmadigi gibi zemin ve duruma göre keyfince degisen araliklarla aheste aheste geçtigini söyleseniz de inanin biz sizin o dinginliginizi ariyoruz beyhude çabalarla.
Zamane yeni birçok söz ögrendi belki sizin hiç duymadiginiz ama ben halen sizin o kelimeyle insan arasindaki söz menzilindeyim.
Sahi duyuyor musunuz beni?
----------------------------------------------
Güzel zamanlar olmayacak hiç.
Olmadi da!
Zamani güzellestiren; o güzel sesler, güzel eller, güzel islerin zamana vuran akisleriydi.
Güzel bir ses, güzel bir dokunus, güzel bir çaba bu kadar uzak olmasalar gerek.
Ve o kadar uzak degil Celile Teyze.
Bir güzellige bakar sadece.
Dilimizle, elimizle, isimizle, o da olmadi yönümüzle.
Bir an kesilse bütün sesler, vakit ögle vakti ve Mugla’nin gölgede kirk dereceyi bulan sicaklarinin vaktiyse o an, salonun kösesindeki radyonun o hiç eskimeyen sesine kulak verme vaktidir.  
“Sarkilar seni söyler, 
Dillerde name adin” 
 
Erdal ÇIL
cerdal48@gmail.com