Selim Gürbüzer


BOLŞEVİK İHTİLALİ VE LENİN

Nasıl ki Fransız ihtilalin nedeni eski Fransa ise, Bolşevik ihtilaline neden olan da hiç kuşkusuz eski Rusya’dır.


Nasıl ki Fransız ihtilalin nedeni eski Fransa ise, Bolşevik ihtilaline neden olan da hiç kuşkusuz eski Rusya’dır.

      Her şey kilise ve Çar’ın kontrolünde işleyen bir çark vardı, onlar ne diyorsa o oluyordu. Her ikisi de merkezi temsil ediyordu. Merkezin etrafında ise büyük toprak ağaları denen asiller vardı. Köylüler toprağa bağlı adeta bir köleydiler. Bu yüzden köylü kurulu mevcut rejime çok öfkeliydi. Öyle ki geniş kesimlerden öfke sesleri çığ gibi çoğaldıkça, Çar bir nebzede olsa ipleri gevşetmek zorunda kalır. Buna mecburdu zaten. Zira tüm dünyada olduğu gibi Rusya’da da tarım toplumundan sanayi toplumuna doğru geçiş söz konusuydu. Kaldı ki sosyologların; “Her geçiş süreci sancılı geçer” tespiti bu durumu teyit ediyor. Nitekim Çar’ın sıkı disiplin uygulamalarından birazcık taviz vermesiyle birlikte korktuğu sancı başına gelir de. 

        Nasıl mı? 

        Dünden bugüne ihtilaller tarihine bir bakınız Fransa’nın Robespierre’si ne ise Rusya’nın Neçayev’i de odur.  Zira Neçayev Rusya’nın bir değişik asi evladıdır. Değim yerindeyse tam tamına eylem hippisi anarşist bir tiptir. Hatta “Devrim kanla yazılır” sözü de bizatihi ona ait bir slogan, ama bu sloganik söz kendisine pahalıya mal olacaktır. Şöyle ki; aşırı fevrice kabına sığmayan tavırları kendisinin zindana mahkûm olmasına yetip şüpheli bir ölümle bu dünyadan terki diyar eyleyecektir. Ardından bıraktığı tek mirasta adını şiddet tarihine yazmak olur. Ve bu mirasın alıcısı çıkarda.  Öyle ki; Neçayev zindanda ölümünü beklerken bile dışarı da onun izinden giden binlerce terörist türeyi veriyordu. Üstelik Çar bu öfkeli kalabalık insanların üzerine gittikçe gizli örgütler her tarafta daha da dalga dalga yayılaraktan mantar gibi çoğalıyordu. Hele bu örgütler arasında gözlerden kaçmayan en dikkat çekeni vardı ki; bu örgüt ‘Bolşevikler’ olarak adından söz ettirecektir. Bu arada Lenin’de örgütün yaptığı eylemler vesilesiyle adını duyurmuş olacaktır.  Lenin, malum stratejik kabiliyette teoriyi pratiğe geçirmede iyi bir uygulayıcı olmanın yanı sıra aynı zamanda iyi de teşkilatçı bir liderdi. O önce stratejisini düşmanını tek tek sinek avlama taktiği üzerine kurmasına kurmuştu ama ilk etapta bu taktik yöntem tutmaz. Dolayısıyla yeni yöntem ve taktikler üzerinde kafa yorup denemeye koyulur bile. Derken adına ister kitle terörü denilsin isterse devrimci terör,  hiç fark etmez sonuçta kafasında belirlediği stratejiyi eyleme geçirdiğinde bir anda ezilen kitleleri ihtilal havasına sokmayı başaracaktır. Ancak Lenin fikri yetenek bakımdan eksikti,  olsun pekte bunun bir önemi yoktu, önemli olan kitleleri eyleme sürükleyecek stratejik kabiliyette olmasıydı. Nitekim onun teşkilatçı yönünün teorinin önünde ağır basması ona kitleleri peşine takmayı başaracak bir atmosfer oluşturup böylece bu stratejik kabiliyeti sayesinde kendisi hep ihtilalci bir lider olarak önde olur.  O her ne pahasına olursa olsun bir kere iktidar olmayı kafasına koymuştu, hatta yola koyulurken de  'ölmek var dönmek yok' diyecek kadar kendinden geçmiş bir liderdi.

        Lenin en küçük detayına kadar tüm planlarını gözden geçirmenin yanı sıra medyanın gücünü bildiği için ISKRA gazetesinde yazmayı da ihmal etmez. Gazetede verdiği mesajlarla işçiyi, köylüyü kendi çekim alanına çekip habire kitlelere heyecan aşılıyordu. Derken bir yıl içerisinde birikmiş makaleleri “What is to be Done?” isminde, yani  “Ne yapmak gerek” isminde kitap haline gelir de. O halde ISKRA gazetesi deyip geçmemek lazım. Öyle anlaşılıyor ki söz konusu gazetenin kitleler üzerinde algı oluşturmasıyla birlikte Bolşevikler bir anda marjinal bir örgüt olmaktan çıkıp kitlesel güç hale gelmesinde baş kaynak propaganda aracı olabiliyor. 

       Artık bir noktadan sonra proletarya emekçi değil, her biri ihtilalci gerilla olarak dikkat çeker. Ancak ihtilala giden yolda yöntem bakımdan kendi aralarında fikir ayrılıklarının olduğu da gözden kaçmaz. Şöyle ki; tarihin yapraklarını çevirdikçe Bolşeviklerin tıpkı Fransız ihtilalcilerin kendi aralarında ki ayrışmalarının bir değişik benzer örneğinin Bolşevik üyelerinin kendi arasında da yaşandığına şahit olmaktayız. Nitekim 1903’deki Bolşeviklerin demokratik kanadını Martov taraftarları oluştururken ihtilalden yana tavır takınan kanadını ise Lenin taraftarları oluşturur. Kendi aralarında yapılan oylamada demokratik kanat azınlıkta kalınca onlara azınlık manasına gelen Menşevik denildi, çoğunluk olana da Bolşevik adı verildi. İşte bu iç mücadelede kazanan Lenin olunca kendi iç dünyasında hedef büyültme motivasyonu ve iştiyakı daha da artar. Hem nasıl motive olmasın ki, şartlar sürekli onun lehine işliyordu hep. Zaten onu meşhur eden de şartların ihtilal saati vaktine ayarlı olmasıydı.

       Malumunuz tarihler 1891–1892 yıllarını gösterdiğinde Rusya’nın kıtlık ve açlık yıllarıydı. Çar, bu yıllarda öncelikle aç mideleri doyurması gerekirken o habire dışarıya buğday ihraç edip döviz elde edip sanayileşmek derdindeydi. Tabii bu tablo Lenin için bulunmaz bir fırsattı. Gerçekten de fırsatı ganimet bilip sokaktaki sıradan bir insana bile ayaklanma taktiği ve stratejisini kısa zamanda öğretmek ve kazandırmakta güçlük çekmeyecektir. Önce provoke edip kışkırtma, ardından sokak gösterileri, en nihayetinde halk ayaklanmasına dönüştürmeyi beceren bir siyaset sergileyecektir. 

       Düşünsenize Bolşevikler bu yola baş koyduklarında sayıca 25 bin kişiydiler, ama sonradan milyonları ortak payda da buluşturan büyük kitlesel güce ulaşacaklardır. Hatta bu noktada Lenin, düşman addettiği tarafları bile ustalıkla provoke ederek kitleleri tek yumruk altında toplayabildiği gibi etnik farklılıklarından dolayı zulme uğrayan Yahudi ve Türk gibi toplulukların yumuşak karnı olan ‘Her ülke kendi kaderini kendi tayin etmeli’ taleplerini de kullanıp aynı cepheye dâhil edebilmiştir. Hele Çar halkı dipçikle hizaya getireceğinin zannıyla bilinçsizce her türlü gösterinin üzerine şiddet uyguladıkça Lenin’in işi daha da kolaylaşıyordu. Yetmedi bunlara ilaveten Çar ve ordusunun Japonya karşısında mağlup olması kitlelerin belleğinde Çar’ın devrilebileceği kanaati hâsıl olup bu vesileyle onu bir şekilde ihtilal yoluyla devirebileceklerinin cesaretini kamçılayacaktır. Kamçıladıkça da kitleler iyice zıvanadan çıkıp patlamaya hazır bomba hazır hale geliyorlardı. Öyle ki; 1905 Ocakta yaklaşık üç milyon insanın genel greve gitmesi ihtilalin artık geliyorum işaretinin ilk habercisiydi. Üstelik Rahip Gapon’un bu öfkeli kalabalık karşısında Çar’ı ikna etme teşebbüsleri de fayda vermez. Artık iş ok yaydan çıkmıştı ki, sonunda tüm çabaların boşa gittiğini gören ve üstelik polisle bir şekilde ilişkili olan Rahip Gapon’u bile muhalefet safına itecektir. Elbette ki o, işçilerin haklı talepleri karşısında duyarsız kalamazdı, vicdanının sesine kulak verip en yakından şahit olduğu Çar'ın bu tutumundan dolayı öfkeli kalabalığın yanında yer alır. 

        Çar’ın aldığı bu sıkı güvenlik önlemleri ile rejim koruma altına alınamadığı gibi gerçekleşmek üzere olan devrimin gücüne de güç katıyordu. Belli ki korkunun ecele faydası yoktu. Sonunda kitleler ihtilalcilerle aynı safta buluşup 1905 Ekimi ayında genel grev ve ardından isyan niteliği kazanmaya başlayan fitili ateşleyeceklerdir. Git gide olaylar doruğa ulaşınca, Lenin apar topar İsviçre’den Rusya’ya gelecek, ama Bolşeviklerin asıl etkinliği bir yol sonrasında gerçekleşecek olan II. Moskova ayaklanmasındaki olaylarda görülecektir. Bu olaylarda da görüldü ki;  henüz tam olgunluğa erişmemiş teşkilatsız yığınlar söz konusuydu. Böylece bu durumda teşkilatlanma ihtiyacı doğmuş, derken Sovyet işçileriyle birlikte Sovyet teşkilatını kuracaklardır. Tabii kurulan bu teşkilat Bolşevik ve Menşevik çekişmesini beraberinde getirse de kazanan taraf Bolşevikler olur. 

        Lenin öyle kendinden emin adımlarla bütün iktidar Sovyetlere diye çağrıda bulunur ki, her defasında kitleleri coşturmasını bilecektir. Her ne kadar Moskova ayaklanmasında birçok işçinin kanı akıtılmasından dolayı arkadaşlarınca eleştiri alsa da, o tâ baştan beri yapacağı devrimin kanla gerçekleşebileceğinin düşüncesinden hareketle bunu kazanç olarak değerlendiriyordu. 1905 yılı yine de kayıp bir yıl sayılmazdı, bir nevi 1917 Ekim ayının provası sayılırdı. Belki de bu prova olmasaydı Bolşevik ihtilali gerçekleşemezdi. Zaten bu itirafı dile getirende Lenin’in bizatihi kendisidir. Lenin başarısızlıklarda bile yeni stratejiler ortaya koyacak usta bir aktör olduğu şundan besbellidir ki,  bu işin sadece işçi kesimiyle değil,  köylüyü de yanına çekip kazanmak gerektiğini ve aynı zamanda resmi ordunun çökertilmesi suretiyle bu işin gerçekleşebileceğini söyleme cesaretini kendinde bulabiliyordu. Bundan daha da öte  “işçi-köylü-ordu” üçlü sacayağını bir araya getirmedikçe özlenen ihtilalin hayal olabileceği kanaatini taşıyordu.  İşte bu noktadan sonra Lenin  ‘Rusya’nın canı cehenneme, bana proletarya ihtilalı lazım’ sloganıyla insanları etkilemeye çalışacaktır hep. Her ne kadar savaş esnasında ortaya atılan bu slogan yüzünden hakkında  “Lenin acaba Alman ajanı mı” dedikodularıyla yüzleşse de, o tüm bu söylentilere aldırış etmeksizin yolunu yol bilip kısa bir zaman sonra onu Alman casusu diye karalayanlar bile ardına düşeceklerdir.  Nitekim 1916 Ekim ayı geldiğinde grevciler; ‘Kahrolsun savaş, davamız ekmek ve barış’ diye seslendirdikleri sloganlarla Lenin’in beklediği anın yavaş yavaş gerçekleşeceğinin muştusunu veriyordu. Çar ise önce işçilerin başkaldırışı, sonra orta sınıf ve en nihayet askerlerin isyanı karşısında şaşırıp işlerin çığırından çıktığını anlasa da bu noktadan sonra kontrolü ele alması zor görünüyordu. Gerçekten de maiyetinde tuttuğu generallerin görüşünü aldıktan sonra tahtından çekilmek zorunda kalır. İşte kitlesel güç budur. Anlaşılan o ki; kitlelerin canı isterse aşamayacağı engel yoktur. Bu durumda Rusya'nın başsız Duma üyeleri Duma komitesi kurarak ülkeyi başıboş bırakmak istemediler ve tez elden idareyi ele alacaklardır.

      Çar’ın çekilmesiyle birlikte, Lenin fırsattan istifade Avusturya’dan Rusya’ya dönüp daha ayağının tozuyla geldiği topraklara bastığında ‘Geçici hükümeti desteklemeyin’ talimatını verir. Derken Lenin’in bir yandan kitleleri harekete geçirme teşebbüsü, diğer yandan Alman ordusunun baskıları mevcut geçici hükümetin elini zayıflatmaya ziyadesiyle yetecektir. Artık işler öyle bir noktaya gelir ki, Bolşevik olmayanlar bile  ‘Bütün iktidar Sovyetlere’ flamasını taşımaya koyulurlar. Hükümet ise kendince sert tedbirlere başvurur başvurmasına ama sokak gösterileri bir türlü dinmek bilmeyip tam aksine günden güne alev bacayı sarıyordu. Bu arada Lenin’de, hükümetin sıkı takip baskıları karşısında Finlandiya’nın sınırına yakın bir köye saklanır, Troçki ise tutuklanıverir. Dahası hükümet sıkı güvenlik uygulamaların dozunu artırdıkça kitleleri daha da bir ihtilal yapmaya sürüklüyordu. Nitekim gerçekleşen iç savaşta zafer Bolşeviklerin lehine neticelenmiş olur. 

       Lenin artık ihtilalle birlikte hedefine ulaşmayı bilmiştir, ama tıpkı Fransız ihtilali örneğinde olduğu gibi o da beraber yola koyuldukları kader arkadaşlarını sırasıyla birbir yiyecektir, hem de proletarya yalanının ardına sığınarak bunu gerçekleştirir. Sadece ihtilal sonrası kıyılan evlatlar mı, elbette ki hayır,  Bolşevik olmayan solculardan tutunda sosyalistlere kadar hemen herkes, hatta ilerisinde Rus olmayan milletlerde bu durumdan kendi payına düşeni alır. Kelimenin tam anlamıyla yediden yetmişe hemen herkes Lenin yönetimi altında ezilip hor görüldüler. Böylece ülke genelinde bütün ümitlerin hayal kırıklığına dönüştüğü bir tablo ortaya çıkar. 

       Lenin'in de diğerlerinden farkı olmadığı bir kere her şeyden önce  “ihtilaller evlatlarını yer” ilkesini harfi harfine uyguladığından besbellidir. Onun doyasıya kan dökmeyi hayat prensibi hale getirmesi bir yana şöyle geriye dönüp baktığında döktüğü kanlardan ötürü zerre miskal pişmanlık duyma ihtiyacı bile hissetmemiştir. Kan akıttıkça sürekli akıtası geliyordu. İşte o böyle bir dikta adamdı. Onun da Jakobenlerden ve Nazilerden hiçbir farkı yoktu, Bolşevik devrimini kanla gerçekleştirdi geçekleştirmesine ama yönetimin iplerini eline aldığında özgürlük, adalet,  iş, aş,  ekmek gibi güzel kavramlar yerini bulmadı,  meğer o güzel kavramlar hedefe varmak için kullanılan bir araç için söylenmiş kavramlardır. Ne de olsa iş işten geçip maksat hâsıl olmuştu, o güzel kavramlar “Dün dündür,  bugün bugündür” felsefesi Lenin içinde geçerli akçedir. 

        Lenin’in açtığı bu yol Stalin döneminde devlet terörüne dönüşüp tüm hızıyla devam eder de. Artık sıra ihtilale destek veren kader arkadaşlarına gelmişti. Öyle ya, ortada düşman kalmadığına göre, üstelik sistemde kan üzerine kurulu bir düzen olduğundan istese de beslendiği kan akıtmaktan vazgeçemezdi. Kaldı ki sistem için kansızlık susuzluk demekti. Dolaysıyla bu iş Lenin’den sonra Stalin'e kalıp ilk etapta Troçki hedef tahtasına yerleştirilip mercek altına alınır. Zira Troçki gibi bilge bir insanın fikir gücünden çekiniyorlardı. Onların açısından bir şekilde Troçki’nin defteri dürülmeliydi. İlk uygulama olarak Troçki önce sürgün edilir, akabinde bir ajan vasıtasıyla öldürülmesi takip eder. Nasıl ki Fransız ihtilalinde rol oynayan Jakobenlerin kendi içinde sağ sol kutupları oluştuysa aynen öyle de Bolşeviklerinde bir tür kendi içinde sağ ve sol kanatların varlığı söz konusuydu. İşte bu ikili durum, aslında Stalin'in işini kolaylaştırıyordu, sağın hesabını solla hallederken solun hesabını da sağla hallediyordu. Böylece herkesi bir havuzda boğmak çok daha kolay oluyordu. Zaten kendisinin kasaptan bir farkı yoktu, dönemi boyunca milyonlarca insan öldürülmüş ve mahkemeler adeta mezbahaya dönmüştü.

      Anlaşılan o ki; gerek Lenin dönemi olsun gerekse Stalin dönemi olsun hiç fark etmez Rusya’da değişen bir şey olmadı. Bu dönemlerde de yine kan, yine gözyaşı, yine ezilen ve sömürülen halklar vs. gırla devam etti.  Nitekim  ‘Slav’  ibaresinin kavramsal anlamı köle ruhu demektir, dolayısıyla ruh kökleri özgürlükten yoksun Moskoftan ne dost sistem oluşur ne de post sistem. Malum Moskofların Çarlık Rusya’sı sonrası kurdukları sistemde dış dünyaya kapalıydı. Öyle ki etrafında demir perde varı ördüğü dikenli tel örgülerle ABD karşısında şişirilmiş bir güç olarak bir süre gündemde tutunabilmiştir. Neyse ki Gorbaçov döneminin glasnost (açıklık) ve perestroyka (yeniden yapılandırma) politikaları devreye girer de bu sayede 70 yıllık kominizim rejimi ve Slav ruhu daha yüzyılını dolduramadan nihayet çökmek zorunda kalır. Böylece bağrında taşıdığı milletler özgürlüklerine kavuşma imkânına kavuşmuş olurlar. Bakalım Rusya ileriki yıllarda yeniden Slav ruhuna dönecek mi? Şimdilik izleyip bir görelim Slav ruhuna dönüp dönmeyeceği belli olur elbet.

        Vesselam.

         Not: İhtilallerle ilgili daha geniş kapsamlı bilgi edinmek isteyenler KDY yayınlardan çıkan “Masonlar-Marksistler-Kapitalistler Ve Biz” adlı eserimi aşağıdaki linkten temin edip bilgi edinebilirler: 

https://www.kitapyurdu.com/kitap/masonlar-marksistler-kapitalistler-ve-biz/648527.html&filter_name=selim+gurbuzer

  1. Masonlar Marksistler Kapitalistler ve Biz

Selim Gürbüzer

 

KİTAPYURDU DOĞRUDAN YAYINCILIK (KDY)