Ülkemizde yaşayan herkes iyi bilir, özellikle yaşı kırkın üzerinde olanlar daha iyi bilir.
1946 yılından itibaren CHP'nin karşısında kurulan sağ partiler ikinci dünya savaşı yıllarında devleti yöneten iktidarın savaş ve savaşın neden olabileceği, ihtiyaçlara karşı hazırlıklı olmak amacıyla, tarım ürünleri ve hayvan varlığı üzerine koyduğu vergiler ile köy, şehir bağlantılarını sağlayacak karayolu yapımını sürdürmek üzere aldığı vergiler çok eleştirilmiş, alınan vergilerle iktidarın yoksul halkı zulmettiği dillendirilmiş, vergi politikalarının yanı sıra devlet eliyle gerçekleştirilen modernleşme ve yanlış laiklik uygulamaları üzerinden CHP adeta “Şeytanlaştırılmış,” sağ politikacılar yıllarca bu eleştiriler üzerinden yaptığı siyasetin ekmeğini yemiştir.
Oysa, bizimle benzer durumda olan ülkeler 2.Dünya savaşından sonra ortaya koydukları kalkınma hamleleri ile bizden fersah fersah ileri gitmiş, yaptığı kalkınma hamleleri ve ürettikleriyle halkının refah seviyesini yükseltmiş, gelirlerini adil bir şekilde bölüştürecek düzen kurmuşlardır.
Bizde ise, elde ettiğimiz imkanlar ve sağladığımız kalkınmayla oluşan gelir ve refah dar bir zümreye verilmiştir.
Bütün bunlara rağmen dünyadan bağı kopuk anadolu insanının rızası kolay yoldan elde edilmiş, büyümenin pozitif etkisi kullanılarak geçmiş iktidarı kötüleyerek yıllar tükettik.
2.Dünya savaşının sonuçlarına bağlı olarak hür dünya tarafından kalkınmamız için verilen destekler sayesinde yöneticiler, yaptıkları propaganda ile iktidarını sürdürmüş, muhafazakar değerleri sahip çıkmak adına toplumda kutuplaşmanın sağlayacağı avantajlardan faydalanmıştır.
Devleti kuran kadro ve CHP ise, devlet kurmanın kendilerine verdiği üstünlük duygusuyla;Kemalist ideoloji ve M.Kemal Atatürk'ün arkasına sığınmış, kendilerinin Cumhuriyet değerlerinin sahibi olduğunu düşünen asker ve yargı bürokrasisinin yanısıra, akademik bürokrasi, Cumhuriyet değerlerinin ve kesimlerinin sözcüsü basın kuruluşları, ekmeğini bu işten kazanan yazar çizer çevresi, Cumhuriyetin oluşturmak istediği burjuvazi, hemen hemen hepsi kendilerini halkı terbiye etmeye hak görmüş ve adeta “öğretmen” gibi davranmışlardır.
Öte yanda ise, dünyadaki değişimin etkisiyle gündelik hayatı değişen, ama tarihten tevarüs eden dine dayalı kültürel alışkanlıklardan vazgeçmenin zorluğunu yaşayan kesimlere “Yeter Söz Milletindir!” diyen siyasetçilerin sağladığı avantajlar, köyden kente göçmekle köyünde bıraktıkları mülklerin yerine iktidarın kendilerine sunduğu imar rantı ve devlet kademelerinde aldıkları görevler, ihalelerle elde ettikleri zenginleşme, CHP düşmanlığı veya Cumhuriyet değerlerine yaslanarak zenginleşenlerle verilen kavga üzerinden iktidarlar sürekliliğini sağlamış, yaptıkları haksızlığı vicdanlarında meşrulaştırmak için gerekçeler üretmişlerdir.
Bununla birlikte ayrıca sağ siyasetçiler, 1950 seçimlerinden sonra iki kutuplu dünya düzeninde ülkemizin “Hür Dünya” tarafında yer alması, savunma paktı olarak NATO üyesi olmasını sağlamış, karşı tarafta Varşova Paktı'nın kurucusu Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin lider ülkesi Rusya ve Komünist Bloğun varlığı, milliyetçi, muhafazakar sağcılara yeni misyon yüklemiş, “Dinsizlik” olarak tanımlanan Komünist düşünceye karşıtlık, milliyetçi ve muhafazakarları sağ iktidarların motivasyon gücü haline getirmiştir.
Bu durum, sağ siyasetçilere iktidarlarını sürdürmekte avantajlı kılmış, zaman zaman Cumhuriyet değerleri ve müesses nizamı tehlikeye atacak duruma geldiklerinde ise, Silahlı Kuvvetlerin demokratik siyasete müdahalesiyle düzen devam etmiş, kamplaşma ve savrulmaya karşı üretiilen “Güvenlik gerekçesi” üzerinden halk siyasetten uzak tutulmuş ve demokratik siyasetin üzerinde vesayet oluşturulmuştur.
Bu düzen öyle güçlü bir zeminde kurgulanmıştır ki, halk neyin lehine, neyin aleyhine olduğunu ayırt edemeyecek kadar bilgi kirliliğine maruz kalmış ve böylelikle “müesses düzenin” istediği rıza, toplumdan kolaylıkla alınmıştır.
Halk, ne zaman müesses nizamı sorgulayanları dinleyecek duyarlılığa sahip olduğunun işaretini verecek olsa, hemen “iç ve dış düşman” gerekçesiyle “kaygı ve düşmanlıklar” üretilmiştir.
Söylemek istediğimizin anlaşılması için bu uzun giriş önemli ve yapacağımız kıyaslama için de gerekliydi.
Kesintisiz 22 yıllık tek başına iktidar döneminin sonunda milliyetçi, islamcı ve muhafazakarlar fena halde kayaya çarptılar.
Kayaya sadece kendileri çarpsa önemli değildi. Topyekün orta ve alt gelir grubu da kayaya çarptı.
Kimdir bu orta ve alt gelir grupları:
Orta ve küçük esnaf, asgari ücretli, memur, emekli, dul, yetim ve umudunu yitirmiş gençler…
Bu kesimlerin, aldıkları ücretlerin düşüklüğünün doğurduğu geçim zorlukları bir yana, sağanak halinde yağan enflasyon, zam ve vergi yağmuruyla boğuşmaktadırlar.
2.Dünya savaşı yıllarına dair yaşananları sağ siyasetçiler bol bol eleştirmişler, tepe tepe kullandılar demiştik.
Evet, o dönem vergi uygulamaları bir tarafa, bugün yapılanlar o günleri “mumla aratacak, rahmet okutacak” cinsten vergi, enflasyon, zam ve zulüm dışında birçok hukuksuzluk, keyfilik ve denetimsizliklerle karşı karşıyayız.
Son yedi, sekiz yıldır iktidarın politikaları ile gerçekleşen servet transferleri;Kamu Özel İşbirliği, Şeffaf olmayan ihaleler, Kur Korumalı Mevduatla sağlanan katmerli faiz gelirleri, yandaş şirketlere verilen vergi muafiyeti ve aflar, üçerli, beşerli ballı maaşlarla yağmalanan Hazine, Merkez Bankası kaynaklarının oluşturduğu bütçe açıklarını kapatmak için utanmasalar “Milli Seferberlik” ilan edecekler.
Normal şartlarda utanmaları gerekirken hala CHP'nin tek başına iktidar olduğu Kurtuluş Savaşı yılları sonrası ve 2.Dünya savaş yılları ile kıyaslanmayacak düzeyde ortaya çıkan yoksullaşmayı dillerini doluyor, milletin etnik ve dini duygu durumlarını kullanılarak elde ettikleri iktidarlarının sebep olduğu:yoksullaşma, enflasyon, zam ve vergi zulmünü meşrulaştırmaya çalışıyor, milletten gizleyemedikleri gerçeği elindeki medya gücüyle çarpıtmaya çalışıyorlar.
Ama şu kesin!
Yirmi iki yıldır ülkemiz aynı iktidar ve lider tarafından yönetilmektedir.
Ülkenin karşılaştığı; ekonomik, hukuki, ahlaki ve siyasi erozyonun sebebi ve faili bu iktidar ile destek veren ortaklarıdır.
Sorumlu, ister tek adam, ister onun başkanlığında bir grup olsun farketmiyor,
ortada kendilerinin dahi itiraz edemedikleri büyük bir buhranla karşı karşıyayız.
Şimdilik buhrandan çıkış için buldukları yol ve çözümleri; bu buhranının maliyetini orta ve düşük gelirlerin omzuna yüklemekle yetinmiyor, ayrıca enflasyon ile erittikleri alım gücünün üzerine “İğneden ipliğe” her şeye zam ve vergi koyarak talan ettikleri devletin “İki yakasını bir araya getirmeye” çalışıyorlar..
Yaşamak zorunda kaldığımız bu kötülük, örgütlü bir kötülüktür ve bu kötülük iktidar eliyle gerçekleşmektedir, başka suçlu aramaya gerek yok!
Basit bir mukayese ile şunu söyleyebiliriz.
22 yıllık iktidarın son yıllarında uygulanan politikaların sonucu ülkemiz ve milletimizi mahkum ettikleri durum, 2.Dünya savaşı yıllarında ki uugulamalar kötülendi.
O döneme göre, bugün insanların yaşadıkları kıyas dahi edilemeyecek düzeyde kötüdür.
O yıllar kötüydü anladık.
Kötü örnek olarak gösteriyorrsunuz bunu da anladık.
Ancak bugün yaşattıklarınız da çok kötü.
Bu yaşattıklarınızdan sonra gelecek nesillere bu dönem yaşadıklarımız ibret olarak anlatılacak bunu da bilin!
Türkiye siyasetinde klişe olan “CHP zihniyeti” deyimi yerine bugünden sonra “Ak Parti Zihniyeti, Erdoğan dönemi” diye anılacak,
bu anma ise kesinlikle hayırla olmayacaktır.