Fitne, itikâdî, ahlâkî, iktisâdî ve her çeşit beşerî ve sosyal bozukluklarla beslenip yetişen ve olgunluğa erdiği zaman basit bir sebeple ortaya çıkan sosyal bir marazdır.
Zina, hırsızlık ve içki gibi fenalığı herkesçe bilinen sosyal afetlerden de beter müslimlik vasfı ile bağdaştırılamayan yalan ve iftira; fitne zamanında artacağı ifade ediliyor. Hemen hemen yalan ve iftira üzerine oturtulmuş olan günümüz siyasetinin girmediği müslüman aile kalmamıştır. Ne yazık ki yalanla iman bir arada durmuyor. Günümüzde haksız yere adam öldürmek (cinayetler) ve yalan söylemek artmıştır. Sinema ve dizi filmlerinde de bu sosyal afetler sıradanlaştırılarak azdırılmaktadır. Konunun uzmanları, günümüzde herkesin kendi görüşünü beğenir hâle gelmesi de fitne alâmetlerinden biri saymaktadır.
Müslüman için imandan sonra gelmesi gereken ilim yerini cehalete bırakırsa; bundan korkmak gerekir. Çünkü dini yaşamak, korumak, düşmana galebe çalmak ancak ilimle mümkündür. Hakiki ilmin olduğu yerde din vardır, iman vardır. Allah korkusu vardır. Kur’an bize, “Allah’tan en ziyade korkanların ilim sahipleri”(Fatır, 28) olduğunu bildirir ve haber verir. Hz. Peygamber de, “Kıyametten önce gelecek fitne devrinde ilim gider, cehalet gelir” diyerek bizi uyarıyor.
Türkiye’de anarşi fitnesinin arttığı, gizli örgütler ve ajanlar eliyle harlandığı 12 Eylül öncesi dönemde gençler, birbirine vurdurulmuştu. Bir günde aynı silahla bir sağdan bir soldan insanlar öldürülüyordu. Hz. Peygamber (S.A.V.) “İnsanlar öyle bir devir yaşayacak ki, öldüren niçin öldürdüğünü, ölen niçin öldüğünü bilemez” buyuruyor. Fitne üzerine söylenen en enteresan hadislerden biri olarak bunu, memleketimiz 1980 öncesindeki, gizli teşkilatlarca hem içeriden hem dışarıdan yürütülen anarşik hadiselerde kullanılan şahıslar tarafından kendilerine verilen vazifeyi yapmışlardır. Gençlik ve insanlar birbirine düşürülmüştür. Darbenin oluşması için bu cinayetlere göz yumanlar olmuştur. Anarşist cinayet, siyasî cinayetlerden farklıdır. Suçsuz yere insanların cinayete kurban gitmelerinin tek bir amacı vardır; tedhiş ve terör vasıtasıyla halk üzerinde yılgınlık ve korku oluşturmaktır. Geçmişte çeşitli “…izm”lerle korku oluşturularak kaosla birlikte bu desteklenirken, 80’den sonra bu korku silahı yerini “bölücülük”e ve günümüzde ise “beka”ya bıraktı. Küresel anlamda da “yapay virüs” korkusu pandemiye dönüştürüldü. Oyun, sistem ve senaryo hiç değişmiyor. Değişen roller, aktörler ve figüranlar oluyor.
Hz. Peygamber aleyhisselatı vesselâm, bir hadisinde “Haberiniz olsun, iman çarkı ilelebet dönecektir. Bu çark her nerede dönüyorsa Allah’ın kitabına uygun olarak dönderin. Sakın sakın siz Kitap (Kur’an’dan)’tan ayrılmayın” buyuruyor.
***
Seçimlere gelince…
Türkiye’de demokrasi, kendisinden ziyade görüntüsü olan bir rejimdir. Yâni demokrasi göstermeliktir. Siyaset ise, gücü elinde tutmaya çalışan ve güçten pay almaya uğraşan çok az sayıda aktörün oyun alanıdır. Oraya çok sayıda adamı sokmazlar. Girmek isteyen dürüst ve ileride “başlarına belâ” olacak siyasi rakipleri de karada, havada, denizde suikast düzenleyip yok etmenin çarelerini ararlar. Böyle rejimlerde “işte oylar, siz bizi seçiyorsunuz, demokrasi harika şey diyerek halkı oyalıyorlar. Seçimlere katılım Batı’da azdır. Türkiye’de ise çok yüksektir. Çok yüksek olmasının iki sebebi var. İnsanlar bilinçli (illâ) olduğu için diyemeyiz. İnsanların canı çok yandığı için katılım çok yüksektir. Yâni günlük hayatlarında karınları yeterince doymadığı için. Hukuk zayıf olduğu için. Adalete pek güvenleri olmadığı için. Ve istikbâllerini karanlık gördükleri için sürekli yeni adres ararlar.”
Bir gazeteci olarak o kadar genel seçimler görmeme ve yaşamama rağmen, böylesine yalan, iftira ve fitnelerle dolu bir seçim hiç yaşamadım! Bu seçimlerde insanlar, aslında ikna olmuş vaziyette oy vermeyecekler. Her iki grubun seçmenleri aslında sıkışarak oy verecekler. Her iki aday ile hiçbir partiye o vermeyen insanlar da olacak. Gençliğimden bu tarafa altmış küsur yaşına geldim. Hâlâ “Vatan bölünür”, ”Vatan batar”, “Biz gelirsek vatan kurtulur” ve “dış güçler…” gibi klişe laflar söylenip duruluyor. Vatan ise aynı yerde duruyor. Sizin anlayacağınız oyun değişmiyor. Oyunun aktörleri değişiyor.
Sandığın içine bir güç konmuş. Halka diyorlar ki, bu gücü beraber paylaşacağız. Her beş senede bu tekrarlanıyor. Seçimler hâlâ halkın kontrolünde değil. Milletin vekillerini halk belirlemiyor ki, adayların isimleri liderlerin iki dudağı arasında çıkıyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde her iki taraf da halkı ikna edici çözümler sunmakta zorlanıyorlar. Bol keseden atış serbest! Yalan ve tutarsız vaatler uçan balonlar gibi havada uçuşuyor. İnsanlar ve halk gücü kontrol etmediği müddetçe o güç yıkıcı olur. Bu temeldir. Güç ancak kontrol edilerek ancak faydalı şey üretir. Bir lastik reklamında olduğu gibi:
“Kontrolsüz güç “güç” değildir.” Artık o yıkım olur.”
Ne demişler: “Görünen köy kılavuz istemez.”
NEYİ SORALIM VE SORGULAYALIM
21 yılda…
2,5 trilyon lira vergi toplanmış…
Özelleştirmeden 70 milyar dolar elde edilmiş…
450 milyar dolar dış borç yapılmış…
Son dönemde 2,5 milyar dolar borç alınmış. Yüzde 9,3 dolardan borçlanılmış ve 1,6 milyar dolar faiz yükü altına girilmiş. Bu borcun ödemeleri de 2029’a kadar yayılmış.
Yâni bizler çoluk çocuk, torun ve doğmamış bebekler dâhil borç ipoteği altına alınmışız.
Vatanını düşünen insanlar hangi fikre, görüşe, ideolojiye, meşrebe sahip olurlarsa olsunlar her “T.C. Vatandaşı” bu paralar nereye gitti? diye sorması ve sorgulaması lazım. Bunu hangi iktidar veya hükümet gelirse gelsin vatandaşın mutlaka sorması, sorgulaması ve yapması gerekir. Demokratik rejimlerde şeffaflık ve hesap verebilirlik önemlidir.
Mustafa Balkan
Gazeteci-Yazar