Erdal Çil


BEN SUSTUM, KİTAP SUSTU, KEMAL TAHİR KAYBOLDU

Yeni bir insan tanımak, ya da yeni, bilmediğim bir yeri tanımak gibi gelirdi yeni bir kitabı okumak. Bir tebdil-i mekân huzuru kaplardı her yanımı.


Yeni bir insan tanımak, ya da yeni, bilmediğim bir yeri tanımak gibi gelirdi yeni bir kitabı okumak. Bir tebdil-i mekân huzuru kaplardı her yanımı. 

İlk sayfalarında üslubunu kavrar, konuya girer, sonra da kimse elimden alamazdı kitabı.

Sonra kendi hızımdan korkar, çok muhabbet tez ayrılığa gidiyor deyip mesela yazarı hakkında araştırmalara girer, aklımca kitabın çevresine takılır, çevresinde dolanır, vakit kazanırdım. 

Öyle ya bitip gidebilirdi her fani gibi. Bu yüzden tadını çıkara çıkara okumalı, hatta sayfaları arasına girip yaşamalıydı.

Her kitap benim için gezip gördüğüm, konakladığım, özgeçmişime uzun uzun yazılmış birer kariyer nişanesidir bu yüzden.

Her tanıdığım yazar da bir dost, derdine ortak olduğum, beraber soluklandığımız, demlendiğimiz yol arkadaşı.

Şu anda biraz kırgınım, “sattığımız fiyata alıp yerine koyamıyoruz” diyen esnaf ağızlarına ve onlara bu sözleri söyleten cümle etkin ve yetkinlere.

Hadi ekmekti, suydu, ilaçtı, tatildi bir şekilde alınıyordu alınmasına da kitaptı işte; alınmasa da oluyordu.    

Oluyordu olmasına da kitapsız, kitaptan uzak yaşamanın vebalini hangi omuz taşıyabilir, kime yüklenirdi bu yük?

Sizde de aynıdır mutlaka; yeni bir yer görüp beğendiyseniz, hemen en yakınlarınızdan başlar, uzun uzun anlatarak onların da gidip görmelerine vesile olmak istersiniz. 

Ya da birini tanıdınız, biriyle deruni dilden bir muhabbetiniz oldu, hemen gidip yine en yakınlarınızdan başlamak üzere onu tanıştırmak istersiniz.

Böyle yeni okuyup beğendiğim bir kitabı, yeni tanıştığım bir yazarı da hemen aynı duygu ve düşüncelerle en yakınlarımla tanıştırayım, hem de yazara da karınca kararınca destek olayım diye okuyup beğendiğim kitaplarından on adet kadar alır, eşe dosta ziyaret vesilesiyle hediye eder, tanışmalarını sağlardım.

Bir nevi farkındalık da oluşturur, idealistliğimizi bir nebze de olsun ete kemiğe büründürdüğümüz zannıyla hoşnut da olurduk azıcık.

Kadir kıymet bilip be çabamızı teşekkür cümlelerine döken kadirşinas dostlarımızdan Allah razı olsun. “Sayende tanıdık böyle güzel bir insanı, bu mükemmel kitabı” sözlerinin söylendiği anların tazeliğini kolayca unutmak mümkün mü?

Bir de sayıları daha çok, götürdüğümüz kitapları bir köşeye atıp da unutan, yazarını evine hapsedip, aç susuz bırakan sözümona dost görüp bildiklerimiz.

Biz yememiş içmemiş, görüp beğendiğimiz bir kitabı, bir insanı getirip size emanet etmiş, size bırakmışız da siz onu, sayfalarını gün ışığına muhtaç bırakıp kapatmış, kodese tıkmışsınız.

El insaf! 

Bu mu sizin samimiyetiniz?

Bazıları hiç açıp okumasalar bile evlerinin, işyerlerinin görünür yerlerine koyup hiç olmazsa, “Bak getirdiğin kitap orada” dercesine göstermekle bile az da olsa unutmadıklarını ifade ededursunlar, çoğunun elinde akıbetleri bile belli olmayan onlarca meçhul, nerelere gittikleri belli olmayan vakalar.

Bir yazar abim, dostum geçenlerde, “Artık hiç kimseye kitap hediye etmiyorum. İlk zamanlar kendi kitaplarımı bile bir sürü eşe dosta hediye eder, mutlu olurdum.  Anladım ki günümüz insanı ucuz elde ettiklerini önemsemiyor. Ben niye kendi kitabımı ucuzlatayım, ayağa düşüreyim?”

Geçenlerde ailece gittiğimiz ve yıllardır samimi görüştüğümüz bir arkadaşa, “Ne yaptın Kemal Tahir’i?” diye sorunca bir an anlamamış gibi baktı yüzüme. Sonra, “kim, kimi sordun az önce” deyince, “Kemal Tahir, hani son geldiğimizde iki kitabını getirdiğim Yorgun Savaşçı” deyince toparlamaya çalıştı. Kalktı oralarda, olmadı evinin başka yerlerinde kitap arandı, olmadı hanımına sordu yine de sonuç alamadı. Gece boyunca mahcubiyeti sürdü. Oysa yeni alınan biblolar, şamdan mumluklar en görünür yerde gözlerimizin içine baka baka gülüyorlardı.   

Kitap kaybolmuştu, kitap yoktu evlerde. Kitabın olmadığı yerlerde hatır da kalmıyordu zamanla. Öncelik kırılan, dökülen, boyalı, cilalı, göz kamaştırıcı nesnelerdeydi. Öncelik sıralamalarında kitap, artık çok gerilerdeydi. Evlerin her köşesinde yeni şarj aletleri, akıllı cihazlar, ne olduğunu bile anlamakta zorlandığımız elektronik, dijital ürünler çıkarken kitabın nerede olduğu, hatta olup olmadığı bile gündemde yoktu ne yazık.

Elindeki cihazdan gözlerini ayırmadan konuşan genç, “o kadar da haksızlık yapmayalım, bu cihazlar mesafe tanımıyor, bizi sevdiklerimize yakınlaştırıyor, koparmıyor. Bütün görüşmelerimizi üstelik görüntülü olarak bu cihazlarla yapıyoruz” derken bu cihazlar mı sizi sevdiklerinize ulaştırıp yakınlaştırıyor. Yoksa sizi bütün insanlardan, yakınlarınızdan bu cihazlar mı uzaklaştırıyor deyip polemik başlatmak istemediğimden sustum. 

Ben sustum, kitap sustu, Kemal Tahir kayboldu.

Gencin kafası cihazın üzerinde, benim gözlerim ise onun üzerinde. 

O cihaza, ben ona, ben insana bakarken ümitsizliğe değil, bilakis umuda dikiyorum gözlerimi.

Sıradan olmamak, sürüden olmamak her kişinin değil elbet, er kişinin işiydi.

Sürüdekiler en sevdiklerini bile ellerindeki o küçücük cihazlarına sokarlarken, ben kitabı elimden hiç bırakmayacak, bir insan gördüğümde, bir insana ulaştığımda onu yere göğe sığdıramayacağım. 

Okuduğum kitap, okuduğum insan olacak. 

O cihazları kullanacağım, kullanmayı öğreneceğim ama kendimi o cihazlara teslim edip kullandırtmayacağım. İnsana önce elimle, olmadı dilimle, olmadı kalbimle, dualarımla, dileklerimle ulaşacak, sonra cihazlara başvuracağım.

Bayramların yakınlaşmamıza, anlaşılmamıza, anlamamıza, kitaplardan ayrılmamamıza vesile olmasını diliyorum. 

Kutlu olsun!

Kutlu olun, mutlu olun, unutulmayın.                                                                  

                                                                                                                                     Erdal ÇİL