MİT Başkanı İbrahim Kalın siyasî ve bürokratik kişiliğinin ötesinde çok yönlü bir akademisyendir. Müzikten Felsefeye, Tarihten Sosyolojiye pek çok ilim dalıyla ilgilenmiş ve bu alanlarda derinlikli çalışmalara imza atmıştır. İstanbul Üniversitesi’nde Tarih okumuş, Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi’nde yüksek lisansını yapmış ve George Washington Üniversitesi’nde de doktora eğitimini tamamlamıştır. Molla Sadra gibi orijinal bir âlimin varlık tasavvuru ve bilgi felsefesini doktora çalışması olarak hazırlayan İbrahim Kalın İslam ve Batı, İslam Aydınlanma ve Gelecek, Akıl ve Erdem gibi kitaplar yayınlamıştır. Ama onun bizce en önemli üç eseri Molla Sadra, Ben Öteki ve Ötesi ile Barbar Modern Medeni kitaplarıdır.
Biz bu yazıda, hakkında pek çok spekülatif bilgi ve haberlerin de üretildiği İbrahim Kalın’ın entelektüel gayretlerinin bir ürünü olan “Barbar Modern Medeni” kitabını inceleyeceğiz.
Dost Meclisimizin Ocak ayı oturumlarında bu kitap enine boyuna ele alındı. 2018’de İnsan Yayınları tarafından basılan kitap bir giriş ve on bölümden oluşuyor. Kitabın sonuna oldukça zengin bir kaynakça ve iki farklı indeks eklenmiş.
Kitap, medenilik olgusunu yakın kavram haritası içerisinde inceleyip, kimin gerçekte ilkel veya medeni-modern olduğunu tartışıyor. Medenilik ve ilerleme olgularının kriter sorunu; medeniyet ve modernite ilişkisi; medeniyetin bir sömürge aracı haline getirilmesi; Dünya görüşü ve varlık tasavvurunun modern medeniyeti nasıl inşa ettiği; özgürlük sorunu; İslam Medeniyetinin bilgi ve sanat anlayışı ve son olarak da iki medeniyet düşünürü olarak Farabi ve İbn Haldun kitabın ana konularını oluşturuyor.
Giriş, 2018 yılında yapılan bir televizyon haberiyle başlıyor: Brezilya’nın Amazon ormanlarında araştırma yapan bilim insanları dış dünya ile iletişimi olmayan, medeniyetten uzak, teknoloji kullanmayan ilkel bir kabile keşfeder… Bir süre sonra aynı bölgeye altın aramak için madenciler gelir. Madenciler burada yaşayan yerlilerle karşılaşır ve onlardan on tanesini öldürür.
Sorular bundan sonra başlar. Hiç kimseye zararı olmayan ve doğayla barışık bir yaşam süren bu yerliler mi barbar, yoksa onların yaşadığı coğrafyanın yeraltı zenginliklerini ele geçirmek için yerli halkı öldürenler mi barbar? Teknolojiyi kullanmamak, sanayiye sahip olmamak ve modern denilen dünyanın değer yargılarını benimsememek ilkel olmak demek midir? Medeniyet, insanın mutlu ve huzurlu bir hayat sürmesinin ötesinde kolonyalist anlamlar tazammun etmek zorunda mıdır..?
“Modernleşme, küreselleşme ve iletişim araçlarının, din-kültür-gelenek-medeniyet olgularını zayıflattığı noktasında genel bir kanı var” diyen yazar medenileşme noktasında endişeli. İmaj, imitasyon, simülasyon, sembol ve sanal gerçekliklerin hüküm sürdüğü nihilist dünyamızda tüketim ve hazzın kutsanması üzerinde durur. Küreselleşmeyi arkasına alan ve algıyla beslenen modern medeniyet değerlerinin, kendisini özgür zanneden bireyler tarafından bilerek ve isteyerek alternatif değerler olarak kabul edilmesi yazarı endişeye sevk eden en önemli hususlardandır.
Medeniyetin kriter sorunun tartışıldığı ikinci bölümde, Batılı olmak, teknik gelişmişlik, ekonomik güç, fikri seviye, sanat anlayışı, ahlak tasavvuru gibi hususların değeri konu edilmiş. İlerlemenin temel önermeleri, Tarihin Sonu ve mutlak iyi teorisi, lineer ve döngüsel tarih anlayışları, kadim bir küreselleşme örneği olarak İpek Yolu gibi konularla medeniyet olgusuna holistik (bütüncül) bir yaklaşım sergilenmiş.
Kitapta, büyücü ile bilim insanının yapmaya çalıştığının aynı şeyler olduğunu iddia eden James Frazer’in fikri oldukça dikkat çekici. “Her ikisi de doğayı kontrol altına almaya çalışıyor ve yine her ikisi de insanın sorunlarına çareler arıyor” diyen Frazer’in görüşü yabana atılır türden değil.
Kitapta modern medeniyet ve onu üreten modern insanın geldiği son nokta üzerinde de duruluyor. Bu anlamda modern medeniyetin insanı getirip bıraktığı yer olan transhümanizm konusuna şiddetle karşı çıkan Jurgen Habermas ve Martin Heidegger gibi düşünürlerin öngörüleri distopik bir zamana işaret etmekteydi, gerçek olmak üzere. Modern medeniyetin geleceği noktasında pesimist olan sadece Habermas ve Heidegger değil. Nietzsche, Oswald Spengler, Edmun Husserl, Arnold Toynbee vb pek çok düşünür aynı karamsarlığı paylaşmaktadır. Tüm bu düşünürlerin sözünü, “modern kapitalist toplum eninde sonunda kendi seküler kıyametini yaşayacak” şeklinde özetleyebiliriz.
İbrahim Kalın, Osmanlı aydının medeniyet, ilerleme ve terakki meselesine nasıl baktığını da değerlendirmiş. Said Halim Paşa, Mehmet Akif, Ahmet Rıza, Celal Nuri, Abdullah Cevdet gibi önde gelen fikir ve devlet adamlarının konuyla ilgili görüşlerini tartışmış. Tüm bunlardan sonra yazarın Osmanlı-Türk modernleşmesini “vulgar Batılılaşma” olarak tanımladığını belirtmek lazım.
Yazar, medeniyet olgusunun sömürge aracı haline getirilmesini meşrulaştırmak için üretilen Doğuyu despotik düzenlerden kurtarma ve dogmatik uykusundan uyandırma gerekçesini dikkatimize sunuyor. Kendi sekülerleşen Batının misyonerliği niçin desteklediğini düşünmemizi istiyor. J.S. Mill’in “işgal ahlaken kötü, medeniyet için iyidir” yaklaşımının Batının genel kanaati olduğu kanısını dillendiriyor. Buna rağmen Huntington’un, “emperyalizm, evrenselliğin zorunlu ve mantıki sonucudur. Bir medeniyet kendi değerlerini evrensel görüyorsa emperyalizm kaçınılmaz olur” düşüncesinin tartışılması gerektiği de ortadadır.
Bence kitabın en önemli bölümü “dünya görüşü ve varlık tasavvuru”nun tartışıldığı 6. bölüm. Zira medeniyet fikri bir dünya görüşüne, varlık tasavvuruna, ahlak ve sanat anlayışına dayanır. Bu bölümde ontolojik çözümlemeler yapılır. “Varlık” ve onu kavramaya çalışan “ben” üzerinde durulur. Ontolojik değerlendirmelerin hangi epistemik eksende yapıldığı ve varlığın tezahürlere, hakikatin de malumata indirgenerek pozitivist bir bilimselciğin egemenliği eleştirilir. Modern kozmolojilerin insanı yarı tanrılıkla hiçlik arasına savurup duruşuna dikkat çekilir. Yazar, “geleneksel ontolojilerde varlık (vücud), varlıkların (mevcudat) hiçbirine indirgenemez zira vücud, mevcudatın toplamından daha fazla bir anlama sahiptir” diyerek hareket noktasını belirliyor. (VCD; buldu) fiilinden türeyen “vücud-vicdan ve vecd” kelimelerinin etimolojisine dikkat çeken yazar, “vücud”un bulunmak, bilinmek istemesi ve onu “bahs” yoluyla değil zevk ve vicdan yoluyla bulan, bulmaya çalışan “ben”in varlığı hissettiğindeki “vecd” haline vurgu yapar. Burada ulaşılan Hakk, hakikati (truth) ve gerçekliği (reality) birlikte ifade eder. Yazar Fizikteki “antropik ilke” ile “teshir” kavramı arasında bir paralellik bulunduğuna işaret ederek yaratılışın anlamlılığı üzerinden geleneksel ontolojiyi savunur.
Yedinci bölümde özgürlük sorunu ele alınır. Yazar, “parça bütünden büyük olamaz. Mikrokozmos olan insan makrokozmos olan olan tüm varlıktan daha büyük olamaz” diyerek insan merkezci (antroposentrik) bakış açılarını reddedip antropokozmik bir perspektif önerir.
Kitaptaki en zayıf bölümler bilgi ve sanat konusunun işlendiği son kısımlardır. Bunlara belki başka bir yazıyla değinmek gerekecek.
Ana hatlarına işaret ettiğim “Barbar Modern Medeni” kitabı medeniyet, anlam ve özgürlük krizlerinin yaşandığı şu zaman diliminde gelenekselci bakışı merkeze alan bir çıkış önerisi sunmaya çalışıyor.