İrfan Sönmez


DİNİ SÖYLEMİN İNSANİLEŞTİRİLMESİ

Dinin siyasallaştırılarak iktidar aracı haline getirilmesi, -problemli- bir din anlayışının ortaya çıkmasına neden olmuştur.


Dinin siyasallaştırılarak iktidar aracı haline getirilmesi, -problemli- bir din anlayışının  ortaya çıkmasına neden olmuştur. Öyle ki, dinÎ olmayan nice kurum veya unsur çarpıtılarak kutsallaştırılmış, dinin bir rüknü haline getirilmiştir.

Kader meselesi, hilafet, ulul emre itaat ve biat gibi kimi konular bu çarpıtmalara örnek olarak gösterilebilir.

Hilafet, tamamen  dünyevi ve siyasi bir kurum olmasına rağmen, kayıtsız şartsız itaati sağlamak ve eleştirilerden vareste tutmak için dinileştirilmiştir. Çünkü bir şey kutsallaştırılınca, onu eleştirmek dine taarruz gibi algılanmakta, büyük tepki grmektedir.

Kader meselesinin bağlamından çıkarılarak insan yaşamının bir nevi Allah tarafından önceden belirlenmiş bir zorunluluk haline getirilmesi de dinin siyasallaştırılması ile ilgilidir. Bu düşüncenin mucidi Emevi halifeleridir. Koltuklarına  yönelik tehdit ve tehlikeleri bertaraf etmek için 'bu Allah'ın kaderidir' diyerek konumlarını  koruma altına almışlar, her türlü muhalefeti bu gerekçe ile bastırmışlardır.Sonraları bu uygulama dini bir hüküm gibi nesilden nesile, toplumdan topluma aktarılarak süreklilik kazanmıştır. Bu siyasi mirastan dolayı Nizamülmülk, yönetimin  bir Kuran buyruğu olduğunu, hükümdarın da Tanrı'nın görevlendirdiği seçkin bir kişi  olduğunu söyleyerek, zorla ele geçirilen iktidarı meşrulaştırmaya çalışmıştır. Günümüz dünyasında, bu yöntemle ele geçirilen bir iktidarı savunmak mümkün olmadığı gibi, şura ve liyakati emreden İslam'la bağdaştırmak da mümkün değildir.İnsanın kendi kaderini tayindeki rolünü devreden çıkarmak, aslında yaradılıştaki gayeyi ortadan kaldırmaktır. Zira bu anlayış, insanı, kendi fiillerinin faili olmaktan çıkararak  dini ve onun hükümlerini  gereksiz hale getirmektedir.

İslam'da hiç bir kişi veya kuruma kayıtsız şartsız itaat yoktur. İtaat şartlıdır; Hz.Peygamber'in ifadesiyle marufla sınırlıdır. Maruf'u bugün,  dine uygun, dinde hükmü yoksa iyi, güzel ve meşru olan  iş ve eylemler olarak anlamak mümkündür. Zararı açık olana uymanın hiç bir dini meşruiyeti yoktur.

Günümüzde, bu çarpıtmaların bir kısmı  da dindarlık adına -yasakçılık- yoluyla yapılmaktadır.  Dindarlığı, insanların özgürlüğünü,hareket alanını kısıtlamakta bulan, çok yasak koymayı çok dindarlık sayan  bu sakat anlayış, dini hayatı esaret altında yaşamaya çevirmekte, neredeyse dünyayı -müminin zindanı- haline getirmektedir.

Özellikle bazı tarikat/cemaat veya benzeri yapılarda bu tip çarpıtmaların çeşitli biçimlerini  görmek mümkündür. Mesela, kadının okumasına, çalışmasına, araç kullanmasına, neredeyse sokağa bile çıkmasına karşı olan ve bunu da dindarlık sayan birçok grup bulunuyor. Peygamber dönemi uygulamalarına bakıldığında, bu din anlayışına dair herhangi bir delil bulmak mümkün olmadığı gibi tam aksine kadını sosyal ve ekonomik hayatın bir parçası olarak gören  çok sayıda örnek göstermek mümkündür. Mesela, hz.Hatice'nin ticaretle uğraştığı, Semra bint Nuheyk el Esadiye isimli bir kadın sahabenin elinde kamçı ile çarşıları denetlediği, Ebu Cehil'in annesi Esma'nın Müslüman olduktan sonra attarlık yaparak geçindiği, ayrıca dadılık, ebelik, süt anneliği yapan birçok kadın sahabenin olduğu bilinmektedir.

Yasakçı din anlayışı, Müslümanların sadece hayat ve hareket alanlarını daraltmakla kalmamış, zaman içinde dini söylemi de buna göre şekillendirmiştir. Vaazlarda, hutbelerde, bazı dini topluluklarda Hz.Peygamber'in şanlı mücadelesi anlatılırken hep Bedir'de, Uhud'da baba ile oğulun, kardeşle kardeşin karşı karşıya geldiği anlatılır. Bu hitap biçiminin bize söylemek istediği şey, inançlar söz konusu olunca bizim de öyle olmamız gerektiği, akrabalığın hiç bir öneminin kalmadığıdır. Oysa Peygamber uygulaması o şekilde değildir.Bedir Savaşı'nda Hz. Ebubekir'in oğlu Abdurrahman müşriklerin safındadır, Hz.Ebubekir, oğluna karşı savaşmak istemiş, Hz. Peygamber izin vermemiştir. Uhud Savaşı'nda bu defa Ebu Amr bin Hanzale'nin babası müşriklerin tarafındadır, Ebu Amr hz. Peygamber'e müracaat ederek babasının kanını dökmeye hazır olduğunu söylemiş,rahmet peygamberi onu bu teşebbüsünden men etmiştir."(Nihat Aytürk,İslam'da Devlet Yönetimi,s.233) Görüldüğü gibi Hz.Peygamber, din farkının oğulun babayı, kardeşin kardeşi, babanın oğulu öldürecek notaya getirilmesine, akrabalığı silip atacak düzeye çıkarılmasına cevaz vermemiştir. Oysa günümüz  söyleminde din,  kimi zaman hiç bir insani ölçü ve akrabalık bağını tanımayacak tarzda anlatılmakta,fıtratla din karşı karşıya getirilmektedir. Oysa İslam, din farkından dolayı akrabalık bağlarını yok etmemekte,  sadece bu ilişkileri  yeniden tanzim etmektedir.

Günümüzde etkili bir din anlatımı,  ne yasaklarla dünyayı zindana çevirmek ne de her şeyi mübah gören İbahiliktir. Doğru olan, orta yol ve dini söylemin insanileştirilmesidir. Hellaler asıl, haramlar istisnadır. Yasaklığı veya haramlığı konusunda açıkça nas bulunmayan bir konuda, kimse yasak koyamaz.  Dini yaşamı zorlaştırmak İslam'a hizmet değil, kötülüktür.Yüce Peygamber'in ifadesiyle zorlaştırıcı değil, kolaylaştırıcı ve müjdeleyici bir din dili esas olmalıdır.

Not: Gazze'de, Doğu Türkistan'da, Myanmar'da akan kanın durması ve ülkemizden firar eden adaletin avdet etmesi temennisiyle bütün okuyucularımın, Habererk camiasının mübarek Kurban Bayramını kutlar, milletçe daha huzurlu- mutlu bayramlara erişmeyi dilerim.