Her geçen gün, kaliteyi arttırmak adına, doçent olmak zorlaştırılıyor. Yeni yeni şartlarla genç akademisyenler şaşkına uğratılıp yorgun düşürülüyor.
Şu gelimli-gidimli, bir ucu ölümlü dünyada daha neler göreceğiz bakalım!...
PROFESÖR EDİTÖRLER
Bundan sonra bilimsel yayınların yer aldığı kitapların editörünün Profesör olması zorunlu hâle getirildi. Hem de bu profesörler, çalıştıkları üniversitelerden bu iç için yazılı izin almak mecburiyetinde.
Kim diyor bunu?
YÖK Genel Kurulu diyor.
15.06.2023 günü toplanan Genel Kurul’da, 10 numaralı oturumda 2023.10.183 sayılı kararla isteniyor bu şart. Açıklama da 9 Ağustos günü yapılıyor. Açıklama yapılır yapılmaz homurtular da yükselmeye başlıyor.
Konuya âşinâ olmayanlar için kısa bir özet geçelim:
Bir grup bilim insanı, bir araya gelip herhangi bir konuda ortak bir kitap çıkaracaklar mesela. Bu ortak kitapta yer alan makalelerin YÖK indinde değerli olması için, o kitabın editörünün Profesör olması şartı getirildi. Yani, YÖK’e göre sıradan insanların editörlük yaptığı kitaplarda çalışmanız yayınlanırsa, akademik atama ve yükselmelerde “sıfır” puanlı sayılacak; yani “yok” sayılacak.
Dikkat edin lütfen… Çalışmada ciddi bir bilgi üretilmiş mi, üretilmemiş mi hiç önemli değil; o yayının editörü Profesör mü değil mi o önemli. Yayın editörü şayet profesörse, ne yazdığın veya bilgi üretip üretmediğin hiç önemli değil. Editör ağzınla kuş tuttuğun bir çalışmaysa ama editör mesela rahmetli Mehmet Genç ise, o çalışma beş para etmiyor YÖK indinde…
Abarttığımı zannediyorsunuz değil mi?
Gelin ilgili Genel Kurul Kararı’na bakalım:
Ne diyor Lisansüstü tezlerden üretilmiş yayınlara verilen puanların yer aldığı 3. Madde’nin h bendiyle ilgili olarak?
Maddenin h bendinde “Diğer uluslararası/ulusal kitaplarda bölüm”e 3 puan verilesi hükme bağlanmış ama bu yayının gerçekten ve epistemolojik olarak bir değere sahip olup olmadığına değil, o kitabın editörünün profesör olup olmadığına bakılacakmış. Şöyle diyor açıklamada: “Bu maddenin h bendi kapsamında YÖKSİS veri tabanına kayıtlı olan ve editörlük için üniversitesinden resmî izin almış Profesör unvanlı öğretim üyelerinin editör olduğu kitap kabul edilir.”
Aynı hüküm 4. Maddede kitap yayınları puanlanırken d bendiyle ilgili olarak da yazılmış.
Yaaa!...
Nasıl hüküm ama?...
Hem profesörlük şartı getiriyor, hem de üniversitesinden izin almış olma şartı…
Bugüne kadar profesör olmayanların editörlük yaptıkları kitaplarda yer alan makaleler çöpe gidiyor ve atamalarda bir işe yaramıyor yani…
Bir de şu “üniversitelerinden resmi izin alma” hususu var ve bu hususta çok husus var.
Bir kere bir profesörün yapacağı bilimsel bir iş için idarî makamlardan izin alması ne geleneklere uyar ne de bilimsel etiğe!...
Rektör, editörlük yapacak profesöre gıcık. Ona editörlük yapması için izin verir mi hiç?... Uzağa gitmeyin; vaktiyle hakkımda 18 tane soruşturma açan bir rektör, böyle bir şart olsa, bana bu bir izni verir miydi mesela?...
Ayrıca, profesör emekli… Gene de emekli olduğu üniversiteden izin mi alacak editörlük yapmak için?
İzin de “resmi izin” olacak ha!… Böyle bir vurgu ile ifade edildiyse, arada gidip gelen yazılı bir belge olacak ve o belge editörlük yapılan kitabın bir yerinde yer alacak demektir.
Böyle resmi iznin de basıldığı bir kitap çıktığında dünyanın bize nasıl güldüğünü görmek isterim.
NİYE BÖYLE OLDU?
YÖK veya kurumlar durduk yerde böyle kararlar almazlar. Elbette bir sebebi olacaktır. Böyle akılları zorlayan bir kararın alınmasına sebep gene akademisyenler ve yöneticilerdir. Yani bir yanda yöneticiler, diğer yanda akademisyenler var bu “sebep”in içinde.
Anlatalım…
Atama-yükselmeyi, bir takım puanlara bağlar ve bu puanlar da bilmem ne indekslerince taranan dergiler olma şartı getirilirse… Öbür yandan 2016’dan beri “akademik teşvik” almaları için akademisyenlere “şöyle şöyle yayınlar” şartı getirirseniz olacağı budur. Millet atanmak için abanıyor ortak kitaplara!... Piyasa da bunu abur-cubur editörlerle kotarmaya kalkınca, YÖK de kendince tedbirler almaya kalkıyor tabii…
DERGİ STANDARTLARI
Artık önüne gelen dergide yayınlanmış bilimsel yazılarla doçent olamazsınız. Yazınızla yeni keşifler de yapsanız, alanınıza yepisyeni, gıcır gıcır bir yenilik de getirseniz, dergi Q kategorisinde veya falanca dizinler tarafından taranmıyorsa, boşuna emek harcamışsınız demektir.
Bir örnekle anlatayım. 1999 sonu ve 2000’lerin başında İlmî Araştırmalar diye bir dergi çıkmaya başladı. Dergiyi çıkaranlardan biri önceki dönem YÖK başkanı olan arkadaşımız sayın Prof. Dr. Yekta Saraç idi. Dergi 5-6 sayı çıktı; sonra çıkmadı.
Gene en çok atıf alan yazılarımdan olan “müştemilü’z-zıddeyn ile oksimoron ilişkisi”ni ele aldığım yazım 2012’de Türk Edebiyatı dergisinde çıktı ve çok atıf aldı ve hâlâ da alıyor ama bu yazımı ve bu yazıma yapılan atıfları teşvikte de kullanamadım; atama falan olsaydı, orada da kullanamayacaktım. Çünkü dergi popüler bir dergi idi ve kallavi indekslerce taranmıyordu.
İmdiiii…
Bu fakirin en çok atıf alan yazılarından ikisi bu dergidlerde çıktı ama dergiler indekslerde yer almadığı için ne bu yazılarım ve be de bu yazılarıma yapılan atıflar, teşvikte hiç işime yaramadı. Şayet bu puanlama sistemi zamanı profesör olmaya kalksaydım, o atıfları ve yayınımı kullanamayacaktım. Dergilerin belirlenen indekslere girmemesinden dolayı o güzelim yazılarım çöp olmuştu.
HANGİ KAFANIN ESERİ?
Vaktiyle bir yazımda da ifade etmiştim. Üniversitelerle ilgili puanlama ve yayın standartları sistemi, fen, mühendislik ve tıp alanlarına göre oluşturulmuş. Sosyal ve beşerî bilimlere göre tesis edilmiş hiçbir madde ve hüküm yok. Mesela fen bilimcilere göre “kitap” sadece genel bilgilerin tekrarlanıp aktarıldığı “ders kitabı”dır; kitapta bilgi üretilmez; sadece bilinen bilgiler derlenip aktarılır; bilgi sadece bilimsel makalelerde üretilir.
Eski YÖK zamanında YÖK’e fen bilimciler hâkimdi YÖK’e ve onların o kuralları koyması normaldi ama gel zaman-git zaman YÖK değişti; sosyal bilimciler ağırlık kazanmaya başladı fakat bu kurallar hiç değişmedi; tam tersi daha da ağırlaştırıldı. Vaktiyle de demiştim: “Demek ki yukarısı, herkesi kendine benzetiyor.”
İşte o “benzeme” hâlâ devam ediyor.
Yazık!...
YÖK ÜYELERİ O ŞARTLARI TAŞIYOR MU?
YÖK üyelerinden önce kendimden ve kendim gibi olanlardan başlayayım.
Bendeniz 1992 yılında doçent, 1998 yılında da profesör oldum. O zamanlar, böyle kurallar ve şartlar yoktu. Çalışmasına güvenen akademisyenler, asgarî şartı yerine getirip unvan veya kadro için başvururdu. Hükmü jüri üyeleri verirdi ve herkes jürinin verdiği karara saygı duyardı. Şayet o yıllarda bu indeksli dergiler, şu editörlük şartları, şu tür dergiler zorunluluğu getirilmiş olsaydı, ben doçent ve profesör olamazdım. Sadece ben değil, muhtemelen bazı eski-yeni YÖK üyeleri ve hatta mevcut YÖK Başkanı arkadaşımız bile doçent olamazdı. YÖK Başkanı arkadaşımızın çalışmalarının yayınladığı dergilere baktım; hiç birisi şimdi ve yakın zamandır istenen şartlara uymuyor. Demek ki böyle Q şartlı dergilerde yayın istenseymiş arkadaşımız doçent olamayacakmış.
Bu konuda sosyal medyada dönen geyiklerde biri de şu: “Doçentlik jürilerinde görev alacak profesörler de bu şartları sağlasın ki bizim ürettiğimiz bilgileri anlayabilsinler.”
PUANLAR ENFLASYON RAKAMLARINDA FAZLA ARTTIRILMIŞ
Şaka şaka…
Arttırılan puanların enflasyonla alakası yok. Dil alışkanlığı işte.
Başta bazı alanlarda puanların arttırılması olmak üzere pek çok sorun var alınan kararda. Mesela mevcut durumda doçentliğe başvuracak biri, bir dönem erteleyip Mart’ta baş burmaya kalksa, başvuramaz; çünkü puan şartını yerine getirebilmek için en az 2-3 sene daha makale üretmesi lazım. Yani, 2023 Ekim’inde tutan şartlar, 2024 Mart’ında tutmayacak. Daha daha yanisi şu: Bir akademisyen 2023 Ekim’inde doçent olacak kadar kaliteli ama aynı akademisyen 2024 Mart’ında o kalite ve değeri tutturamıyor.
İnşallah YÖK bu tepkilere sağır kalmaz.