Ali İhsan Dilmen


DURDUĞUMUZ YERE DAİR

Uzun zamandır üzerinde düşündüğüm bir konu hakkında sohbet etmek istiyorum.


Uzun zamandır üzerinde düşündüğüm bir konu hakkında sohbet etmek istiyorum.

Kendini bir yere bağlı hisseden, bağlı hissettiği insanların haklarını, onların hukukunu önceleyen, insan özgür olabilir, adil karar verebilir mi?

Bir futbol maçında milli duygular kışkırtılarak yorum yapıldığında hemen karar veriliyor, böyle bir durumda taraf olmanın görev ve bir zorunluluk gibi hissiyatı oluşsun isteniyor.

Yahut, birey içinde yaşadığı toplumun yargılarından korkarak veya çoğunlukla aynı düşünme ve davranmanın konforu vaya kolaylığının cazibesine kapılmadan, “Hayır, o öyle değil, bizimkiler iyi oynamadı, galibiyeti hak etmedik diyemiyorsa” birey kendini nasıl özgür hissedebilir?

Bu, mümkün mü?

Sosyal bir varlık olan insan için en büyük toplumsal ceza birlikte yaşadığı toplum tarafından dışlanmaktır.

“Dışlanma korkusu” bizim zihnimizde var olan düşünceler ve duygularımızı dışa vurmada önemlidir.

Bu korku davranışlarımızın ortaya çıkmasında güçlü ve belirleyici etkiye sahiptir.

Yalnız kalmayı, bedel ödemeyi göze alamayan insan, nasıl özgür olur ve doğrularını nasıl ifade edebilir ki!

Galiba özgürlük; içinde yaşadığı toplum açısından “hiç kimse” olmayı göze almak veya hainlikle suçlanma riskiyle yaşama cesareti göstermekle mümkün.

Ne demek istiyorum?

Gölge ile boks yapmak yorucudur, insanı gerçekten yorar, bunu bilmek lazım.

Bir işi yapmakta muradımız, esas amacımız nedir bilmemiz gerekiyor.

Müslümanlığımızla ilgili de muradımız nedir?

Onu da aşikar etmek lazım.

Çünkü müslümanlık bir şeye karşı olmakla ifade edilmez, bu eksik olur.

Müslümanlık, ona, şuna, buna karşı olmakla tanımlandığında ilahi mesaj daraltılmıştır.

Müslümanlık, karşılaştığımız her olaya;ahlak ve adalet bulaştırmak, insanlık onurunu katmak ve onu yüksekte tutmaktır.

Etrafında zulüm ve haksızlıklar olurken “taktik sessizlik” pozisyonu alanlar, binbir emek ve fedakarlıkla kurulan, hatta kurulurken verilen emeklere ortak veya şahit olanlar, bilgi yüceltirken onur duyanlar, üniversite kapatılırken tek kelam etme cesareti göstermiyorsa eğer, bizim ne müslümanlık ne de insanlık değerleri adına konuşacak sözümüz, muhataplarımızın gözünün içine bakacak cesaretimiz olabilir?

Unutmadan söylemek isterim, "Mış" gibi yapmamak işin aslına sadakat, yapmak ise ihanettir..

Bu zulme karşı direnmekten vazgeçmek, görmezden gelmek ve dahası “Ayasofya ibadete açıldı, başörtüsü serbest bırakıldı” diyerek ve mevcut iktidarın yaptığı bazı iyi işlerin hatırına bedel olarak;

"yolsuzluk,yoksulluk,hukuksuzluk olarak tahsil etsin sizde ses çıkarmayın" diyor, “Olanları böyle anlayın!” diye buyurup veya tavsiye ediyorlar sanki bize?

Belki sırf bu zaaf ve ilkesizlik yüzünden “Ayasofya'yı ibadete açtık!” diye övünenler, yılların özlemiyle kurulan Şehir Üniversitesi'nin kapısına hukuksuz bir şekilde kilit vurmak da bir an  tereddüt etmediler.

Şimdi soruyorum.

Acaba gelecek nesiller için hangisi daha fonksiyonel ve iş görür değerdedir, bunu hiç düşünme zahmetine katlandınız mı?

Yo! Hiçbir zaman ibadet yeri ile eğitim yerini kıyaslamak istemem, ancak anlaşılması için bu kıyası yapmaya mecbur bırakıyorlar.

Öyle bir haleti ruhiye içerisindelernki,  

iktidara gösterilen güvenin, liderine duyulan sadakatin, ülkeye ve inanılan değerlere zarar verdiğini dahi görmek istemiyorlar?

Maalesef, bunca yanlışlık ve yıkımın farkında bile değiller.

Varsa yoksa, “Şeytanlaştırılan” düşmanlar mağlup olmalı ve bir daha iktidar yüzü görmemeliler!

Bunun karşılığında her şeyden vazgeçilebilir?

Feda edilecekler arasında, herkes için;adalet, ahlak, erdem, özgürlük, eşitliğin olması hiç mühim değil.

Yangında kurtarılacaklar listesinin birinci sırasında iktidar ve lideri var.

Yedirmeyiz de yedirmeyiz!

Bu da makul insanın kabul edeceği bir tutum olamaz.