Kâinatta hemen hemen her şey değişime uğramakta. Öyle ki tabiatta cereyan eden değişim serüveni toplumlar ve insanlar içinde geçerli elbet. Bakın Asya Sentez müziğinin sesi Hasan Sağındık’ın “Dünya döner devran döner” albümü adeta hayatın değişim ve dönüşüm nöbetlerini bize nasıl hatırlatıyor bir görmüş olalım:
DÜNYA DÖNER
Söz-Müzik: Gündoğar
(Dünya Döner-“Siyah ağıt”-1996)
Dünya döner, devran döner
İnan ki her şey aslına döner
Çaresiz insanın çilesi
Hilekâr insanın hilesi
Zalimin mazluma inen sillesi
Bilirim ki bir gün olur
Tersine döner canım
Dünya döner, devran döner
İnan ki her gece gündüze döner
Dünya döner, devran döner
İnan ki her şey aslına döner
Gündoğar’ım niçin üzülürsün
Yarın varken dünü düşünürsün
Bu gidişle sen de, sen de görürsün
Umut ektiğin yarın düne döner canım
Tabiî ki sosyal hayatta müsbet yönde değişim ve dönüşümün yanı sıra yatağında akan suyu tersine çevirmek isteyen tepeden inmeci statükocu zihniyetin menfi yönde değişim çabalarının varlığı da söz konusu. Burada önemli olan toplumun hangi yönde tercihini benimsemesi çok mühimdir. Nitekim toplum, kendi iradesi doğrultusunda gerçekleşen değişimleri normal değişim olarak karşılarken, kendi iradesi dışında cereyan eden cebri uygulamalara yönelik değişimleri ise anormal dönüşümler olarak karşılar.
Bakın, Fransa’daki jakobenlerin toplumu değişime zorlaması, onlara tepeden inmeci gözüyle bakılmasına ziyadesiyle yetmiştir. Tarihi kaynaklar incelendiğinde birçok toplumda tepeden dayatıcı iradelerin varlığına şahit oluruz. Hatta birtakım vesayet odaklı zinde güçlerin tepeden değişim katalizörlüğüne soyundukları görülmüştür. Toplum tercihleri hiçe sayan jakoben zihniyete sahip klikler bilhassa darbe dönemlerinde daha net bir şekilde kendini gösterip böylece toplumların yarınlarını karartmış olurlar. Öyle ki tepeden yönlendirmeler toplum mühendisliği uygulamalarıyla bir şekilde ortaya çıktığında kitlelerin sivil inisiyatif ve girişimci eğilimlerin önüne çok rahat set çekilebiliyor. Ancak şu da var ki yukarıdan aşağıya doğru formatlanmaya çalışılan değişim planları ters teptiğinde sivil toplum olgusu dirilişe geçme fırsatı yakalama imkânı bulduğu zamanlarda olabiliyor. Bu demektir ki uzun vadede tabandan tavana bir değişim ve dönüşüm söz konusu olduğunda ancak o zaman toplum rahat bir nefes alıp yoluna devam edebilmekte.
Totaliter zihniyetler her zaman jakobenisttir. Malum, Türkiye’de Milli Şef uygulamaları uzun süre siyasi hayatı olumsuz yönde derinden etkileyip ilerisinde dur durak bilmeksizin her on yılda bir askeri darbelerle zihniyeti itibariyle varlığını sürdürebilmiştir. Zaman zaman toplumun derin sinesi bu tür ayak oyunlarına fırsat vermese de üsten dayatmalar neticesinde gerçekleştirilen ihtilallerle tek parti uygulamaları ülkemizin katılımcı demokrasiyle buluşmasına engel bir duvar oluşturulmuştur hep. Hâkim devlet yapılanması bir türlü hadim devlet yapılanmasına dönüşemediği içindir gelişmenin merkezi olamadık. Devlet yapımızın hâkim baba tavrı üzerine bina edilmesi hadim devlet yapılanmamızı geciktirmiştir. Dahası kutsal devlet anlayışı, devlet tabusu ekseninde halkı kayıtsız şartsız itaate zorlamıştır. Tâ ki 28 Şubat postmodern darbenin yaraları sarılıp halkıyla hemhal olabilen iktidar iş başına geliverdi, işte o zaman bu kutsal devlet mantığı tabu halinden çıkıp hadim devlet rolüne dönüşebilmiştir. Zaten toplum olarak beklentimizde dönüşüm-değişim projelerinin toplumu merkez kabul edip elitist ve oligarşik yapılanmalara son vermek yönünde idi. Derken beklentilerimiz rüya olmaktan çıkıp gerçeğin ta kendisi olmuştur. Kim derdi ki bir gün gelecek başörtüsü hem üniversitelerde hem de kamusal alanda serbest olacak, buna inanmak ne mümkündü, ama şimdi görüyoruz ki imkânsız denilen şey gerçek oluverdi.
Aman Allah’ım neydi vesayetin gölgesinde yaşanan o hazin günler, Türkiye’de zihinler adeta esir edilmiş, kitleler tek tip düşünceye mahkûm edilmişti. Üstelik tüm bunlar globalleşen dünyanın gözü önünde cereyan ediyordu. Kelimenin tam anlamıyla anti demokratik uygulamalar dünyanın gidişatına ters istikamette seyrediyordu. O kâbus dolu yıllarda bir türlü idare edenlerle idare edilenlerin el ele gönül gönüle verdiği ve birbirini karşılıklı otokontrol sistemiyle denetleyeceği nizamı gerçekleştirememiştik. Büyük düşünmemiz gerekirken sürekli kendi kalemize gol atmakla meşgul olduk, bir türlü rakip kaleye atak yapıp gol atamaz olduk. Zihnimiz prangalarla vurulmak istendiğinden olsa gerek hep küçük düşünür olmuştuk, oyunu kendi yarı sahamızda oynamak mecburiyetinde kaldık.
Malumunuz dayanışma alanlarının kısıtlı olduğu yerlerde toplum bilincinin gelişemeyeceği muhakkak. Devlet erkânının topluma üstünlük tasladığı yapılanmalarda güç dengesi ister istemez kendini devlet gören bir avuç oligarşik zümrenin elinde olacaktır. Böylesi bir yapılanmada elbette ki kendini topluma adayan devlet modelinin ortaya çıkamayacağı besbelli. Hele ki kutsal devlet anlayışı toplumu sil baştan formatlamakta ısrar ettikçe, devletle toplum arasında güven bunalımının çıkmasın an meselesi. Ki, böylesi bir çarpık devlet yapılanmasında sistemin sorgulamasına da meydan verilmez. Çünkü sorgulama sadece devletin tekeline verilmiş bir hak olmakta. Bilhassa her on yılda bir yapılan darbe dönemlerinde kendi tekellerine geçirdikleri sorgulama hakkını kullanaraktan rahatlıkla toplumu denetleyebiliyorlardı. Dolayısıyla korku hâkimdi her tarafta. Öyle ki devleti yönetenler habire tek tip model dayatmalarla tek tip kimlik sunuyordu topluma. Oysa gerçek anlamda sorgulama hakkı milletindir. Dolayısıyla demokrasi kültürünün gelişmediği bir ortamda bu çarpık yapılanmayı tersine çevirmede zorluklar yaşanmasına şaşmamak gerekir. Ne zamanki gücünü toplumdan alan bir iktidar iş başına geldi işte o zaman bu ülkede her şey yerli yerine oturmasıyla birlikte demokratikleşme yönünde adımlar atılabilmiştir. Derken “Yaradılanı sev Yaradandan ötürü” diyebilen bir devletle yüzleşebildik.
Esasen devleti temsil eden hâkim güç millet olmalıydı, oldu da. Dolayısıyla artık bir zamanlar devletle kendini özdeşleştiren sözde elitist tabakanın ellerine geçirdikleri bir takım fırsat ve imkânları kullanarak topluma dayatma yaptığı o günlere bir daha geri dönmemek gerekir. O halde Yüce Allah’a dua edelimde topluma karşı hiçbir şekilde sorumluluk duymayan bu söz konusu bir avuç fırsatçı odakların yeniden köşe başlarını tuttukları günleri bir daha bize göstermesin. Zira toplum olarak öyle derin travmalar geçirmişiz ki artık bundan böyle Ankara’nın derin koridorlarında toplum mühendisliği çalışmalarının sona erdiğine kanaat getirmek istiyoruz. Öyle ya, mademki halkımızla birlikte yeri geldiğinde o malum vesayetçi zihniyette ki odaklara sandıkta gereken dersi verebiliyoruz o halde başımızdaki hadim devlet ilkesiyle hareket eden iktidarın da o eski günlere bir daha dönmemek adına toplum mühendislerinin heveslerini kursaklarında bırakacak değişim ve dönüşüm projelerine ara vermeden sürdürmesi gerekir.
Her geçen gün dünyada ki tüm totaliter yapılar tel tel döküldükçe Türkiye’de de buna paralel bir şekilde sivil toplum bilincinin oluşmaya başlaması jakoben zihniyetin uykusunu kaçırmaya yetmiştir. Bu sevindirici bir durumdur elbet. Nasıl ki Demokrat Partinin milli şef iktidarını devirerek iş başına gelmesiyle birlikte halk adına Türkiye’de ilk sivil inisiyatif hareketin ilk başlangıç miladı olarak tarihe geçmişse, aynen öyle de 2002 sonrası Ak Partinin sırtını halka dayayaraktan tek başına iktidara gelmesiyle birlikte 28 Şubat postmodern darbe zihniyetini sona erdirerekten yeni bir tarihi başarının miladi olarak tarihe not düşülebilmiştir. Değim yerindeyse dünya artık alışılmışın dışında tersine dönüyor. Öyle ki bu sefer jakoben zihniyet istediği şekilde cirit atamayacak gibi gözüküyor. Zira elitist tabakanın eski Türkiye’de olduğu gibi toplumu baştan aşağı formatlayamaması bize bu ümidi veriyor. Toplum yavaş yavaş kendi dizginlerini eline alma sürecine girmiş gözüküyor. Nitekim beyin yıkama mekanizmaları her geçen gün kan kaybetmekte. Allah’a çok şükürler olsun ki artık hâkim devlet anlayışı değil hadim devlet anlayışı işbaşındadır. Ancak şu da var ki, müsbet yönde gerçekleşen bu değişim sürecinin daha da arzu edilen bir noktaya gelmesi için demokratik kültürün yaygınlaşmasının yanı sıra katılımcı demokratik yapılanmanın önünü ardına kadar açmakta gerekir.
Statükocu aynı zamanda bayatlamış değişim ve dönüşümler ülkemizi hızla geri kalmışlığa sürükleyebiliyor. O halde dünya döner, devran döner, inan ki her şey aslına döner döner söylemini alışılmışın dışında yeni bir anlayışla hakiki mecrasına oturtmak gerekir. Yeni seslere kulak kabartıp yelkenler vira vira misali enginlere açılmak gerekir. Öyle ya, madem vesayet odaklarının engellemelerinden daha yeni kurtulmuş haldeyiz, hazır Yeni Türkiye yüzyılına yeni girmişken şimdi tamda zamanı müsbet manada değişimi mutlaka kalıcı hale getirmek için lazım gelir.
Evet, Yeni Türkiye Yüzyılın başında ya ‘devlet için toplum’ ilkesinde ısrar edip kutsal devlet tabusuyla mahkûmiyete devam edeceğiz ya da ‘toplum için devlet’ deyip aydınlığa kavuşacağız. İşte bu noktada topyekûn ülke halkı olarak tercihimiz mutlaka ikinci şıktan yana olmalıdır. Aksi halde bu güzel gidişatı tersine çevirecek haramiler fırsat kollayıp onlara gün doğacaktır.
Şu bir gerçek değişimin merkezini toplum eksenine kaydırmadıkça birçok problemlerle daha çok uğraşacağız demektir. Başka ne diyelim dünya döner devran döner, elbet bir gün aslımıza döndüğümüzde onca yaşanan trajik hazin manzaralardan sonra aydınlık yarınların doğacağı muhakkak, buna inancımız tamdır.
Vesselam.