Prof. Dr. Erol Güngör, külliyatının en önemli eserleri arasında yer alan “Türk Kültürü ve Milliyetçilik” kitabının son bölümünde Ortadoğu coğrafyasını, “Koptuğumuz Dünya” tabiri ve başlığı altında ele alarak İslâm toplumlarının 20. asır içerisindeki siyasî ve içtimaî durumları ve Türkiye’nin bu coğrafya içerisindeki yerine dair çok enteresan ve dikkat çekici tespitlere yer vermektedir. Aradan 48 yıl geçmesine rağmen Ortadoğu’da 7 Ekim’den bu tarafa meydana gelen jeostratejik gelişmeler, Erol Güngör’ün bazı tespitlerini haklı çıkarmaktadır.
Erol Güngör, “Bizim tarihimizde Ortadoğu’nun gerçek önemini kavrayarak buna en uygun politikayı takip eden iki deha çıkmıştı: Yavuz Sultan Selim ve İkinci Abdülhamid. Onların politikalarından sadece Türklerin değil, fakat bütün Ortadoğu devletlerinin çıkaracakları çok ders, öğrenecekleri çok şey vardır.” derken, başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu coğrafyasındaki devletlerin dış politikalarına çeki düzen vermeleri açısından onlara tarihi bir perspektif sunuyor. Ortadoğu denilince Türk aydınlarının aklına hep “Araplar” ile “İsrail”in geldiğini belirten Erol Güngör, şu hatırlatmada bulunuyor: “Türkiye de bir Ortadoğu devletidir; Türkiye’yi dünyanın bir başka yerine taşıyamadığımız müddetçe bir Ortadoğu devleti olarak kalmaya ve bu realite ile tutarlı bir politika yürütmeye mecburuz. Ortadoğu, siyasî bir terim olarak, daha ziyade Türk imparatorluğunun yıkılmasından sonra ortaya çıkmıştır. Çünkü daha önce bu bölge İran hariç Türk ülkesi sayılıyordu. Türkler gidince yalnız başına kalan Araplar Batı devletleri ve Batılı büyük sermaye tarafından desteklenen bir İsrail devletinin kuruluşuyla hem toprak, hem de iktisadî kaynak kayıplarına uğramış bulunuyorlar.”
HIRİSTİYANLAR MÜSLÜMANLIĞA DÜŞMANDIRLAR
Erol Güngör, hıristiyan Batı dünyası zihniyetinin, 21.yüzyılda Filistin/Gazze’de yaşanan müslüman katliamı ve soykırıma dönüşen İsrail’in insanlık dışı saldırılarına destek vermesiyle Ortaçağdan bu tarafa hiç değişmediğini de şu sözlerle ifade ediyor:
”Ortaçağdaki Haçlı seferlerini tertipleyen Batı ile bugünkü Batı dünyası arasında İslâm âlemine karşı herhangi bir tavır farkı meydana gelmiş değildir. İsa’yı çarmıha götürenler yahudiler olduğu halde hıristiyanlar müslümanlığa düşmandırlar, çünkü yahudilik hiç bir zaman hıristiyanlığa rakip olmamıştır. Dinle alâkası bulunmayan bir batılı hıristiyan bile, içinde yaşadığı kültürün tesiriyle Arapları ve Türkleri sevmez, hatta bunlar arasında soy farkı olduğunu dahi bilmez. Batılıların İslâm âlemine karşı tarihî düşmanlığı son yüz yılın yeni bir fenomeni dolayısiyle büsbütün artmış bulunuyor: Petrol. Ortadoğu pek zengin petrol yataklarına sahiptir, bu yüzden Batılılar – ve tabiî Ruslar- bu kaynakları el altında tutmak için her türlü çatışmayı göze almış durumdadırlar. Bugün medeniyet dedikleri çark, büyük ölçüde, Ortadoğu petrolleriyle dönmektedir ve Avrupalılar veya Amerikalılar bu çarkı döndürebilmek için son Arap-İsrail savaşına NATO’yu sokmayı teklif edecek kadar kararlıydılar.”
“Koptuğumuz Dünya” diye tabir ettiği Ortadoğu ile ilgili “Yemen’e, Kafkaslar’a İran’a, hatta Galiçya’ya giden Türk çocuklarının bir damla kanı bile boş yere akmış değildir” diyen Erol Güngör, Türk aydınlarına şu eleştiriyi getiriyor: “Türk aydınlarının çoğu kendilerini küçük bir Balkan devletinin vatandaşları gibi gördükleri için bu hakikati bir türlü anlayamıyorlar. Onlara göre dünyada büyük devletler vardır, biz ancak onların gösterdikleri yerde ve müsaade ettikleri derecede bir varlık sahibi olabiliriz.
Türk münevveri artık şurasını iyice anlamalıdır ki, “Misak-ı Millî” ile çizilen hudutlar içinde bir de Musul vardı; Türklerin oturdukları bu bölgede şimdi Batılılar iki ayrı kavmi savaşa sokuyorlar ve biz Türk bölgesindeki bu mücadeleyi uzaktan seyrediyoruz. Türk çocuklarına ‘zafer’ diye öğretilen Lozan anlaşmasında Musul Petrolleri üzerinde Türklere hak tanınmıştı, ama bu haktan bize kimse bir tek kuruş vermediği gibi bizden de kimse o hakkı istemedi. Kendi hakkını hiç ses çıkarmadan başkasına kaptıran ve bunun adına ‘zefer’ diyen bir devlet biliyor musunuz? Acaba Avrupa devletleri bize bu Türk bölgesi yerine batı yakasından –meselâ Atatürk’ün hep Türkiye haritası içine çizdiği Selânik- bir yer mi verdiler?
Ortadoğu’yu bir tarih, bir medeniyet, coğrafya ve politika olarak ilgilendiren daha yüzlerce problem vardır. Bütün bu problemler açıkça ve derinlemesine incelenmedikçe dış politikamızı sağlam temellere oturtmamıza imkân olamaz.”
İNGİLİZLER VE ORTADOĞU’DAKİ NİFÂK TOHUMLARI…
Ortadoğu’da birliğin en kuvvetli dayanağının din (İslâm) olduğunu dile getiren Erol Güngör, “Türkiye’den Ortadoğu’ya Bakış” başlığı altında; “Ortadoğu’da birliği kuracak kuvvetli bir devlet” arayışında ‘Türkiye’yi adres göstererek “Zaten geçmişte de Ortadoğu birliği ancak Türkler zamanında kurulmuştu” diyor ve ekliyor: “Bizim bu noktada ne köklü bir tesirimiz olduğu şuradan da kesinlikle anlaşılıyor ki, Büyük Harpten (Birinci Dünya Savaşı’nı kastediyor) sonra İngiliz işgali altında kalan Arap memleketlerinde bütün tarih kitapları İngilizler tarafından yazdırılmış ve böylece Arap okullarında yeni nesillere şiddetli bir Türk düşmanlığı aşılanmaya çalışılmıştır. “
“Türkiye’nin Ortadoğu’daki yeri ne olabilir?” diye soran Erol Güngör, Batılı devletlerin, Birinci Dünya Harbinden sonra Ortadoğu’ya ekmiş oldukları nifâk tohumlarının bizi de son derece etkilediğini belirterek şu ifadelere yer veriyor: “Arap denince, yeni Türk nesillerinin aklına daima Türk ordularını arkadan vuran İngiliz maşası bedevî kabileleri gelir; Araplar da Türk deyince en çok İttihatçı Cemal Paşa’nın Suriye’de yaptıklarını hatırlarlar. Her iki tasavvur da yanlıştır, iki tarafı birbirine düşman etmek için İngilizler tarafından uydurulmuştur. Arapların bu yanlış tasavvurdan kurtulmalarını istiyorsak, biz de memleketimizdeki Batı kuklası münevverlerin sistemli bir şekilde yerleştirmeye çalıştığı Arap düşmanlığının bütün izlerini silmeliyiz. Unutmayalım ki, Arap düşmanlığı propagandasının temelinde İslâm düşmanlığı vardır; İslâm dünyasının yan yana yaşayan iki büyük kitlesini birbirine düşman etmek, böylece her birini tek tek Batılılara esir etmek gayreti vardır. Ortadoğu devletleri arasında ilim, kültür ve sanat münasebetleri dost ile düşmanı ayırdetmekte hepimize yardımcı olacaktır. Bu sahada da Türkiye’nin insiyatif kullanması sağlam bir dış politikanın gereği sayılmalıdır.
AB’NİN KUYRUĞU MU YOKSA ORTADOĞU’NUN BAŞI MI OLACAĞIZ?
Avrupa Ortak Pazarının kuyruğu mu, yoksa Ortadoğu’nun başı mı olacağız? Bize düşman olan ve düşman kalacak olan bir medeniyetin çöpçülük hizmetini mi, yoksa kendi medeniyetimizin öncülüğünü mü yapacağız? Türk münevveri bu konuda derhal bir karar vermelidir. İktisadi kalkınma ve teknolojik gelişme ile Avrupalılaşmayı aynı şey sananlar herhalde birinci yolu tercih edeceklerdir, ama biz onları denedik ve hiçbir şey kazanamadık.”
Şu öngörüye, şu ufka ve şu basiret ve ferasete bir bakar mısınız?..
Vefatının üzerinden 40 yıl geçen Erol Güngör Hoca’yı, bu ileri görüş ve düşüncelerinden dolayı hayırla yâd ediyor ve ruhu şâd olsun diyorum.
Mustafa Balkan
Gazeteci-Yazar