Bağımsızlık!
Gençlik yıllarımızın belki de kulağımıza en hoş gelen kelimesiydi.
Karşıt görüşlerde olduğumuz kesimler de dâhil hepimizin dilindeydi bağımsızlık.
Ülkülerimiz, hülyalarımız, düşlerimiz hep bağımsızlık üzerineydi.
Bağımsızlığımız olmadan yaşamamızın, nefes almamızın, kimliğimizin bile anlamı olmadığını düşünür, dört elle sarılır, en önemli değerimiz olarak kabullenirdik bağımsızlığımızı.
Hatta yaşamaları için ilaçlara, birilerinin yardımlarına muhtaç olanlara bakarak üzülür ve neler yapabiliriz-i konuşur, tartışırdık aramızda.
Kaç yıl geçti bunların üstünden, ne oldu bize ki bu denli bağımlı olup çıktık.
Alkoldü, sigaraydı, kumardı, uyuşturucuydu derken bunlar yetmezmiş gibi bir de teknoloji ve ekran bağımlılığı illetiyle karşı karşıyayız.
Hiç şakası yok hepimiz; okuyanımız cahilimiz, yaşlımız gencimiz, kadınımız erkeğimiz hepimiz basbayağı bağımlıyız da görmezden geliyor, umursamıyor, dillendiremiyoruz.
Bakmıyor, görmüyor, yemiyor, içmiyor, düşünmüyor hatta yaşamıyoruz bile.
Bunları yapmadan yaşamak denir mi sadece nefes almaya?
İşimiz gereği mesaimizi ekran başında geçirmenin bağımlılıkla bir ilgisi yok ancak yine de bu tür ekran başında çalışmak zorunda olanlarımız dâhil hepimiz hayatımızın büyük bölümünü mavi ışığa, ekrana, teknolojiye bakarak geçiriyoruz.
Yaşı cumhuriyetimizden de büyük ve bağımlılıkla mücadele konusunda dünyada adından epey söz ettiren asırlık çınarımız Yeşilay’ın sayfasında teknoloji bağımlılığı: “Teknoloji ve internetin bilinçli olmayan, kontrolsüz bir şekilde kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan davranışsal bağımlılıklar, oyun oynama bozukluğu, kumar oynama bozukluğu, sosyal medyanın ve akıllı telefonun aşırı kullanımı gibi bağımlılık yapıcı alt davranışlarla kendini gösteren bağımlılık türü” olarak tanımlanmış durumda.
Şurası bir gerçek ki, internet veya teknoloji bağımlılık yapmıyor, insanlar bağımlı oluyorlar. Çünkü bağımlı olmanın öle basit tek bir nedeni yok, oldukça karmaşık bir kavram. Mesela bir ailede bağımlılık varsa o ailedeki bir kişinin, genetik geçişten dolayı bağımlı olma riski çok yüksek.
Fizyolojik açıdan bir kişide depresyon, sosyal fobi ya da başka psikopatolojiler varsa bu kişide internet bağımlısı olma riski de maalesef çok yüksek oluyor. Olaya psikolojik faktör açısından baktığımızda, kişilik özellikleri bakımından içe kapanık, kendini ifade edemeyen, dürtüsel özellikler göstermesi de internet bağımlısı olma riskini yükseltmekte.
Sosyal açıdan ise anne babadan bağımlılık modellemesi almış bireylerin ve sosyal anlamda kendini ifade edemeyen, sosyal çevresiyle ilişki kuramayan, arkadaş çevresi bağımlı olan insanların da bağımlı olma riskleri ne yazık ki çok fazla.
Bağımlı olmayı önlemenin belki de tek yolu insanca yaşamaktan geçiyor.
‘Nasıl mı’ dediğinizi duyar gibi oluyorum ve hemen örneklemeye geçiyorum.
‘Ağaç yaş iken eğilir’ diye kadim kültürümüzde pek güzel bir söz var. Çocuklarımızla haklarını vererek ilgilenecek, onlarla kaliteli geçirmemiz gereken zamanlarımızdan asla ödün vermeyecek, tabiri caizse onları hayat yolculuklarının henüz başında anasız babasız bırakmayacağız.
Günümüz şartları maalesef ki anne babanın kendi zamanlarını dahi kalitesiz geçirmelerine uygun halde ama bunların arkasına sığınmamalıyız. Velev ki kendimizi bu kalitesizlik girdabından kurtaramıyorsak bile en azından ailelerimizi, çocuklarımızı bu girdaba çekmeme adına mücadele etmeliyiz.
Sosyal hayatta daha duyarlı bireyler olmalı, çevremizle, işyerimizle daha insancıl, daha sağlıklı ilişkiler için adım atabilmeliyiz. Çağımızın en büyük kusurlarından biri iletişimsizlik. Kendimizi bile görüp anlamaktan çoğu kez uzak kaldığımız bir ortamda tabii ki çevremize dikkatli bakmamız pek mümkün görünmüyor. Böyle olunca da kimlerle bir arada olduğumuzu, kimlerle yol yürüdüğümüzü falan pek umursamıyor, bundan dolayı da çoğu kez fazlasıyla hayal kırıklıkları ve zaman kayıpları yaşıyoruz. Unutmayalım ki insanın ilacı, yine insandadır. Yanımızdakinin derdini görüp dertlenmek kadar başka bir insani davranışımız olabilir mi? Bağımlılığın bir nedeni de krizle baş edememektir. Sizin belki de çok önemsiz gördüğünüz bir dokunuşunuzun, birazcık ilgi ve dikkatinizin karşıda neleri önleyebilecek güçte olduğunu inanın siz de çok kolay göremeyebilirsiniz ama şuraya bir not düşelim ki lütfen, bunu esirgemeyin çevrenizden.
Bağımlı insan kolay yönetilir. Bağımlı kitleler çok kolay maniple edilir, kolay tahrik edilir. Düşünmeyen, sorgulamayan, bilgi üretmeyen bağımlı yapılmış kitlelerin sadece sürüleri, çobanları, öfkeleri ve yaşanmamış yılları olur. Bağımlı insan bağlandığına dahi sevgi duymaz ancak vakit öldürür.
Emperyalizm bu topraklarda bu oyunu bundan bir asır önce yine denemişti. Topla, tüfekle bağımlı yapamadığı insanımızı alkol, uyuşturucu madde gibi bağımlılık yapan çeşitli maddeleri yurdumuza sokarak yapmaya çalışmıştı. İşte asırlık çınarımız Yeşilay’ımız o tarihlerde, hem İstanbul hem de Ankara’da olan hükümetlerimizin izin ve gayretleriyle kurulmuş, bağımlılıkla olan mücadelemize öncülük ederek, insanımızdaki bağımsızlık ateşinin söndürülmesine müsaade etmemişti.
Bu vesileyle, bu güzide kurumumuzun kuruluşunda çok büyük emekleri olan başta Ordinaryüs Prof. Dr. Mazhar Osman, yine Ordinaryüs Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay ve ebediyete irtihal etmiş olan bütün arkadaşlarını rahmet ve şükranla anıyorum.
Bugün de tıpkı 22 Haziran 1919 tarihli Amasya Genelgesi’nde yazdığı gibi milletimizin bağımsızlığını yine milletimizin azim ve kararlılığının kurtaracağına ilişkin inancımız tamdır. Şartlarımız inanın o günlerdeki kadar zor ve çetin değil. Üstelik muhtaç olduğumuz kudretin nerede olduğunu da iyi biliyoruz.
Erdal ÇİL