Yıkıldık, canlarımız enkaz altında kaldı. Sadece 13 Milyon insanın yaşadığı illerimiz değil, işleyiş enkaz altında kaldı. İşleyişin çarklarını işletecekler enkaz altında kaldı. Bunları yazarken kılı kırk yararak yazmaya çalışmak da ayrı bir zorluk. İnsanın söyledikleri, yaptıkları, yaşayışı, yazdıkları ile kendini anlatmaya çalışması tarifsiz bir imkânsızlık.
Ötekileştiren dilin öfkesinin ya bendensin ya yoksun anlayışının sahada tezahürüne şahitlik ediyoruz. İnanç değerlerimizin bizleri bir arada tutması gereken noktadan daha da ötekileştirmeye doğru götürdüğü, var olan Devlet organizasyonunun son kırıntılarının da bu şekliyle tasfiye edildiğinin farkına bile varamayan tutulmuş akıllar… Sahip olduklarımızı yaratan, iman ettiğimiz yüce Allah (c.c.) nidalarının altında yıktığımızın farkına varıyor muyuz?
İktidarı ile muhalefeti ile herkesin ön plana çıkmaya çalıştığı, ben de buradayım, ben de diyen haykırışları, öykünüşlerine şahitlik ediyoruz. Kaybolan emeğin, yok olan sermayenin, oluşan zararın farkına varmadan, yaraları nasıl saracağımızı konuşmamız gerekirken, bizleri yöneten veya yönetmeye talip olanlar ve yandaşları olarak birbirimizi yemeye başladık bile.
Sanal alemde dolaşan TÜRKONFED “2023 Kahramanmaraş Depremi Afet Durum Raporu” veriler ışığında can ve mal kaybı öngörüleri incelendiğinde, 1999 Marmara-Gölcük Depremi hesaplama yöntemine göre 72.663 can kaybı ve 84.1 milyar dolar mali hasara neden olacağı öngörüldüğü, öngörülen mali hasarın 70.75 milyar dolarının konut zararı, 10.4 milyar dolarının milli gelir kaybı ve 2.91 milyar dolarının işgücü kaybı olacağının tahmin edildiği ifade ediliyor.
Bu tablo eskisinden çok daha fazla bir arada olmamız gerektiğinin bir göstergesi. Hele buna bu illerden diğer illere göç ile nüfus yoğunluğunun azalması, Suriye’de eş zamanlı yaşanan deprem sonucu 5 milyon civarında bir göç dalgasının ülkemize doğru geleceğini düşündüğümüzde altından kalkamayacağımız bir tablo ile karşı karşıya kalacağımız aşikâr… Böyle bir durumun yaşanması ve demografik yapının tamamen aleyhe değişeceği bir sürece ne kadar hazırlıklıyız ya da “Tek Dünya Devleti” için hazırlık mı yapıyoruz?
Kaybettiğimiz, enkaz altında kalan canlarımıza içimiz parçalanıyor, her kurtarılan can ile gözyaşlarına boğuluyoruz. Lakin, daha az can kaybının önüne geçilebilir miydi sorusunu da sormadan edemiyoruz. Yine sosyal medya müsilajının yarattığı yönlendirme ile EMASYA protokolü çerçevesinde birkaç hususa değinmek sanırım doğru bir yaklaşım olacaktır.
EMASYA Planlarına göre Valiliklerin onayı ile “askeri birlikler” hemen sorumluluk bölgelerine dağılırlar; malzemelerin dağıtımından, kurtarmadan, hırsızlıktan ve can emniyetinin sağlanmasından sorumlu olarak görevlerini yerine getirirlerdi.
Kanunun önüne geçen 28 Şubat sürecinin artığı olarak sisteme dahil olan uygulama, 07 Temmuz 1997 yılında dönemin Genelkurmay Başkanı Sayın Başbuğ’un kanun var gerek yok gerekçesi ile İçişleri Bakanlığı ile varılan karşılıklı mutabakat ile kaldırılmıştır. Bahse konu EMASYA protokolü BALYOZ DARBE PLANI kapsamında karşımıza çıkmış, yapılan soruşturma ve kovuşturma neticesinde bahse konu BALYOZ planının dayanağının EMASYA protokolü olduğunun dönemin 1.Ordu Komutanı Ç.D. tarafından ifade edildiği basında yer almıştır.
Bahse konu protokolün 14 Temmuz 2016 tarihinde “terörle mücadelede etkinliği gerekçesi ile” tekrar Sayın Cumhurbaşkanı oluru ile yürürlüğe girdiği, 15 Temmuz hain darbe kalkışmasından sonra tekrar kaldırıldığı kamuoyunun malumudur.
Hal böyle olunca, EMASYA protokolünün son halinin sosyal medya müsilajının köpürttüğü gibi bir durumu bünyesinde barındırmadığı anlaşılmaktadır. Bunlarla uğraşırken gerçeklerin devam ettiğini, yaşandığını görmezden gelerek sığ tartışmalarla boğuşmak nafile. Lakin tespit edilmesi gereken yaklaşana bir cisim misali sorun var.. Önümüzde yönetmekte zorlanacağımız Kaotik bir süreç var.. Sorunun adını tarafsız, bilim merkezli aklı sahaya sürecek şekilde tanımlamak hiç olmadığı kadar elzem.
Sorun siyaset kurumunun tüm tüm katmanları ile içine düştüğü “Oklokrasi” olabilir mi? Linkden-Özden Bekir Karakuş (onedio’dan alınma) paylaşımındaki açıklamalar ışığında özetle; Oklokrasi’de geniş halk kitlelerinin desteğini elinde tutan siyaset kurumu, mutlak güce sahiptir. Oklokrasi, ülkelerde genellikle uzun ve geniş bir dönem içerisinde yavaş yavaş ortaya çıkar. Bunun en önemli sebebi ise eğitim seviyesinin düşmesi, nüfusun kontrolsüz artışı ve nüfusun entelektüel seviyesinin düşmesi veya eskisi gibi artmamasıdır.
Sorun; işleyen bir sistemimiz olsa idi, inisiyatif alabilen yerel yöneticilerimiz hızlı hareket edebilse, eşgüdüm sağlansa idi yaşanan afet sonucu can ve mal kayıpları daha az hasarla atlatılamaz mıydı?
Sorun; etten kemikten yaratılmış Sayın Cumhurbaşkanına bu kadar yük yükleyerek oturdukları koltukta kalabilmek için gerçekleri örtbas eden, siyasi elit, bürokratik kadro olabilir mi?
Buna hep beraber, siyaset kurumunun tamamı; millet olarak karar vermek yerine tarih önünde mahkûm olmayı mı bekleyeceğiz? Bunları soracağız, sormaya da devam etmeliyiz. Soralım ki cevaplarımızla, hatalarımızla yüzleşebilelim. Düşünenleri ötekileştirerek işin kolayına kaçmayalım.
Sayın Doğukan Demirkaya’nın Düşünce; Bir Beyin Salgısı kitabında “Bir düşünceyi zorbalık yaparak, mahpusa tıkarak, satın alarak, kurşun sıkarak yok edemezsiniz. Düşünceyi yok etmenin tek yolu, ondan daha iyi bir düşünce üretmektir.” Bizde bunu yapmak zorundayız.
Yaşanan, hepimizin enkaz altında kaldığı, binlerce cana mal olan afette, yapılanların yanlışlığını dile getirenleri ötekileştirip linç ederek ne elde ettik? İşini gereği gibi yapmayan müteahhidi cezalandırmak olmalı evet, peki fay hattını imara açan yerel yöneticilere, siyasetçilere ne demeli?
Deprem gecesi yapılan açıklamalar ışığında depremin 04.17’de gerçekleştiği, AFAD’ın 05.oo’te ön raporu Sayın Bakan’a teslim ettiği, raporda depremin büyüklüğü, nereleri, kaç kişiyi etkileyeceği belirlendiğine göre top yekûn harekete geçmek için neyi bekledik? Hele birde deprem bölgesine yönelik AFAD’ın hazırladığı rapora göre önlem alınması gerektiği çok öncesinden ifade edilmesine rağmen önlem almayanları ne yapacağız?
Tüm, olumsuzlukları Allah’ın izniyle atlatırız. Lakin, tüm kurumlar çok daha erken iş birliği çerçevesinde hareket edebilseydi, kurulan hava köprüsü daha önce kurulsa, TSK, Emniyet, Jandarma daha erken eşgüdüm halinde sahaya inebilseydi, can kaybımız az olabilir miydi? İnsan sormadan edemiyor.
Bu son olsun, olmalı! Eğitim kalitemizi, entelektüel seviyemizi, sorumluluk ve inisiyatif bilincimizi yükseltecek “Beyaz Zambaklar” kitabını bize özel yazabiliriz. Hiç olmadığı kadar birlik beraberlik içerisinde olma zamanı… Ne olur birbirinizi yemekten, birbirimizi yedirtmekten vazgeçin, vazgeçin, vazgeçin...