Mevlüt Uyanık

Tarih: 21.01.2024 13:21

“DOĞU AKDENİZ TİCARET YOLU KIZILDENİZ’DEN AKSAYINCA NELER OLUR?

Facebook Twitter Linked-in

Yemen’de önemli etkinlik gösteren Zeydi-Şii Husi grupların Kızıl Deniz ile Hint Okyanusu’nun birleştiği noktada bulunan Bab’ül Mendeb Boğazındaki etkinlikleri Doğu Akdeniz’in ticaret merkezi olarak tarihsel boyutunu hatırlatmayı gerekli kılmaktadır. Yemen’de Selefi zihniyete sahip Suudi Arabistan’ın desteklediği grup önemli oranda etkili, ayrıca Türkçesi hüzün boğazı olan yerde Husi karşıtı diğer Körfez ülkelerinin desteklediği grupların etkisi var. Yani Yemen üçe bölünmüş gibi duruyor. Bab’ül-Mendep, petrol ve zahire taşımacılığı açısından Dünya’daki en önemli dördüncü boğaz konumundadır. 

Malum olduğu üzere Arap Yarımadası ile Afrika Kıtası arasında bulunan Boğaz, önemini, aslında Akdeniz ile Kızıl Deniz’i birbirine bağlayan Süveyş Kanalı’na ve batıya petrol taşıma konusunda önemli bir yerde bulunmasına borçludur. Denizcilik rotasını Ümit Burnu’na çevrilmesi demek mesafenin yüzde elli oranında uzaması ve masrafların artması anlamına geliyor. Bu nedenle Britanya Krallığı ve ABD Husi güçlere yönelik ortak operasyonlar yapıyor.

Alperen Dergisi Ocak sayısında “Ortadoğu’daki Jeopolitik Kargaşa” konulu yazıda Türkiye’nin bölge açısından önemini müzakere etmeye çalıştım. Çıkınca paylaşırım sizlerle, bu yazıda da tarihsel temellere dair bilgiler sunayım müsaadenizle. 

Çünkü sorun ticareti yapılan malların fiyatlarının artışıyla doğrudan ilintiliydi o zamanlarda da tıpkı şimdi olduğu gibi. Ayrıca Anadolu Selçuklu Devletinin İlhanlı etkisine girme sürecinden dolayı doğrudan bizle ilgili ama ondan önce de aslında Sultan Alparslan’ın dış politika hedefi tıpkı Tuğrul Bey gibi öncelikle Fâtîmî gücünü sona erdirmeye yönelik ve Doğu Akdeniz ticaretine olduğunu varsayabiliriz. Bununla birlikte, Alparslan sultanlık makamına geçmesinden sonraki ilk yılları devlet içerisindeki otoritesini sağlamlaştırmak ve gerek Kafkasya’da gerekse de İran’da tam manasıyla hâkimiyet tesis etmek çabası ile geçtiği için söz konusu büyük amaca yeterince yoğunluk verememiş, Doğu Akdeniz coğrafyasına yönelebilme fırsatı bulamamıştı. 

İslâm dünyasına yönelik her biri aslında eko-politik seferler olup, teolojik arkaplan sağlamak olan Haçlı Seferleri vardı. Bu asırda Haçlı Seferleri sonrasında Bizans İmparatorluğu’nun Anadolu’daki enkazı üzerinde İznik ve Trabzon devletlerini kurmuşlardı. Moğolların Anadolu’ya fiilen hâkim olarak Selçuklu hâkimiyetinin bir gölgeye dönüştüğünü görüyoruz. Sadece biz değil, bugünkü İran, Azerbaycan, Anadolu ve Irak’ın idaresi yaklaşık bir asır boyunca İlhanlı hâkimiyetinde kaldı.

İlhanlılar, Doğu Akdeniz Ticaretinde rakip olarak gördükleri Mısır-Suriye Memlûk devletiyle, başlangıçta kardeş devlet dost ve müttefiki, sonra İran coğrafyasında rakipleri arasına giren Altın Orda İmparatorluğu ile mücadele etmeye başladı. Anadolu’da siyâsî etkinlikler açısından bu husus önemlidir. Hülâgû’nun Bağdat’ı ele geçirme sürecinde Alamut için yardım isteme teklifinin reddedilmesinin etkisi olduğu söylenir. Ama önemli olan husus, bana göre, Doğu Akdeniz üzerinden el-Cezîre’ye kadar genişletmeyi başaran Mısır’daki Şiî-Fâtımî Halifeliği ile mücadele etmeye yönelikti. 

Doğu Akdeniz’in ticaret yollarının değişmesinde önemli unsur olan Hülâgû Han (1217 - 8 Şubat 1265), Halife Harun gibi gökte iki güneş olmaz deyip, “Gökte bir Tanrı, yerde bir hükümdar” der ve Tanrı’nın dünyayı idare etme görevini Cengiz Han’a ve onun soyuna tevdi ettiğini ve Bağdat (ı teslim etmesini ister. Humâm-i Tebrîzî’nin şirinde bu husus şöyle anlatılır: “İlahî rahmetin suretine, şâhlık güneşinin doğuşuna bak! Hakîm olan Yaratıcı’nın gölgesi, yedi iklimin padişâhı İlhân’dır.” Artık Anadolu Türkleri de Büyük İlhanlılar İmparatorluğu içine girmişlerdir. İlhanlılar’a rakip Mısır-Suriye Memlûk devletiyle dost ve müttefîki Altın Orda İmparatorluğu da Anadolu’da siyâsî etkinlik göstermeye başladığını hatırlarsak bölgenin sosyo-politik yapısı netleşir. 

(Anadolu’nun siyasî ve içtimaî tarihi için bkz. Fuat Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, TTK, Ankara 1988, 27 vd. (Özkan Dayı, Moğol Dönemi Fars Şiirinde (Edebiyatında) Kullanılan Bazı Türkçe-Moğolca Terimler”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 2018/8/29, (63), 485-498; Mustafa Alican, “Malazgirt Savaşı”, Malazgirt Zaferi Bin Yıllık Miras, İstanbul: Kronik Kitap, 2018, 19)


Hüzün Boğazında Eğer Ticaret Aksarsa Ne Olur? Tarihsel Perspektif

Ticaret yolları üzerinde hâkîmiyet kurma mücadelesi sürecinde İlhan- Hulagû ile Altınordu Devleti arasındaki münasebet belirli bir oranda vergi ödenmesini zorunlu kılıyordu. Bu vergi, Altınordu’ya gönderilen malların fiyatlarının yüksek olmasına sebebiyet vermekteydi. İlhanlılar, Cucilerin uluslararası ekonomik gelişme planlarına da muhalefet etti. Sonuçta aralarındaki münasebet (664) son derece gergin bir hale gelip, aralarındaki ticaret neredeyse yok denilebilecek bir seviyeye düştü. Aynı gerekçeyle veya ticari çıkarlar nedeniyle göçebe ticaret yoluna ait ticari menfaatleri ve ayrıcalıkları eline geliştirmeye çalıştı. 

Bu nedenle, İlhanlıların Horasan ve Suriye ile olan münasebetleri de hasmane bir hale geldi. İlhaniler Horasandan gelip Doğu’yu Uzak Doğu‟ya bağlayan göçebe ticaret yoluna sahip çıkmaya çalıştı. Bu karşı çıkma iki ayrı savaşla son buldu. 1273 yılında Alagha Han, Buhara şehrini harap etti. 129 senesinde Çağatay Han’ı, İran‟ı işgal etti. Suriye’ye müdahele etti, bu Mısır ile karşı karşıya gelinmesine neden oldu. Malum burası oğu Akdeniz ticaret yolunun kuzeyde kalan kısmıdır. (Manana Gabashvili, “İlhanlı Devleti'nin Uluslararası Ticaret Politikası ve Halefi Olan Türk Devletleri”, Türkler Ansiklopedisi, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, 8/386-393)

Günümüzde Suudi Arabistan ve İran Destekli Grupların Yemen’deki Etkinlikleri ve Uluslararası Eko-politik Mücadeleye Teolojik Meşruiyet Arama Çabalarının Tarihsel Boyutu

Önceleri Budist, Nasturi Hristiyan ve Şaman geleneklerine yakın duran İlhanlı yöneticileri İslamiyet’i seçmeleri önemli. Hülâgû Han’ın Abbâsî Hilafetini yıkması ve İlhanlıların Sünni Memlûk Devleti olan mücadelelerine bakınca, mezhep farklılığının dış politikada önemli unsur olduğunu görebiliriz. 

Burada önemli olan Bağdat’ın el değiştirmesiyle ticaret yollarının güzergâhları yeniden düzenlenmesidir. İlhanlılar açısından söyleyecek olursak, Tebriz şehrinin önemi arttı. Böylece İlhanlılar, doğuyu batıya bağlayan Doğu Akdeniz ticaret yolu ticaret sistemine müdahil olmayı denediler. Memlûklü Devletiyle olan mücadelesinde bunun önemli etken olduğunu belirtmiştik. MEB İlhanlılar maddesini yazan Berthold Spuler’e göre, önemli devlet adamı ve bilim insanı Nasiru’d-din Tusi’ye önemli yetkiler verilmesi, Şiîliğin toplumsal mevki kazanması ve teşkilatlanması yönünde çalışmalar yapması bu bağlamda düşünülmelidir. 

Memlûk Devletine karşı Avrupa ülkeleriyle yakın temasta olmalarında İlhanlıların Nasturi Hristiyan gelenekleri ve özellikle Doğuz Hatun etkisi görülür Özellikle Suriye’de Nasturi Hristiyanların desteğinin de bu bağlamda sağlandığı, Hülâgû’nun Budist oğlu Abaka tarafından da Avrupa ile irtibatı güçlendirmesi, dinlerin uluslararası siyasette nasıl kullanıldığının da göstergesidir. Buradaki temel hedef, Akdeniz ticaretinde Memlûklülerin etkin hale gelmişi olduğu açıktır. Çünkü Ayn-ı Calût Savaşı sonucunda Memlûk Devleti, Suriye ve Mısır’ı birleştirip, İlhanlı Devleti’nin büyük umutlar beslediği Akdeniz ticaretinin kontrolünü ellerine geçirmişti. Ayrıca Mısır’ın Nil Nehri’nden elde ettiği zenginlikten de pay alamayacağını anlayan İlhanlılar, güneyde Memlûkler kuzeyde ise soydaşlarının kurmuş olduğu Altınordu Devleti tarafından İran’a sıkıştırılınca, siyasî ve iktisadî açıdan çıkış yolunu Hıristiyan devletleri ve papalık ile ittifak etmekte bulmuşlardır. Memlûklüler, Suriye ve Irak kontrol altına alınca, Doğu Akdeniz ticaret yolu üzerindeki etkisini yitiren İlhanlı, Tebriz-Trabzon (Bizans) ve Kostanapolis’e ulaşmayı öncelemişlerdir.

(Berthold Spuler, İlhanlılar”, İslam Ansiklopedesi, (İstanbul Milli Eğitim Basımevi 1987), 5/2, 968; Ayşe D. Erdem, “İlhanlı Devleti'nin Kuruluşu ve Memlûklerle İlk Teması, Türkler Ansiklopedisi, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002), 8/368)


İhtiyacımız Olan Kadı Burhâneddin Firâseti

Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Timurlular, İlhanlılar, Osmanlıların bölgedeki etkinliklerini bütüncül bir okumaya tabii tutarsak, bize bilge lider Kadı Burhâneddin firaseti gerek. 

Emir Timur’un kendisinden çekindiği devrin önemli hükümdarlarına olan nâibliği dışında on yedi yıl hüküm süren Kadı Burhâneddin seçkin devlet adamı, alim ve şair bir liderdir. Burhâneddin Devleti’ni  Sivas ve Kayserî merkez olmak üzere Orta Anadolu’da kurmuştur. Muhtemelen VII. (XIII.) yüzyılın başlarında Hârizm’den göç ederek önce Kastamonu’ya, sonra Kayserî’ye yerleşen Oğuzlar’ın Salur boyuna mensup bir aileden gelen. 

Kadı Burhâneddin’in 782’de (1381) Eretnaoğulları Beyliği’nin başına geçmesinden vefat tarihi olan 800 (1398) yılına kadar süren devlet Orta Anadolu’da Osmanlılar, Karamanoğulları, Akkoyunlular ve Timurlular arasındaki münasebet ve mücadelelerde önemli rol oynadığını hatırlarsak Kadı Burhâneddin firâsetinden ne kast ettiğimiz daha iyi anlaşılır.

Çorum, 20.01.2024:14.28


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —