Mustafa Alimoğlu


BİRLEŞE BİRLEŞE Mİ YOKSA DİDİŞE DİDİŞE Mİ DEMOKRASİ ?

İnsanoğluna alınteri ile kazandığından daha güzel bir şey yoktur sözü hiç bu kadar değerli hale gelmemişti. Alınteri denilince akıllara hemen bedenen yapılan işler gelir lakin kalem ile fikir ile hatta bir zindanda ömür tüketerek çekilen ıstırap ve çile bile alınterine delalet eder. Gelin biz buna “kalem teri” “fikir teri” çile teri” diyelim.


İnsanoğluna alınteri ile kazandığından daha güzel bir şey yoktur sözü hiç bu kadar değerli hale gelmemişti. Alınteri denilince akıllara hemen bedenen yapılan işler gelir lakin kalem ile fikir ile hatta bir zindanda ömür tüketerek çekilen ıstırap ve çile bile alınterine delalet eder. Gelin biz buna “kalem teri” “fikir teri” çile teri” diyelim. 
Peki neden hiç bu kadar değerli olmadığını düşünüyorum ?
En yalın ifadesiyle; her şeyi çok kolay elde eden, yanaşma düzeninin iş insanları, akademisyenleri, gazetecileri,  siyasetçileri ve partilileri yanında, hayatlarını helalinden yaşamak isteyenlerin her şeye rağmen verdiği onurlu ve ilkeli mücadelenin zorluğu olsa gerek.

Kolay kazanılan şeylerden kolay vazgeçilebilir ama bir mücadele sonucu elde edilen hak ve kazanımlardan “sultan” istedi diye kolayca vazgeçilmez. 
Bu yüzdendir ki mesela  Amerika’daki  siyahlar vs, Avrupalılar hak ve özgürlükleri adına kazanımlarından asla taviz vermiyor. Ne zor elde ettiler bu hakları. Öldürüldüler, işkenceye ve ayrımcılığa maruz kaldılar vesaire. Zor  kazanılan kolay terk edilmiyor, başkasının verdiğini bir başkası geri alabiliyor çünkü.

Demokrasi mücadelesi de böyledir,  uzun, ince, meşakkatli bir yoldur ve bu yüzden gerçekten çok değerlidir. 
Peki ülkemizde bu mücadele yeterince yapılıyor mu? O konuda bazı istisnalar dışında evet diyemiyorum. Görünürde çokları, demokrasi mücadelesinin “ulu kişileri” gibi lakin tamamen görünürde. Çünkü özellikle yakın tarihimiz bize; “dilleri Ali diyen ama kalpleri yezit diye atan” nicelerinin demokrasi nutukları ile aslında sadece “kralın muhalefeti” olduklarını gösterdi. Fareli köyün kavalcısı gibi topladıkları kalabalıkları arkasına takıp son kertede kralın önüne atıverdiler.

Niyetlerinin  baştan beri kralın muhalefeti olduğunu iddia edemem ama günün sonunda muktedire hizmet eden bir sonuç çıkıyorsa ister istemez böyle düşünüyor insan. Tüm genelleme ve toptancı yaklaşımlara karşı olmakla birlikte Türkiye”deki kurumsal muhalefetin (istisnalar hariç) mevcut toplumsal muhalefetin gazını almak gibi bir misyonunun olduğunu düşünmeye başladım. Günün sonunda yüce krala çok sorun çıkarmayacak şekilde bu kitlelerin  sevk ve idare edilmesi de gerekir öyle değil mi! Zira başı bozuk gurupların kralın canını sıkacak işlere kalkışması pek de hoş karşılanmayacaktır.!  Çünkü “DÜZEN” önemlidir. !

İnşa edilmiş olan steril alanlarda muhalefetçilik oynayarak mutlu mesut yaşayan bu zümre ne zamanki seçim günleri gelir, kış uykusundan uyanan sevimli arkadaş gibi gergin bir şekilde rızkının peşine düşer. Aylarca uyku uyurken dünyada neler olup bittiğinden o anda haberi olmaya başlayan ve kendilerine ait bölgelerde avlanarak enerji toplamaya odaklanan bir tavra bürünürler. Türkiye kurumsal muhalefeti bu sevimli arkadaş gibi kimi zaman hırçın kimi zaman tıpkı papatya falı açan mahallenin evde kalmış kızı gibi ona buna mavi boncuk dağıtır nevinden gün geçirirler. Ve elbette gazları alınması gereken kitleyi ise  hatırı sayılır bir şekilde üterler. Asli hedefler ve konunun gerçek muhatapları tehlike arzettiği için, kızım sana söylüyorum gelinim sen anla muğlaklığı ile mesajlar verilir, maniler dizilir, imalı göndermeler yapılır, karnından konuşulur ve her zaman bir “escape gate” bırakılır ki geri vitesler mümkün hale gelsin.

Türkiye’deki  muhalefetin uzunca bir süredir toplumdaki algısı bu. 
Gelelim ülkemiz muhalefetinin çöle DEVA olması için yağmur damlası gibi beklenen kadroları ile GELECEKte ulu bir ağaç olsun diye toprağa dikilen Çınar fidesine.! 2015’den itibaren fikri ve ahlaki birçok itirazların yapılmaya başlanmasıyla zaten manen ayrılmış olan Sn Ahmet  Davutoğlu ile Ali Babacan ve arkadaşları, 2019 yılında birer parti kurarak resmi olarak bunu tescil etmiş oldular. İktidar partisinden ayrılanlarca kurulan bu iki siyasi partinin o günlerde  adını dahi zikretmeyenler, muhalefet partilerinden kopan siyasilerin daha kurulmayan partilerine o günlerde nasıl  kol kanat gerdiklerini, ekranlarını açtıklarını dün gibi hatırlıyorum ama konumuz bu değil.

Dünyanın neresinde olursa olsun iktidarda olan bir partiden, başbakan/genel başkan ve de çok uzun süre bakanlık yapmış güçlü figürler ayrılıp muhalefet yapmaya başlarsa, bu durum siyasette ciddi kırılmalara neden olur. 
Peki öyle mi oldu? Maalesef halkın ifadesiyle dağ fare doğurdu hatta ölü doğdu. Bunun kamuoyunun gözü önünde olan ve olmayan birçok sebebi var. İlki ve de en önemlisi; aynı kaynak ve tabandan gelen, benzer itirazlarla partilerinden ayrılan, neredeyse tamamı birbirinin kopyası program ve çözüm önerilerine sahip bu kadroların, sanki aralarında kan davası varmış gibi birbirlerine inat iki farklı oluşumla ortaya çıkmış almalarıdır. Toplumun özellikle Böylelikle dakika bir gol bir, AK Partisinden sıtkı sıyrılmış kesimlerince, bu siyasetçilerin tek bir çatı altında, güçlü bir karşı duruşla, birlikte hareket edeceği beklentisine, umut ve heyecanına darbe vurulmuş oldu.
Kamuoyu hasseten bu beklenti içinde iken birbirinden ayrı partiler kuran bu kişilere şüphe ile bakmaya başladı. Üstüne Sn Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun krala değil de kralın soytarılarını muhatap alması, dağın doğurduğu farenin kedilerin önüne atılmasına  zemin hazırladı. Mesela Sn Davutoğlu ve Babacan’ın, Doğu Perinçek gibi iktidar aparatlarını muhatap alması büyük bir hataydı. Muhafazakar tabana mesaj verme kaygısı ile 28 Şubat’ın bu aktörlerinin AK Partiyi ve dolayısıyla iktidarı ele geçirmiş olduğunu, onların yönettiğini söylemesi, CB Erdoğan’a zarar değil fayda sağlardı ki öyle de oldu. Bütün yumurtalarını aynı sepete koymak gibi bir şey bu. Perinçek  ve kadrolarının iktidarı ele geçirdiği söylemleri bir başka partiye  niçin oy kazandırsın ki! AK Parti seçmenini biraz tanımış olsalardı hiç böyle konulara bu şekilde girilmezdi. Seçmen; reisimiz bu adamları kapısında aparat yaptı ve günü gelince gereğini yapar fikrine sahip ki öyle de oldu. Büyük güç ve önem atfedilen bu kişiler önemsiz hale getirilince sizin de argümanlarınız çöp oldu. Aynen Berat Albayrak, Binali Yıldırım ve diğer figürler gibi.

Farklı siyasi partilerle yola çıkan bu siyasetçilere insanlar, gem vurulamayan şahsi hesap ve egolarından bu işe soyunduklarını düşünmeye başladı ki bu ölümcül bir algı idi. Bu algıyı değiştirecek, öyle olmadığını gösterecek ciddi hiçbir argüman ortaya konulamadı. Aynı tabana ve fikre hitap eden Saadet, Gelecek ve Deva partilerinin seçimlere ittifak halinde girme planı belki bu algıyı değiştirebilirdi ama bu da hovardaca harcandı. Her ne kadar siyasetçi kimliğinden ziyade devlet insanı olma özelliği ile öne çıkan Sn Davutoglu, bu konuda yapıcı bir rol üstlenmiş olsa da Sn Babacan ve ekibinin “plaza siyaset” anlayışı buna geçit vermedi. Elbette bir partinin iddialı olması, kurumsal yapısını özerk bir şekilde büyütmek istemesi gayet doğal ve olması gereken de bir tavır. İşte tam da burada iddialı olmak ile gerçekçi ve tutarlı olmak arasında nasıl bir yaklaşım sergilendiğine bakmak gerekiyor. Ali Babacan ve Deva kadroları, ciddi bir tabana sahip olduklarını, oy potansiyellerinin barajı (%7) geçme aşamasında olduğunu iddia ederek tek başlarına seçimlere gireceklerini ifade ettiler. Bu, yeni kurulmuş bir parti için riskli ama aynı zamanda alkışlanacak da bir karardı. Zira siyasette iddialı olmak başarmanın, sonuca ulaşmanın yarısıdır. Benzer bir iddiayı Sn Davutoğlu hiçbir zaman dile getirmemiş olması belki de  sahadaki gerçeği görmüş olmasındandı.
Peki günün sonunda ne oldu? Deva kadroları ve Sn Babacan bütün bu yüksek iddialarını bir kenara bırakıp tıpkı diğerleri gibi CHP listelerinden seçime girdiler. İddialı olmak ile tutarlı olmak derken kastım bu idi.
Peki diğerleri için değil ama Deva partisinin değerli Gn Başkanına sormak istiyorum: CHP’nin yaklaşık %26 oyunun yüzde 7’si değilse bile yüzde kaçının size ait olduğunu düşünüyorsunuz.? Bu soruya Deva’nın değerli bir yöneticisi seçimden hemen sonra  yüzde 5 gibi bir sayı telaffuz etmişti :)

Olan oldu seçim bitti. Şimdi DP hariç toplam 35 milletvekili ile TBMM’de temsil edilen bu üç parti bir başka açılımın yanı mecliste gurup kurma çalışması yürütüyorlar. Daha doğrusu biz öyle biliyorduk. Deva ve Gelecek partileri kurulurken, Sn Davutoğlu’nun gelin beraber hareket edelim, güç ve kaynaklarımızı bölmeyelim, kimin genel başkan olacağından daha önemli olan milletimizin talepleri ve beklentileri, gelin bu umudu örselemeyelim çabası, şimdi de gurup kurma gayretlerine dönüşmüş. Gece gündüz bununla yatıp kalkan bir gurup siyasetçinin bütün bu çabaları, burnundan kıl aldırmayan bir gurup kibirli plaza siyasetçidinin “sizinle degiliz” nobranlığına toslamış görünüyor.

AK Partisinden ayrılıp yeni bir siyasete yelken açarken Sn Davutoğlu ve Babacan’ın bu tavrı, daha çok ilkesel ve muazzam iktidar baskısına karşı bir meydan okuma olarak karşımıza çıkmıştı. En azından toplum kesimlerinde başlangıçta böyle bir algı hakimdi. Zira bu kişiler için büyük bir risk ve iktidarın her yere ulaşan maddi manevi baskı araçları vardı. Vergi memurları vardı mesela! Yargısı vardı, mülki amirleri var, yakınlarının işten çıkarılmaları, aşsız işsiz bırakılmaları vardı ve bunun için aportta bekleyen kurum yöneticileri vardı. Silahla sopayla saldıran çete mensuplarını da unutmayalım.

Toplumun, ki azından bir kesiminin büyük bir umutla kredi verdiği bu siyasetçiler maalesef bunu mirasyedi gibi harcadılar ve hala da harcıyorlar.
Halbuki bir kaç sene içinde kolay kolay hiçbir siyasetçiye nasip olmayan  yoğunluklu siyasi tecrübelerden geçtiler. Ve çok ilginç bir şekilde hala aynı argümanlarla farklı sonuçlar bekliyorlar. Bu haliyle çoğunun beğenmediği toplumun bile gerisinde kaldıklarının farkında değiller. 
Liyakatlerinden, kabiliyetlerinden ve muhteşem CV’lerinden şüphe duymadığımız bu siyasetçilerin seçmeni ve genel olarak toplumu anlama, gereğini yapma konusundaki hataları artık tolere edilemeyecek aşamaya geldi.

YEREL SEÇİMLER, DEVASI OLMAYAN BİR GELECEK Mİ !!

Rahmetli Recep Yazıcıoğlu’nun sık sık söylediği gibi, sistem öyle bir yozlaşmış ki, bunu pansuman tedbirlerle düzeltmek na-mümkün. Sistemin dibi bulması ve yerine sıfırdan yeni bir sistemin kurulması tek şansımız. Ben de büyük bir çoğunluk gibi, iktidardan olduğu kadar muhalefetten de umudunu yitirmeye başlamış biri olarak, tüm bu aktörlerin kendilerini iyice sıfırlayıp bitirmeden yeni bir siyaset inşa edileceğini artık mümkün görmüyorum. 
İktidarın dili biliniyor ama topluma birlik-beraberlik, uzlaşı, tahammül ve beraber yaşama nutukları atan muhalefet siyasetçilerinin daha kendi aralarında bile uzlaşamamasını halk görmüyor mu sanılıyor acaba. Halkın gördüğü kesin ama bu arkadaşların görmediği net.

Parlamento ve CB seçimleri muhalefet açısından büyük bir kayıp oldu. Ciddi darbe yediler ama ölmediler. Öldürmeyen yara güçlendirir derler ama bu bizim muhalefet için pek de geçerli değil sanırım. Esasen ülkemiz zorlu bir sürece girdi. İktidar sözcüleri bu seçimler için  CHS’ninin tescili diyor. Aslında bir yönüyle doğru ama tam olarak değil. Çünkü İktidar devletin tüm imkan ve aparatları ile birçok politik atraksiyon ve algı çalışmaları ile seçmeni manipüle etti. Burada sandığa indirgenmiş bir ön kabul ölçü alınırsa iktidarın dediği doğru ama eksik. Ülkedeki siyasi konjonktürün otokrat bir tarza bürünmüş ve doğal olarak sandığın da seçimlerin de eşit ve rekabet içinde yapılmamış olduğu gerçeğini bir not olarak bırakıyorum.  Bu nedenlerden dolayı yaşadığımız  seçimlerin bu sisteme onay verdiğini söylemek imkansız.
Peki ne zaman tescil edilmiş olacak.? İktidar yerel seçimlere kadar mesela paramızın, pasaportunuzun değerini, insanların hayat kalitesini artırırsa, enflasyonu tek haneli rakamlara düşürürse, pahalılığı bitirirse, kaçak ve sığınmacı istilasına bir son verip bunları ülkelerine gönderirse, adaleti/ hukuku tesis eder yargıya güveni sağlarsa ve tüm bunlardan sonra yerel seçimlerde de halkımız oyunu iktidar partisine verirse o zaman bu sistem tescil edilmiş olur.
Peki bu sistem tescil edilirse ne olur? Lafı hiç uzatmadan söyleyim; burası birilerinin dediği gibi Orta Asya  cumhuriyetleri gibi tipik bir otokrat yönetim olmaz. Burası korkarım ki uyuşturucu ve organize bir sürü çetenin cirit attığı tipik bir Orta Amerika ülkesi olur.

Ülkenin bu hale gelmesinin önüne geçecek tek engel ise muhalefetin sen ben kavgasını bir kenara bırakıp yeni bir hikaye ile toplumun karşısına çıkması olacaktır..
Seçim sonuçları ile umutları zaten iyice tükenmiş, örselenmiş seçmeni motive edecek çok fazla bir argüman kaldı mı, ondan da pek emin değilim.
Kurumsal birlikteliklerin ve genel seçimlerdeki gibi ülke genelinde  kurulacak bir ittifak modelinin de yerel seçimlerde bir işe yarayacağını  düşünmüyorum. 
Burada yani yerel seçimlerde izlenecek belki de en gerçekçi yol, ayrı ayrı her seçim bölgesi için o yörede karşılığı olan kişiler üzerinden bir uzlaşı sağlamak ve o kişiye özgü  bir hikaye oluşturmaktır. 
Burada bir kişi ya da şehir adı zikredecek değilim ama milletvekili seçimlerinde yapılan yanlış ve gayretkeşlik kokan tercihlerin ne sonuç verdiği düşünülmeli ve ona göre bir yol çizilmelidir.

Ben ve benim gibilerin  çoğu zaman havanda su dövdüklerinin farkındayım. 
Siyaset kurumunu az çok tanıyan biri olarak bu söylediklerimin  bir karşılığı olmayacağını da biliyorum. Bunca yıllık tecrübe bunun canlı ispatı maalesef.  Ancak benim gibi insanların da tarihe ve ülkeye karşı bir sorumluluğu olduğu kanaatindeyim. Politikacılar gibi esip gürleyip sesimizi yükseltmiyoruz ama hiç olmazsa sözümüzü yükseltelim çabası içinde yazıp çiziyoruz.

Elbette bazı politikacılar çıkıp; iyi güzel de kardeşim hep eleştiriyorsunuz, peki çözüm öneriniz nedir, bir fikriniz var mı dediklerinde var ki bunları yazıp duruyoruz diyeceğiz. :)