Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) Taraflar Konferansı (COP29) sona erdi. Zirvenin bu yılki temel konusu, zengin ülkelerin yoksul ülkelere fosil yakıtlardan uzaklaşmaları ve iklim krizinden kaynaklanan zararlarını gidermeleri için gerekli olan finansmanla ilgili bir karar verilmesiydi. Bu nedenle COP29’a ‘Finans COP’ da deniliyordu.
Bu kapsamda iklim krizinden zarar gören yoksul ülkeler dünyayı kirleten zengin ülkelerden, yıllık 1,3 trilyon dolarlık bir hibe talep ediyordu. Ancak bu beklentileri karşılanmadı, zirve yıllık 300 milyar dolarlık finansman hedefi kararıyla hüsranla sona erdi.
***
Öncelikle belirtmek gerekir ki, küresel sıcaklık artışının yol açtığı iklim krizi yalnızca çevresel bir sorun değil, aynı zamanda bir insan hakları sorunu. İklim değişikliğinin yol açtığı kuraklık, seller, doğal afetler, orman yangınları dünyada her yıl binlerce insanın ölümüne yol açıyor, milyonlarca insanı yerinden ediyor; gıda güvenliğini ve suya erişim sorunlarını her geçen gün derinleştiriyor.
Bu bağlamda, insan haklarını aslında en çok dünyayı kirleten ülkeler ihlal ediyor. COP zirveleri dünyayı yönetenler için, bu anlamda her yıl çevre ve insan haklarının kesişim noktalarını ele almaları konusunda önemli fırsatlar sunuyor. Ancak ne yazık ki bu fırsatlar yeterince değerlendirilemiyor.
Gelişmiş ülkeler, iklim krizinin sınır tanımadığını ve buna en çok da kendilerinin neden olduğunu biliyor olmasına rağmen sıra sorumluluk almaya gelince çözüm üretmekten her seferinde kaçınıyor.
***
Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de 11 Kasım'da başlayan COP29 konferansı, 22 Kasım'da sona erdi. Zirveye her zamanki gibi yine katılım çok yüksekti, 196 ülkeden yaklaşık 76 bin kişi katıldı. Geçen yıl en fazla karbon dioksit salınımı yapan 13 ülkenin üst düzey liderleri zirveye katılmadı ancak her ülke temsil edildi. BM yetkilileri ise iklim görüşmelerine aktif olarak katılım sağladı.
***
Zirvede, özellikle karbon emisyonlarının azaltılması, yenilenebilir enerjiye geçiş ve iklim finansmanı konularında somut adımlar atılması gerektiği vurgulandı. Ancak geçen yıl olduğu gibi konferansın sonuçları bu yılda bir çok kesimde memnuniyet yaratmadı. Şöyle ki;
Zirvede, karbon emisyonlarının azaltılmasına yönelik taahhütler yetersiz kaldı. Gelişmekte olan ülkelerin iklim krizine uyum için ihtiyaç duyduğu finansal destek tam anlamıyla sağlanmadı. Bazı ülkeler fosil yakıt kullanımını tamamen bırakmaya dair yine somut adımlar atmaktan kaçındı. Gençlik hareketleri ve sivil toplum kuruluşları etkin bir şekilde sürece dahil edilmedi. Olumlu gelişmeler ise şunlardı; daha fazla ülke yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişe öncelik vermeyi taahhüt etti. İklim değişikliğine uyum sağlamak için ayrılan fonların da artırılmasına karar verildi.
***
Ancak Avrupa Birliği (AB), Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Japonya gibi sanayileşmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelere 2035'ten itibaren yılda 250 milyar dolarlık finansman teklifinde bulunması zirvede büyük bir gerginlik yarattı; iklim kampanyacıları, Joe Biden yönetimini ‘adil bir pay ödeme’ yönündeki söyleminden vazgeçmekle suçladı. Bir ara küçük ada devletlerini ve en az gelişmiş ülkeleri temsil eden gruplar sinirlenerek toplantıyı terk etti, hatta bu sırada ABD’nin iklim elçisi John Podesta tartaklandı. Öyle ki Bakü’de iklim görüşmelerinin çökebileceği yönünde endişeler yaşandı.
***
Neticede bir finans anlaşması yapıldı; gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere 2035 yılına kadar yıllık 300 milyar dolarlık bir finansman sağlanacağı hedefi kabul edildi. Ancak bu finansmanın hibe değil, kamu ve özel kaynaklardan kredi olarak temin edilmesine karar verildi. Yani yoksul ülkeler, gelişmiş ülkelerin yol açtığı iklim kriziyle mücadele edebilmek için hem onlardan borç alacak hem de onlara faiz ödemek zorunda kalacak. Bu anlaşmanın birçok açıdan adil olmadığı ortada. Örneğin 2022 Ağustos ayında Pakistan’da yaşanan 1000’den fazla kişinin öldüğü tek bir sel felaketinde dahi oluşan ekonomik zarar 30 milyar dolardan fazla. Üstelik araştırma raporları dünyada son 35 yıldır salınan küresel sera gazlarının %71'inden dünyadaki 100 büyük fosil yakıt şirketinin sorumlu olduğunu ortaya koyuyor. 2022 raporlarına göre dünyayı en çok kirleten ilk 10 ülke de, Çin, ABD, Hindistan, Rusya, Japonya, Almanya, İran, Suudi Arabistan, Güney Kore, Endonezya. Atmosferde sera etkisine yol açan gazları en fazla üreten iki ülkenin ise Çin ve ABD olduğu kabul ediliyor ve iklim krizinin bu iki ülkenin iş birliği ve kararlılığı olmadan çözülemeyeceği vurgulanıyor. Her iki ülkede iklim değişikliğiyle mücadelede sık sık iş birliği mesajı vermesine rağmen iklim zirvesine geldiğinde sorumluluk üstlenmekten kaçınıyor. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, son yıllarda iklim değişikliğinin yol açtığı küresel eşitsizlik konusunda dünyayı kirletenlerin zararı karşılaması gerektiğini, küresel sıcaklık artışının 1,5 santigrat derecede tutulabilmesi ve az gelişmiş ülkelerin iklim kriziyle mücadele edebilmesi için desteğe ihtiyacı olduğunu açıkça belirtmesine rağmen, ne o şirketlere, ne de o ülkelere küresel bir sorumluluk yüklenmiyor. Bunların karbon borsası yolunu kullanarak dünyayı kirletmeye devam etmelerinin de yolu kapatılmıyor. Dolayısıyla gelişmekte olan ülkelerin zirvede varılan finans anlaşmasından memnun kalmaması çok haklı.
***
COP29’da görüşülmesi beklenen konulardan bir diğeri de COP28’de alınan ‘fosil yakıtlardan vazgeçme kararı ve bu kararın ülkelerin Ulusal Katkı Beyanlarında (NDC) nasıl planlanacağı’ idi. Ancak zirvede karşılanamayan bütün beklentiler gibi bu konunun da görüşülmesi Bonn İklim Konferansı’na ve Brezilya’da yapılacak COP30’a kaldı. Türkiye’nin de aday olduğu COP31’in nerede yapılacağı ise, Bonn İklim Konferansı’nda görüşülecek.
***
COP29 Türkiye
Zirvede 12 Kasım’da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından Türkiye’nin 2024-2028 Stratejik Planı açıklandı. Bu belgede, Türkiye’nin petrol ve doğalgaz altyapısının güçlendirileceği, yerli kömür, petrol ve doğalgaz arama ve üretim faaliyetlerinin artırılacağı belirtiliyordu. 13 Kasım’da da,Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından Türkiye’nin ‘2053 Uzun Dönemli İklim Değişikliği Stratejisi’ açıklandı. Bu belgede ise, Türkiye’nin 2053 yılında % 50 yenilenebilir enerji, % 30 nükleer enerji hedefi belirtiliyordu ancak iklim değişikliğinin en büyük nedenlerinden biri olan kömürden çıkışa dair herhangi bir tarih ve plan yer almıyordu.
Bu kapsamda Greenpeace Türkiye yetkilisi, hem Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na hem de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na ‘Fosil yakıtlardan çıkış için net tarih ne zaman? sorusunu yöneltti ve her iki belge ile ilgili şu değerlendirmeyi yaptı: ‘Uzun Dönemli İklim Değişikliği Stratejisi’nde iklim değişikliğinin en büyük nedenlerinden biri olan kömüre dair herhangi bir plan yer almıyor. Enerji dışındaki pek çok sektör için de tatmin edici azaltım hedefleri öngörülmüyor. Belgede yer verilen nükleer enerji ise iklim değişikliği ile mücadelede küresel sıfır emisyon hedefine katkı sağlamada etkisiz ve pahalı bir yatırım. Nükleer kazalarda gördüğümüz gibi pek çok güvenlik sorununu beraberinde getiriyor ve nükleer atık sorunu hala çözülebilmiş değil.’
Greenpeace Türkiye yetkilisinin sorusunu; geçen yıl ‘fosil yakıt kullanımını azaltacağız’ açıklamasında bulunan Bakan Murat Kurum ‘zaman içerisinde fosil yakıtlardan çıkmış olacağız’ şeklinde yanıtladı. Bakan Kurum’un bu açıklaması ile, Türkiye fosil yakıtlardan çıkış hedefini ilk defa dile getirmiş oldu.
***
İklim kriziyle mücadelede yapılması gerekenler aslında çok açık ve net; fosil yakıtlardan vazgeçmek ve sıfır emisyon hedefine katkı sağlamada etkisiz olan ve pek çok güvenlik sorunu barındıran nükleer enerji gibi çözüm önerilerinden uzak durarak yenilenebilir enerji kaynaklarına geçmek. Türkiye’nin en büyük sera gazı kaynağı kömür olduğuna göre, öncelikle yeni kömür termik santralleri açmaktan ve mevcut termik santrallere (Afşin-Elbistan’da olduğu yeni santral büyüklüğünde) ek üniteler yapmaya kalkışmaktan vazgeçilmesi ve kademeli olarak kömürden çıkışa dair net tarih içeren bir plan belirlenmesi gerekiyor.
***
Sonuç olarak Türkiye olarak hedefimiz, iklim kriziyle mücadelede uluslararası iş birliğini güçlendirmek ve Paris Anlaşması hedeflerine uygun politikalar geliştirerek çözümün bir parçası olmaya çalışmak olmalıdır. Su fakiri ülkeler arasına sürüklenen bir ülke olarak bu konu bizim, zamanın akışına bırakabileceğimiz yahut iç politikalara göre tercihte bulunabileceğimiz bir konu değildir, bir zorunluluktur; ülkemizin iklim değişikliğinden en çok etkilenen Akdeniz Havzası içerisinde yer aldığını da, göç yolları üzerinde bulunduğunu da unutmamalıyız.
Kaynak;
www.greenpeace.org
www.trthaber.com
tr.euronews.com