Haşim Akten


BEKA BEKA DİYE DİYE…

Gözyaşı Gecelerine başladığımda tüm yanlışlara, maneviyatımızın yok edilmesi için müslümanlara yapılan tüm baskılara nasıl muhalif olarak karşı çıkmışsam bugün de nesillerimizin imanlarının çalınması ve yok edilmesi gibi büyük bir tehlikeye karşı çıkmak için bu yazıyı kaleme alıyorum. Benim cezaevinden çıktıktan sonra siyasetle hiç işim olmamıştır ama son yıllarda gördüğüm büyük tehlike karşısında susarsam kendime olan özgüvenimi kaybederim.


Gözyaşı Gecelerine başladığımda tüm yanlışlara, maneviyatımızın yok edilmesi için müslümanlara yapılan tüm baskılara nasıl muhalif olarak karşı çıkmışsam bugün de nesillerimizin imanlarının çalınması ve yok edilmesi gibi büyük bir tehlikeye karşı çıkmak için bu yazıyı kaleme alıyorum. Benim cezaevinden çıktıktan sonra siyasetle hiç işim olmamıştır ama son yıllarda gördüğüm büyük tehlike karşısında susarsam kendime olan özgüvenimi kaybederim. 35 yıl tüm yanlışları anlatarak İslam’ın ne kadar güzel bir din olduğunu Mevlânaca bir dille anlattım. Korkusuzca maneviyatıma karşı çıkanlarla gençliğimde yaptığım gibi savaştım. Benden Gözyaşı Geceleri yapmamı isteyenler “Ortalık çok bozuldu ihtiyacımız var” diye mesajlar atıyorlar. Eğer gücüm olsaydı yapacağım programın adını “BEKA” koyar ve içeriğini de bu yazdıklarımdan senaryolaştırırdım. Program yapamadığım için savaşımı kitap yazarak sürdürüyorum. Son üç kitabımı okuyanlar varsa bilirler. Seçim umurumda değil. Kimin kazanacağı da azçok belli zaten. Benim yazım bir şeyi değiştirmez ama herkesin dikkat kesildiği bir zamanda bu yazıyı kaleme alarak dikkatleri bu konuya çekmek istedim.

Bu yazı 70’ine merdiven dayamış birisi olarak yaşadığım acı tecrübelerden ilhamla bir uyarı yazısıdır. Belgesi yüreğimdeki acılar ve çevremde gördüğüm, konuştuğum gençlerdir.

12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BEKA MESELESİ

12 eylül öncesindeki BEKA tehlikesi ve ülkücüler ve devrimciler. Bize göre komünistler yok edilmesi gereken, ülkeyi sovyetlere satacak vatan hainiydiler. Onlara göre ülkücüler de vatanı Amerikaya peşkeş çekecek, kapitalist patronların koruyucusu yok edilmesi gereken faşistlerdi. Ünivesitelerde vuruşuyorduk. Yanıbaşımızda arkadaşlarımızı kaybediyorduk. Ülkücü gençler anadolunun saf fakir ailelerin müslüman çocuklarıydı. Vatan diye ülkemin bekası diye, ezan dinmesin bayrak inmesin diye kahramanca çarpıştık. Sovyetlerin, yani komünist Rusya’nın orak çekiçli bayraklarını taşıyan solcuların ülkemizi işgal edeceğinin büyük endişesini taşıyorduk. O zamanlar sadece TRT vardı. Dışarıda ne olup bittiğinden haberimiz yoktu. Sovyetler her an ülkemizi işgal edebilirler endişesi ile savaşıyorduk. Ülkenin Bekasından daha önemli bir davamız yoktu. Asil Türk milletinin esir olmaması için vatanı koruyorduk. Fakat kan durmuyordu. Hergün birkaç şehidimiz oluyordu. 1978 yılında Ülkü Ocakları Genel Başkanı Muhsin Başkan iken ben Genel Sekreterdim. Şehitler albümünü başlatmıştım. O güne kadar 250 şehidimiz olmuştu. Ankara’daki Şehit ailelerini organize ederek Genel Kurmay Başkanlığı’na kadar bir yürüyüş yaptık ve görüşmek istediğimizi ilettik. Sadece beş kişiden oluşan bir grubu içeri aldılar. Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren’e “Müdahale edin bu kanı durdurun” dediğimizde sırıtarak “Ne yani ihtilal mi yapalım?” diye bizimle alay etti ve görüşmeyi bitirdiler. Meğerse ihtilal kararını almışlar ve olgunlaşması için daha çok kanın dökülmesini bekliyorlarmış. 2.Ordu Komutanı Bedrettin Demirel daha sonraki açıklamalarında “Biz ihtilalin olgunlaşması için iki yıl bekledik” demişti. Bu kanı durdurun dediğimiz tarihteki şehit sayımız 250 iken o iki yılda üç bin şehit daha verdik. Rabbim şehadetlerini kabul etsin. Anadolunun saf müslüman fakir ailelerin çocuklarıydık. Bizi tahrik etmek çok kolaydı. Mesela o yıllarda buraya yazamayacağım, ar edeceğim Peygamberimize yönelik çirkin bir sözü Cebecideki Siyasalın duvarlarına yazmışlar ve ülkücülerde büyük bir infial uyanmış komünistlere karşı kin iyice artmış ve büyük olaylar yaşanmıştı. Bu sene o yıllarla ilgili yeni bir kitap yazmak istedim ve o günün isimleriyle görüşmeler ve araştırmalar yaptım. Öğrendiğim acı gerçek ise o çirkin sloganı aramıza karışmış yakından tanıdığım bir istihbaratçının yazdığını öğrendim. 

               Anadolunun çocuklarını tuzağa düşürdüler ve bizi birbirimize kırdırdılar. Devrimcileri ne diyerek tuzağa düşürdüler bilemem ama bizi BEKA diyerek tuzağa düşürdüler. Sonra bir düdük çaldı 12 Eylülde bir anda silahlar sustu. Meğerse devlet yerindeymiş bir şey olduğu yokmuş. Bizi her an Ruslar ülkemizi işgal edebilir diye korkuttukları Sovyetler zaten çökmüş, Türkiye’ye müdahale edecek halleri bile kalmamış. Zaten üç beş yıl sonra da Sovyetler dağıldı. Sonrada bizi suçladılar. suçladıkları yetmediği gibi zindanlara attılar, işkence yaptılar. Travmalarını hâlâ atlatamadığımız işkenceler. Gençliğimiz gitti. 

               Mamak cezaevinde iki kardeş vardı. Biri solcu biri ülkücü ikisi de birbirine düşman olmuş ve zindana atılmışlardı. Kardeşi kardeşe düşman etmeyi başarmışlardı. İstediklerini elde ettiler dökülen kanlar üzerine iktidara istedikleri gibi oturdular. Hem de ailelerimizin alkışlarıyla yaptılar bunu. Çünkü ailelerimiz bile bize anarşist gözüyle bakıyorlardı.  Ülkede ülkücülerin korktuğu ne Rus askerleri vardı, ne de solcuların korktuğu Amerikan askerleri. Olan bize oldu. Rus askeri de Amerikan askeri de gelse birlikte omuz omuza savaşacağımız okul arkadaşlarımızla, mahalle arkadaşlarımızla birbirimizi kırdık. 12 Eylül’ü Amerikalılar yaptırdı “Bizim çocuklar başardı” sözleri kullanılarak yeni tuzaklarını bu sefer Amerikan korkusuyla başlattılar. Amerika ülkemizde darbe yapacak kadar güçlü ülke imajını kurdular. Rakibinizin güçlü olduğuna inandığınız anda mağlubiyeti kabul etmiş sayılırsınız. Amerika tatbikatlarda düşman rengi olarak Sovyetleri temsilen kızıl rengi seçerdi. Sovyetler 1991 yılında dağılınca düşman rengi olarak yeşili seçtiler. Yani İslam’ı. Bunu bazı zayıf İslam ülkelerinde silahlarıyla, güçlü İslam ülkelerinde de İslam’ı içini boşaltarak Yeşil Kuşak projesiyle gündemlerine aldılar. İmanımızı elimizden almadıkça bizi yenemeyeceklerini çok iyi biliyorlardı. Mesnevî’den okuduğum bir hikâyeden ilhamla 11 Eylül ikiz kuleler saldırısını bile kendi elleriyle palazlandırdıkları radikal gruplara yaptırdığını düşünenlerdenim. İslam’a karşı savaş başlatmalarına bahane yaptılar.

               Gelelim günümüze.

               2023 BEKA MESELESİ

               12 Eylül öncesi bizler solcuları Rus ajanı olarak suçlarken, onlar da bizi Amerikan uşağı olarak suçluyorlardı. Bu sefer birbirimizi Amerikan taraftarı veya Yahudi olmakla suçlamaya başladık. Yalan mı? Sosyal medyaya açıp bakın. Sığınmacılar bizim müslüman kardeşlerimiz diyenler komşularını hain olmakla, israil ajanı olmakla suçluyorlar. Yani hikâye değişmedi. 50 yıl sonra aynı tuzağı görüyor ve ürküyorum. Meşhur bir sanatçımızın karısı ekranlarda “15 Temmuz kursağımızda kaldı. Silahlarımızı hazırladık. Listelerimizi yaptık” diye açıklama yapmıştı. Daha dün bir imam 28 Mayıs seçimleri için cemaatine silahlanma çağrısında bulundu. Sanki 1980 öncesi yaşadığımız filmi yeniden seyrediyor gibiyim. Aynı o günler gibi kutuplaşmanın zirvesini yaşıyoruz.

               Seçime katılım oranı Türkiye’de neden yüksek? Türkiye çok demokratik bir ülke olduğu için mi? Hayır. Bir sosyoloğun tespitiyle kutuplaşmışız ve birbirimizden korkar hale gelmişiz. Oysa batıda böyle bir kutuplaşma ve korku olmadığı için oy kullanma ihtiyacı hissetmiyorlar. Çünkü kim gelirse gelsin değişen birşey olmuyor. Bundan eminler. Bizim burada ise her siyasi parti taraftarlarını oy kullanmaya çağırırken “Bu ölüm kalım meselesi” diye çağırıyor. 80’ öncesi gibi bugün de aynı korkuları yaşatıyorlar. Yedi düvel ülkemizi işgal etmek üzere yalanlarıyla dün gençliğimizi çalanların isimleri değişti ama tuzaklar değişmedi şimdi de beka beka diyerek gençlerimizin geleceğini ve hayallerini çalıyorlar.

“Fakirlik neredeyse küfür olayazdı” Hadis-i Şerifi’nin gerçekleşmesi asıl beka sorunudur. Çöpten yiyecek toplayan bir kadını görünce isyan etsem yanımdan geçen vatandaş “ezan dinmez, bayrak inmez” diye slogan atıyor.

               Fakirlik imani açıdan büyük bir tehlikedir. Asıl beka nesillerimizin imanını kaybetmesidir. Ateizm ve özellikle deizm tehlikesidir. Gençlerimizin gelecekleriyle ilgili kaygı taşımaları, özgüvenlerini yitirmeleri, istediklerini yapamamaları onları deizmin kucağına itiyor. Ellerindeki cep telefonlarından tüm dünyayı görüyorlar ve onlar gibi yaşamak istiyorlar. Çevrelerinde müslüman olmaktan dolayı mutlu ve güzel insanlar göremiyorlar. İnsanî değerlerin yok edildiği, sadece yasakların konuşulduğu bir din algısı onları cezbetmiyor. Gözyaşı Gecelerinde 35 sene anlattım. Muhammed’ül Emin(sallallahu aleyhi vesellem) olmadan din olmaz. Yani emin bir insan olmadan müslüman olunmaz. Asıl beka budur. Suyu oturarak üç yudumda içmemiz gerektiğini bilmeyenimiz yok ama yalana, dedikoduya gelince kimsenin umurunda değil. 35 sene programlarda Sevgilimiz Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in fakirler nasıl yaşıyorsa öyle yaşadığını, Hazreti Ömer’in adaletini anlattım. İnsanlığımızı kaybettik. İnsanlığımızı kaybedince ihlasımızı da kaybettik. Kimsenin Ömer’in adaletini aradığı filan yok. Benim tuttuğum taraf kazansın istiyor. Bir değil binlerce hataya göz yumuyor. Bir Cuma namazında Hazreti Ömer’e itiraz edecek bir ihtiyar kadınımız da kalmadı. İtiraz edecek olsanız camiden kovulursunuz. Hele kadınların camiye gelmeleri mi? Tövbe tövbe günahkâr olursunuz. Yani Efendimiz’in izinden gitmiyoruz. O’nun izinden gittiğini iddia edenlerin izinden gidiyoruz.

               Bu büyük ihaneti FETÖ başlattı. Askeri darbeyi başaramadılar ama aşkımıza darbeyi başardılar. 15 Temmuz’dan sonra artık insanlar din, cemaat duymak istemiyorlar.

               Asıl beka sorunu Türk olan İmam-ı Azam ve İmam Maturidi’nin yolundan ayrılmaktır. Selefileşmektir. Emevileşmektir. Dini siyasallaştırmaktır. Muhsin başkan’ın dediği gibi Arap kültürünü din zannetmektir. Artık ehli sünnet adına konuşan hocalar bile vaazlarını siyasallaştırdılar. Kendi destekledikleri partiye oy vermeyenleri cehennemlik ilan eder oldular. 

               Ahmed’er Rufâi der ki “Gerçek hürriyet Allah’tan gayrıya kul olmaktan kurtulmaktır.” Ama gel gör ki kullara kul olmuşuz. Sahabeler bile peygambere itiraz edebilirken bugünkü müslümanlar liderlerine veya şeyhlerine küçücük bir eleştiriye bile tahammül edemiyor kafir ilan ediyorlar, vatan haini ilan ediliyorlar. Ahiretin de sahibi kendileri olduğunu zannediyorlar.

               Devlet kavramı kutsallaştırılmış ama insan olmanın hiçbir önemi kalmamış. Hani devlet insan içindi. Hani insanı yaşatki devlet yaşasındı. Devlet için herkes ölmeli, herkes aç kalmalı ama devlet yaşamalı. Devletsiz kalırsak halimiz nice olur? Bu korkuyla aynı gençliğimizde bizi kandırdıkları, tuzağa düşürdükleri bir tuzağa düşürmeye çalışıyorlar. Asıl önemli olanın insan onuruna yakışır bir hayatı yaşamak ve yaşatmak değil midir? Peygamberimizin asıl tehlike gördüğü insanı imanından edebilecek açlık ve fakirliktir. Asıl beka sorunu budur.

               12 Eylül sabahı uyandığımızda silahların bir anda sustuğunu nasıl yaşamışsak bugünde vatan ve din elden gidiyor tuzağına düşenler bir bakacaklar ki bir şey olmuyormuş, devlet yerinde duruyormuş diyecekler ama en yakın akrabaları ve komşuları hatta arkadaşlarıyla bir parti uğruna birbirine düşmüş olarak uyanacaksınız. Değer mi? Allah aşkına söyleyin değer mi? Sosyal medyada bir kısım hesaplardan “Ülkenin yarısı hainmiş” diye paylaşımlar yapıyorlar. Kalplerdekini sadece Allah bilir diyen bir inancın sahibi değil miyiz? Ehli Sünnetin itikadı bu değil mi? 

               Ehli Sünneti savunduğunu bağıra bağıra haykıran bir hoca çıkmış “Ünivesiteler fuhuş yuvası oldu” diyor. Bu mu Ehli Sünnet? Dört şahidin olmadan nasıl fuhuşla suçlarsın? Benim beş çocuğum da üniversitede okudu benim çocuklarıma nasıl iftira atarsın?

               “Fiyatları Allah belirliyor” diyen Diyanete nasıl güveneceğimi şaşırdım. Depremde öksüz ve yetim kalmış bir kız çocuğunu koruyucu aile olarak alan kişiye nikah düşer diyen bir Diyanet!  Bir aile o altı yedi yaşındaki korumasız çocuk 18 yaşını geçince nikah düşer diye ikinci karısı olarak onu alsın mı? Bu nasıl bir din anlayışı? Bu nasıl bir Ehli Sünnet anlayışı? Bu insanlık mı şimdi? Sakın bana ayet okumayın, Peygamberin hayatında şöyle şöyle olmuş demeyin. Peygamber depremden altı yedi yaşında bir kız çocuğunu yanına almış, büyütmüş de sonra onunla nikah mı kıymış? Hâşâ! Yapmayın Allah aşkına. Beka sorunu asıl bu din anlayışıdır. Nesillerimiz bunları duydukça deist oluyorlar farkında değil misiniz? İmam-ı Azam Ebu Hanife saltanat sahiplerine boyun eğmemiş, yönetim anlayışlarını onaylamamış Abbasi Devletinin ikinci halifesi Ebu Cafer el Mansur tarafından Bağdat’ta hapsettirip işkenceler yaptırmış ve zehirleterek öldürmüştür. Mezhebimizin kurucusu, yolundan gittiğimiz Ebu Hanife. Ama gel gör ki camiler hükmedenlerin emrinde memur olmuşlar.

               Allah aşkına söyleyin hanginizin çocuğu beş vakit namaz kılıyor? İmam Hatiplerde namaz kılan sayının yüzde kaç olduğunu hiç araştırdınız mı? Bırakın İmam Hatipleri %99’u müslüman denilen bir ülkede düzenli namaz kılan yüzde kaç kişi? İnsanlar siyasi hutbe okunuyor diye Cuma namazına bile gitmez oldular. Çocuklarınızın deist olup olmadıklarından ne kadar eminsiniz?

               Size bir soru sorayım. 90’lı yıllarda 28 Şubat sürecindeki imanımız mı yoksa şimdiki imanımız mı? Bizi bu hâle kim getirdi? Ne getirdi? 28 Şubat zulmündeki o samimi ve sadece Allah için örtünen kızlarımızın yerini kimler aldı şimdi? Başında süslü başörtüleri altlarında sımsıkı vücudunu saran pantolanlar? Hangisi? 20 yıllık kaybetmekten korktuğumuz kazanımlarımız bunlar mı? Biz böyle hayal etmemiştik. Böyle olmamalıydı. Öyle güzel olmalıydı ki herkes severek İslam’a koşmalı ve yaşamalıydı. Ama tam tersine dinden soğumak gibi bir beka sorunuyla karşı karşıya kaldık ve bunu öfkelendiğimiz din düşmanları değil kendi ellerimizle biz yaptık. Yolsuzluk yaparken Besmele çekmeseydik bunlar olmayacaktı. İnansın inanmasın tüm insanları İslam’ın güzelliklerine çağırmakla yükümlü bazıları youber, bazıları takipçisi fazla hocalar müslümanım diyenleri bile din düşmanı, münafık ve kafir diye ilan etmekteler. 

               Ne yazarsam yazayım inanmayacaksınız. Biz de 12 Eylül öncesinde inandıklarımızın dışındaki hiçbir görüşe inanmıyorduk. Öyle inanmıyorduk ki ölüme gidecek kadar. Zindanlarda devletin coplarının altında düşünmeye başladık.

               Seçimde istediğiniz yere oy verin ama komşunuzla, akrabanızla hatta ailenizle siyaset yüzünden kavga etmeyin. 12 Eylül öncesi bizim düştüğümüz hataya siz düşmeyin. Çünkü bundan çocuklarımız etkilenecek. Asıl beka sorunu çocuklarımızdır.

               Gençlerin İslam’dan kopuşunu din düşmanlarının kara propagandasına bağlamak kolaycılık olur. Suç o gençlere örnek olamayan, güven veremeyen, kafalardaki sorulara cevap veremeyen göz önündeki siyasilerdir, yöneticilerdir ve tabiki bizler suçluyuz.

               Affedin bizi gençler. Sakın bizlere bakıp bu güzel ve mükemmel dinimiz hakkında yanılgıya düşmeyin. Bize bakmayın Mevlâna’yı, Yunus’u, Hacı Bektaş-ı Velî’yi okuyun. Size umut dolu, güzel insanlarla dolu bir ülke bırakamadığımız için üzgünüm ancak bunu siz başaracaksınız. Özgürlüğünüzü kimsenin tekeline bırakmayın. Aldığınız tüm kararları kendiniz verin. Kendinize güvenin.

               Kimse Beka sorunumuz var diye endişeye düşmesin. 12 Eylül öncesinin ve bugünün 70’likleri olan dava arkadaşlarımla hiçbir teröriste ve haine bu ülkeyi bırakmayız. Gençliğimizi bu vatan için feda ettik ihtiyarlığımızı da feda ederiz. Sizler rahat olun.

               Vesselam.