Ahmet Rauf Akay


BİR DOSTU KAYBETMEK

Çok arkadaşınız vardır ama dostlarınız çok azdır. Bizim arkadaşlıklarımız ağır sınav ve sınamalardan geçti. Bazıları döküldü bazıları gerçek dost olarak kaldı. Onun için dostluğumuz sentetik dostluklara benzemez, birbirimizle nereye kadar gidilebiliyorsa oraya kadar yürürdük. Buna hayatlarımızı birbirimize siper etmek de dahil.


Çok arkadaşınız vardır ama dostlarınız çok azdır. Bizim arkadaşlıklarımız ağır sınav ve sınamalardan geçti. Bazıları döküldü bazıları gerçek dost olarak kaldı. Onun için dostluğumuz sentetik dostluklara benzemez, birbirimizle nereye kadar gidilebiliyorsa oraya kadar yürürdük. Buna hayatlarımızı birbirimize siper etmek de dahil.

Bizim kuşak büyük acılar çekti, kimi içeride kimi dışarıda.

Ölümü yaşamaya tercih edecek kadar ağır yüklerimiz, altında ezildiğimiz acılarımız oldu. Kah idama bağlandı rüyalarımız kah her köşe başında bir kızıl kurşuna.

Biz de hayatımızı –otluğa yani bi taraflığa- bağlayabilirdik, ama yapamadık, seciyemiz buna müsait değildi.

Uzun uzun yıllar geçirdik hapishanelerde, sevgili vatana siper olmak suçundan.

Günün birinde çıktık ama hapishane hiç içimizde çıkmadı. Hücreler, zindanlar hep içimizdeydi.

Zor zamanların dostlukları, arkadaşlıkları unutulmuyor.

1987-91 yıllarını Özal affına kadar Diyarbakır Cezaevinde geçirdik.

Cezaevi silme PKK’lılarla doluydu. Biz 17-18 ülkücüydük. Gelenimiz gidenimiz çok azdı. Ancak ailesi yakın illerden olanların ziyaretçisi geliyordu.

PKK’lılara kazan kazan dışardan yemek gelirken biz karavanaya talim ediyorduk. Bir gün cezaevi müdür yardımcısı dayanamayıp, evinden balık yapıp koğuşumuza getirerek ikram etmişti. Böylece 8-9 yıl aradan sonra balık yiyebildik.

Diyarbakır’ı bilenler yaz aylarının nasıl sıcak, dayanılmaz olduğunu bilirler. Kendinizi bir ateş kazanının içinde sanırdınız. Günde iki üç defa tuvalette soğuk suyun altına girerek serinlemeye çalışırdık. Daha kötüsü bir bardak soğuk suya duyduğumuz hasretti. Buzdolabımız yoktu. Pet şişelerine ıslak havlu veya bez sararak pencereye koyar esintiden serinlemesini beklerdik. Azıcık serinlemesi bile bizi mutlu etmeye yeterdi.

İşte biz o şartlardayken bir gün Diyarbakır’da görev yapan bir grup öğret öğretmen ve bürokrat bizi ziyarete geldi. Hangi birini sayayım, Erzurumlu Ümit Ünsal, Turgut Uzdu, Ankaralı Yılmaz Uzun, Bayburtlu Süleyman Karadeniz, Elazığlı Eyüp Tabaş ve diğerleri. Bu arkadaşlar, çektiğimiz sıkıntıları gördüler kısa zamanda koğuşun ihtiyaçlarını giderdiler. Sayelerinde Diyarbakır’ın yakıcı sıcağını hafifleten bir bardak soğuk su içebildik. Sonra da her hafta sıraya koyarak bizi ziyarete geldiler. Uzun süreli hapis yatmayanlar bilmez, dışardan birinin ziyaretinize gelmesi, içine düştüğünüz karanlık kuyuya pencere açması, umut taşıması demektir. Onlar sayesinde bir ayağımız hep dışarıda oldu, unutulmadığımızı, yalnız olmadığımızı anladık.

İşte o fedakar isimlerden Erzurum’un yiğit, ahlaklı ve mümin evladı Ümit Ünsal hoca ile hiç ilişkimiz kesilmedi. Edremit’e her gittiğimde ziyaret ettim, o tarafa biraz da onu görmek için gidiyordum. Zaman zaman beni arar “bizim çocuklardan durumu iyi olmayan kim var” diye sorar, verdiğim isimlere zekatını gönderirdi.

Üç yıl önce menhus bir hastalığa yakalandı. Defalarca yoğun bakımda kaldı, teslimiyetini hiç bozmadı, isyan etmedi, niçin demedi, tam bir mümin gibi tedbirini aldı ötesini Allah’a bıraktı.

Onu önceki gün kaybettik. Edremit’in ülkü ışıklarından biri söndü. Siz medya önünde ahkam kesen reklam hastalarına, gösteriş ülkücülerine bakmayın, esas ülkücüler böyle kenarda köşede kalan ama dağ gibi yürek taşıyan Ümitlerdir. Onu ve ondan önce dünya imtihanını tamamlayarak beka alemine intikal eden Yılmaz Uzun hocayı rahmetle anıyor, bu iki gerçek dava adamına gönüldaşlarımızdan Fatihalar, Yasin-i Şerifler bekliyor, dostlarına ve kederli ailelerine sabırlar diliyorum. İyiler ölür unutulmaz, onlar da unutulmayacak, dualarımızda yaşayacaklar.